Meridyen Genç ekibi, geçtiğimiz günlerde vaize ve yazar Fatma Bayram ile Kuran-ı Kerim’de anlatılan kıssalar çerçevesinde bereketli bir sohbet gerçekleştirdi. Meridyen Genç’in Youtube kanalından tamamını dinleyebileceğiniz bu sohbetin bazı bölümlerini Sonpeygamber.info okurları için alıntıladık.
“Nefislerin çok ön planda olduğu, herkesin yaptığı her şeyin doğruluğundan, kendisi için en iyi olanı yalnızca kendisinin bilebileceğinden emin olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bir başkasını takip etmek, bir başkasına fikir sormak çok tavsiye edilen, beğenilen bir yaşam biçimi değil. Aksine küçümsenen, tiye alınan bir yaşam biçimi. Dolayısıyla neden günümüzde birisi böyle bir şeye ihtiyaç duysun? Fakat şu var, aslında bunu böyle dile getirmese de her insan bir başkasının ayak izlerini takip eder. Moda mesela çok bariz bir göstergesidir bunun. Biliyorsunuz, moda sadece giyim kuşamla ilgili değildir. Törenler, ritüeller, eğitiminiz, düşünceleriniz, bunların hepsinin modası vardır. Çocuğunuzu hangi kurslara göndereceğiniz, kahvenizi nerede ve nasıl içeceğiniz… Bunlara varıncaya kadar başkalarının ayak izlerini adım adım takip ederiz. Hatta bunu çok gönüllü ve istekli bir şekilde yaparız. Birtakım bedeller ödemeyi bile göze alabiliriz bunun için. Dolayısıyla bu, insanın bir taraftan çok özgür ve özgün, herkesten farklı olmak isteyip, bir taraftan da kaçamadığı bir takip ve taklit durumudur. İnsanoğlunun trajedisidir bu. Hakikaten lider, çığır açan, o güne kadar gelen gidişatı dönüştüren insanlar sayıca çok azdır insanlık tarihinde. Ve bunlar peygamberlerdir. Peygamberler tam olarak böyledirler.”
“Peygamberlerin hayatları deyince şu gelmesin aklımıza: Orada mükemmel bir insan var ve biz de onun gibi mükemmelleşmeliyiz. Hayır. Aslında kıssaları okuduğum zaman büyük bir ferahlık duyuyorum ben. Hz. Adem’e bakıyorsunuz, ilk insan, hemen bir hata yapıyor. Sonra o hatasını telafi ediyor ama bedelini de ödüyor. Demek ki biz de hata yaptığımızda bedel ödeyeceğiz. Ama bu bedeli ödemek, o hatayı yapmak bizi Allah’tan uzaklaştıracak anlamına gelmiyor doğru tavrı gösterebilirsek. Bizi çok teselli eden, bize ümit bahşeden, bizi hep diri tutan ve iyilikte devam etmek için moralimizi yükselten tarafları var kıssaların. Bizden mükemmel ve kusursuz olmamızı bekleyen bu çağdaş dünyaya karşı bir rahatlama alanı sunuyor kıssalar. Yani bugün bir bakın dünyaya, işte sizin eğitim açısından şu noktaya gelmiş olmanız gerekiyor, fiziksel özelliklerinizin o piramidin en tepesindeki belli sınırlar içinde olması gerekiyor. Dünyada yaşanan sorunlara bakacak olursak, ekonomik konulardaki başarınızın belli bir düzeyin üstünde olması gerekiyor. Ama kıssaları okuduğumuzda bunun böyle olmadığını görüyoruz. Mesela Eyüp Aleyhisselam’ı okuduğumuzda Allah’ın ona verdiği her şeyi elinden almakla -hiç vermemek ayrı bir imtihandır, verdikten sonra elinden almak ayrı bir imtihandır- imtihan ettiğini ama onun yine doğru gidişatını koruyabildiğini, bunun mümkün olduğunu görüyoruz. Yani kıssalar bize müthiş moral veren, elimizden tutan ve insanların bizden beklediği o mükemmellik sınırları içine girebilmek için kendimizi zorlama ihtiyacı duymadığımız, iyi bir kul olmanın çok daha kolay olduğunu gösteriyor.”
“Geleneksel dünyada herkesin yeri, tutumu, ahlakı, toplumun ondan beklediği her şey belliydi ve buna uymaya çalışıyordu insanlar. Ve buna uydukça da başarılı oluyorlardı. Anlatılan hikâyelerin, manevi açıdan bağlı olunan ataların veya tasavvuf ehlinin terbiyesinden geçiyordu köydeki kentteki herkes. Orada da beklenen işte sabırla mı karşılayacak, nasıl kanaat gösterecek, fakirleşiyorsa ne yapacak, zenginleşirse ne yapacak; bunların hepsi belliydi. Fakat günümüzde maalesef o bağlar koptu, yani biz ipi kopmuş bir tespih gibi taneleri her tarafa saçılmış durumdayız ve çok kozmopolit bir dünyadayız artık. Bunu söylemek klişe olacak belki ama tek bir köy gibi bütün dünya. Herkes her yere saçılmış durumda. Gelenekleriyle bağı kopmuş, kendi klasik anlatımıyla bağı kopmuş, kendisine neyi nasıl yapacağını söyleyen büyükleriyle zihinsel ve kalbi olarak bağı kopmuş bir dünyadayız. Dolayısıyla hepimizin ne yapmamız gerektiğini, şimdi ne yaparsak bunun en doğru olacağını öğrenmeye şiddetle ihtiyacımız var.”
“Kur’an-ı Kerim’de hiçbir kıssa baştan sona kronolojik sırayla anlatılmıyor. Sadece Yusuf kıssası bu şekilde anlatılıyor. Bu kıssanın birinci öneminin bu olduğunu düşünüyorum. Yani siz Hz. Musa’yı okumak isterseniz, Bakara suresinde geçen Hz. Musa ile Kasas suresinde anlatılan bölümün kronolojik olarak çok karışık olduğunu görürsünüz. Onları tekrar kronolojik sıraya koymak için çaba sarf etmeniz gerekir. Çünkü Allah Teâlâ, Yusuf kıssası dışındaki kısalarda, kıssa parçalarını bahsi geçen konunun içinde, öncesi ve sonrası açısından kıssanın sadece o bölümü gerektiği için oraya yerleştirilmiştir. Yusuf kıssası hariç. Yusuf kıssasını baştan sona kadar anlatıyor Allah Teâlâ. Bir çaba sarf etmiyorsunuz, gerçek bir hayat öyküsünü sırayla dinliyorsunuz. İkinci öneminin ise ben sebeb-i nüzul ile alakalı olduğunu düşünüyorum. Yani sebeb-i nüzul diye kati bir şey söylemeyelim ama Yusuf kıssasının indirilişi hüzün yılına rastlıyor. Yani Müslümanların sosyal açıdan, ekonomik açıdan çok dar günlerine rastlıyor. Bütün kapılar Müslümanların yüzlerine kapanmış, Peygamber Efendimiz (sav) Hz. Hatice’yi ve Ebu Talib’i kaybetmiş, ekonomik boykot altındalar. Bir mahalleye toplanmışlar, çıkış görünmüyor ufukta. Tam tersine üzerlerindeki baskı giderek artırılıyor, büyük bir kabz dönemi yaşıyorlar. Ve tam bu sırada Allah Teâlâ onlara Yusuf kıssasının anlatıldığı sureyi indiriyor. Nasıl büyük bir moral verdiğini düşünün. Kuyunun dibine inen, zindanlara atılan, bir insanın başına gelebilecek bütün mahrumiyetlere, iftiralara karşı tek başına karşı duran bir peygamber. Mısır’da ne bir akrabası ne bir arkadaşı ne de onu koruyacak kimsesi var. Kimsenin aklına bile gelmiyor Hz. Yusuf’un zindanda suçsuz yere yattığı. Birisi işini bile takip etmiyor. Bütün bu durumları yaşasanız bile Allah’ın sizi buradan çıkarabileceğini, hayatın her zaman sürprizlere açık olduğunu gösteriyor Yusuf kıssası.”
“Neden kıssaları hayatın her döneminde yeniden okumak gerekiyor? Önce şunun altını çizelim; Kur’an’da anlatılan kıssalar, Allah’ın anlatmayı seçtiği insan hayatlarıdır. Bu çok önemli. Yani Kur’an’ı Allah’ın kelamı olarak görüyorsam, Allah orada bana birinin hayatını anlatıyorsa, onun hayatından bir kesit anlatıyorsa bu benim için hayat boyu elimden bırakmamam gereken müthiş bir kurtarıcı iptir. Uçurumlardan düşeceğim zaman, denizlerde, okyanuslarda boğulma ihtimalim olduğu zaman -bunları sembolik söylüyorum- o ip benim elimde. Nasıl tırmanabilirim uçurumdan, o gölden o denizden nasıl çıkabilirim, nasıl kurtulabilirim? Kıssalar beni Hakk’a, hakikate ve doğruya bağlayan bir ip. Çünkü onu bana Allah anlatıyor. Herhangi bir söz değil bu, herhangi birinin anlattığı ibretlik bir hikâye değil. Hayatın her döneminde neden yeniden okumam gerekiyor? Çünkü ben bundan beş yıl önceki, on yıl önceki kişi değilim. Yeni sorunlar yaşadım, yeni şeyler öğrendim, daha önce tatmadığım duygular tattım, daha önce karşılaşmadığım olaylarla karşılaştım. Dolayısıyla şimdi benim bakışım farklı. O kıssayı beş yıl sonra dönüp tekrar okuduğumda aynı gözle okumuyorum. Hayat beni dönüştürüp yeni pencereler açtıkça zihnimde; yeni olaylar, yeni düşünme biçimleri, yeni duygular karşısında nasıl bir tavır almam gerektiğini, orada bana neyin modellik edebileceğini görmek için tekrar tekrar bakmam gerektiğini düşünüyorum kıssalara.”
“Bugün kutsanan ve dinin yerine konmaya çalışılan bilim, bize olayları açıklar. Yani işte yağmur nasıl yağıyor, şimdi niye yağmıyor, niye kuraklık oldu, niye küresel ısınma oluyor? Bilim bunları açıklar. Din ise bu olayları anlamlandırır. Yani bu olayın benim için anlamı nedir? Ben faraza küresel ısınmaya tek başım engel olamam. Benim ortaya koyacağım tepki küresel ısınmayı durdurmaz ama onun için hiçbir şey yapmadığımda ben o olay karşısında bir mümin tavrı, bir Müslüman tavrı gösteremediğim için oradaki anlamdan mahrum kalırım. Ve ahirette bunun hesabını veririm. Günlük telaşların içinde koştururken, mesela kalbi kırık birine vakit ayıramayabiliyoruz. Bizimle konuşmak isteyen, bize bir sıkıntısını anlatmak isteyen birini ikide bir saate bakarak, yüzümüzde sıkıntı ifadeleriyle karşılayabiliyoruz. Çünkü yetişmemiz gereken pek çok iş, yapmamız gereken pek çok şey var. Bu bana da çok söylenen bir şeydir ve çok üzülürüm bunu duyduğum zaman. İşte hiç vaktiniz yoktur hocam falan derler. Hayır, öyle bir şey olamaz! İnsan, kendine dert yanmak isteyen, akıl sormak isteyen birine vakit ayıramayacak kadar meşgulse, burada bir sıkıntı, bir problem var demektir. O koşturmalarımızdan elde edeceğimizi düşündüğümüz şey bizi anlamlı bir hayat yaşamaya sevk edecek mi diye sormamız gerekir. Başarılı olmak illa böyle çok büyük mevkilerde, büyük işler yapmak olarak algılanıyor. Hayır. Çok küçük bir dünyanın içinde de olsak etrafımızdaki herkes için bir anlamımızın olması gerekiyor. Bizim varlığımızın onların varlığını zenginleştirmesi gerekiyor.”
“Çocukların en sevdiği ve taptaze beyinlerini tam kapasiteyle açarak izledikleri şey babaannenin veya anneannenin anlattığı masallar değil şu anda. Ekranda gördükleri birtakım hareketli görüntüler ve onların doğrudan doğruya şuur altına gönderdikleri mesajlar. Müthiş bir parçalanma yaşıyoruz. Bu size garip gelebilir ama ben okullarda yaş sınırının olmaması gerektiği kanaatindeyim. Yani birisi 30 yaşında neden ortaokula gitmesin? Gitmek istese gidemez. Çünkü işte biz küçük çocukları kreşlere, ergenleri liselere, ondan sonrakileri üniversitelere gönderiyoruz. Gerçi şükür ki orada yaş sınırı yok ama yine de belli bir yaş grubu orada da ayrışıyor. Genç, yetişkin, çalışkan insanları iş yerlerine, ofislere, fabrikalara; yaşlıları da ya tek başlarına ya da yanlarında bir bakıcıyla küçük bir eve yahut da işte bakım evlerine yerleştirdik. Dolayısıyla o büyük ve geniş aile, her bir üyesinin bir işe yaradığı ve birbirlerini desteklediği, birbirleriyle çok görüşen o geniş aile parçalandı. Bu yeni nesilden birinin ‘babaannenin kendisine masal anlatması’ diye bir anısı olacak mı? Böyle bir sıkıntımız var. Tabii burada edebiyata, sinemaya, diğer sanatlara çok büyük iş düşüyor. Ben kıssaların, çocuklar için peygamber kıssaları, Yusuf Aleyhisselam kitabı gibi değil de çeşitli hikâyelerin içine yedirilerek farklı anlatımlarla parça parça da olsa farklı bir dile taşınarak bir anlamda sembollerle anlatılması gerektiğini düşünüyorum. Dünya tarihindeki bütün anlatılar temelde on beş kadar hikâyenin çeşitli versiyonlarından ibaretmiş. Mitolojiyi kaynak gösterir bunu söyleyenler. Kıssalarımız bizim için böyle kaynaklardır. Çizgi film, resim ya da hangi sanatla uğraşıyorsak o sanatın içerisine bu kıssaların yedirilmesi gerekir her yaş grubu için. Yazarların, öğretmenlerin, sanatçıların böyle bir sorumluluğu olduğunu düşünüyorum.”