Şafak, uyanışla veya uykuyla, arayışla veya bulamayışla geçen geceler, çift-tek ve sabah; evrenin sunup durduğu kanıtlardır.
Ve tarih de kanıt biriktirmektedir insan için. “Geçmiş uygarlıklara Rabbin ne yaptı?” ayetiyle Ad, Semud ve Firavun (Mısır) ve günümüz uygarlıkları da dahil, bir uygarlığın medeniyet olabilmesi hak ve adalet sınırlarını aşmaması ile mümkündür, hatırlatmasını yapar. Devasa mimari ve teknik ileriliğin barbarlığı aşmak için yeterli olmayacağını bildirir. Günümüzün bu tekerrürü için ise, Allah, insana tanıdığı özgürlük ve mühlet/ ömür içerisinde kullanmasını dilediği inisiyatiften dolayı bunca adaletsizliğe rağmen ilahi bir darbe, müdahale etmiyor olabilir. Fakat belirttiği gibi “gözetlemededir” kayıttadır. Belgelenmektedir insan ve hayatı.
Evren de mekân da tarih de zaman da tanıktır ki insan, çoğunlukla maddi değerlere tapınarak, ‘kapitalistçe’ yaşamı seçer kendine yaşam biçimi olarak. Çevresini saran, sürekli güncellenen veya geçmişte kalan mutsuz sonlardan oluşan tarihi kanıtlara rağmen bu yaşam biçiminde ısrar eder.
Maddi ferahlık, daima ilkelerinden saparak manevi değerlerini ihmal etmesine veya hepten unutmasına, yozlaşmasına neden olur. Maddi kesinti de hırslanıp hayatının amacının maddi refah, konfor olmasına. Böylece bütün hayatını ya hep maddeyi kazanmaya, ya da hiç onu kaybetmeme yolunda harcar. Tüketir. Tükenir.
Bu onun her çağda ‘yetim’e; ister bedensel olsun ister ruhsal olsun temel hakları ve ihtiyaçları konusunda arkasız kalmış her varlığa insan gibi sahip çıkmamasından anlaşılır en başta. Yetim sadece annesiz babasız bir çocuk değil, aynı zamanda arkasız kalmış ve hayati ihtiyaçları için bir başkasına muhtaç olan her varlıktır, bazen itip kakılan bir yaşlı, haksızlığa uğratılmış halklar, aç bir hayvan, susuz bir çiçek, yerinden edilmiş bir taş...
Kendisi sınırsız ihtiyaçlar listesine ve lüksler bahsine bir son veremediği için sıra asla başkasına gelmez. Sıranın başkasına bir türlü gelmeyişi, kendisinin bir türlü sıradan çekilmeyişi, hep ihtiyaçları, lüksleri; mızmızlıkları, şımarıklıkları, ağlamaları, istemeleri, yüzsüzlükleri, doymazlıkları yüzündendir.
Oysa mahallesindeki temel muhtaçlıklar konusunda insanların mahzunlukları, mağdurluklarından yakınlarından uzaklarına gücü oranında sorumludur.
Ah hep bu bencilliği yüzünden yoksullukları göremez durumdadır. Hoş artık yoksullarla arasına güvenlik ve şifrelerden geçilmez yüksek duvarlar örmüş ve ara sıra gözleriyle tanık olduğu yoksullukların vicdanını gereksiz yere meşgul etmesine bir çözüm de bulmuştur.
Dünyanın ve ülkesinin insanlarının çoğunluğu, emeğinin karşılığını alamayarak yaşıyor olsa da o emeksiz kazanmanın ve emeğe gereken değeri vermekten nasıl olup da sıyıracağının hesaplarını yapar. Ve bütün bunları hesapsız kitapsız bir mal mülk sevdasıyla yapar. Bütün sorun da budur. Mal mülk düşkünlüğü...
Fecr; yükselen şafak gibidir. Bu hırsın, doymazlıkların, bencilliklerin karanlığından çekip çıkarmak isteyen hatırlatmalar muhabbetidir Fecr. Maddeperest insanın karanlığına bir şafak doğurmak ister. Paylaşmanın aydınlığını... İnsanı ağartan, arındıran şeydir paylaşmak. Hayatın araçlarının, servetin, malın mülkün gözde gönülde büyütülüp diğer bütün insanlığın mahvedilmemesi için bir çözümdür. Bu yüzden bencil bir çağın haris karanlıklarından geçiyorken ne mühim bir uğrak yeridir Fecr suresi.
Fecr, insanla muhabbete, söze, çevresinde defaatle gördüğü/nü sandığı, fakat çoğu zaman bir defa bile görmediklerini göstermekle başlar. Yakından uzağına ç/evren kanıtlarla sarılıdır. Bir insanın çevresinin kanıtlarla kuşatılmış olması insana olan inançtandır. Yaratıcının ona olan güvenidir. Düşünsenize, bir kanıt iknayı dayatmaz. Teklif eder. Dayatma gücü olduğu halde teklifi tercih etmesi sizin tercihinize olan saygı ve güveninin göstergesidir. Kanıtlar bir asker gibi silahlarıyla başına dikilmez insanın. Mütebessim ve hayretlere açılan el etmeler, çağrılar şeklinde karşılar onu. Ondaki düşünmeyi tahrik ederek inancının içinde kendisini bulmasını isteyerek bekler onu.
İşte Fecr suresinin teklifleri: Şafağı düşün. Sadece sabah değildir şafak. İnsanın bilgiye ve bilince uyanışıdır. Yozlaşmışlığın karanlığına bir sabah, bir aydınlık, bir çözüm getirmesinin gerekliliğine uyanmasıdır. Kendi yolunda akıp giden gece de insanın bilgiye ve bilince kapalılığı, cahilliğine ısrarla devamıdır.
Önümüzdeki s/on günler kimse bizi etkilememişken daha, benliğimiz, en yakın ayartıcımızdan kaynaklanan bencilliklerimiz, küresel etkileşimle dünya kapitalizmine nasıl da teslim oluşumuz; bütün bu iç ve dış tahrikler karşısında sadelikten uzaklaşmalarımız, ihtiyaçlarımızın bitmeyen mızmızlığı, lükslerimizin “ne kadar da gerekliliği”, “biraz da biz bencil olalım”, “her şeyden biz mi sorumluyuz” bananeciliği ve sairelerimizi gözden geçirme zamanıdır.
“On gece”, içinde Allah’ın insanla iletişime geçtiği o ilk an, kadir kıymeti bilinmesi gereken o aydınlık çakımı geçtiği için önemlidir. “On gece” insanın hakikati arayışıdır ve özellikle Ramazan ayında olduğu gibi, insan hayatının hakikatini arıyorsa, düşünebildiği, sorgulayabildiği, okuyup anlayabildiği başka her ayda/ zamanda olabilir. Yeter ki bulunduğundan daha aydınlık bir noktayı arasın.
Belki böylece, hakikati araya araya “Gir cennetime!” çağrısıyla, daha dünyadayken o ahiretteki yüksek, kaliteli hayata, cennet hayatına hazırlanmaya başlanmış olunur. Yoksa herkes ikinci kez düşecek cennetten.