“Görmedin mi?”
Görüyorsun: Tereddütteyim. Gücü söz edinmişlere karşı sözümün gücü işe yarayacak mı? Kaygılardayım. Yakıp yıkan, amansız kuvvete karşı bu cılız nefesim yetecek mi? Korkuyorum. Şu kokuşmuş ümitsizlik gömleğini yırtıp atacak mı zayıf sesim? Başaracak mıyım? Beni bir çelik çekirdek gibi koyuyorsun küfrün sağır zırhının karşısına? Sahiden delip geçecek miyim bu zifir karanlığı? Şu dünya gecesinin koynuna işaret fişeği diye beni seçtin. Umduğunu bulacak mısın benden? Dağıtacak mıyım şu uğursuz karanlığı?
“Görmedin mi, Rabbin fil sahiplerine neler etti?”
Kendilerini muhkem kaleler ardında gören mütekebbir nefislere, varlıklarının dünya çölüne bir fil izi bırakacak denli ağır olduğunu sanan aldanmışlara, keyiflerini, hevalarını, hırslarını önüne filler gibi katarak gerçeğin Kâbe’sini, Kâbe’nin gerçeğini yıkmaya niyetli bahtsızlara neler ettiğini gördüm elbet. Görmekteyim.
“Rabbin, onların tuzaklarını boşa çıkarıyor değil mi?”
Kurdukları tuzaklara önce kendileri düşüyorlar. Hırslarının ateşinde kavruldukça kavruluyorlar. Boğuluyor kalpleri vefasız yüzlerin sahte parıltılarında. Nefesleri kesiliyor biriktire biriktire sonunu getireceklerini sandıkları yokuşlarda. İstiflediklerinin altında kalıyor hevesleri. Çoğalttıkça azalıyorlar aslında. “Yok mu dahası?” derken her defasında “dahası”na acıkıyorlar. Zenginleştikçe yoksul düşüyorlar. Çok ettikçe mallarını az alıyorlar dünyadan. Kibirleri arttıkça, geçici beğenilerin alkışlarına tutsak oluyorlar. Boyunlarına bukağı oluyor büyüklenmeleri. Görünme telaşıyla, olmaya, oldukları gibi görünmeye bir türlü razı olamıyorlar. Asılıyor suratları. Tükettikçe tükeniyorlar. Bir ferahlık bulamıyorlar vardıkları yerlerde. Hiçbir köşe serinlik sunmuyor yüreklerine.
“Rabbin onların üstüne sürü sürü kuşlar göndermekte...”
Gördüm. Nefesleri daralıyor her tükenişte. Bencillikleri gagalıyor mühürlü kalplerini. Sürü sürü kuşlar gibi hüzünler, kederler, korkular, kaygılar gönderiyorsun üstlerine. Ayrılıkların, terk edişlerin, yüz çevirmelerin ince çığlıkları üşüşüyor istiflerinin üstüne. Ele geçirme telaşı ve elden düşürme korkusuyla eldekilerin tadını alamıyorlar asla! Cam kırıkları üzerinde dans ediyorlar. Kırılgan bir zeminde yürümenin tedirginliği var üzerlerinde. Her an bir başka kötü habere gebe gibi. Kuşlar gibi gelip geçerken günler, her sabahın akşamında taş koyuyor huzurlarına.
“O kuşlar ki üzerlerine pişkin tuğladan yapılmış taşlar atmakta.”
Kan pıhtılarıyla yırtılıyor sığ hazlarının gömleği. Katı taşların kalıcılığı, geçiciliği hatırlatıyor taşlaşmış kalplerine. Eskidikçe dünya, tükendikçe ömür, sert tuğlalar atılıyor keyiflerinin başına. Oyunları delik deşik oluyor taş gibi katılaşmış ölüm gerçeğinin dokunuşuyla.
“[Görmez misin, Rabbin] onları yenilip çiğnenmiş ekine çevirmekte.”
İçleri boşalmış, başakları uçmuş, meyveleri yenmiş, hayatları kurumuş, kimsesizliğin kışına terk edilmiş kuru ekinlere çevriliyorlar. Zavallılıklarından habersiz çiğnendikçe çiğneniyorlar.
Ey Rabbim, “fil ashabı”ndan ayır beni, bizi.
Kâbe’nin hatırını yapanlar arasına al bizi.
Beyt’inin tarafından duranlardan yaz bizi.