Acılar insanın benlik kabuğunu kıran yağmurlara benzer.
Tohumlar gibi bizden taze filiz vermemizi umar acıları tenimize değdiren.
Bencillik kabuğuna sarılıp uyuyan ve uyuşuklaşan insanlığın gözünü gönlünü taze bir bahara açar acının yere indirilişi.
Ortak hüzünler, ortak kederler bizi birbirimize kardeş eder; birbirimizden birbirimize kapılar açar.
Birbirine sırt dönmeye alışkın, birbirini yaban bilmeye hevesli insanlar, müşterek bir tasanın açtığı yaralar sayesinde birleşir, buluşur, tanışır, kaynaşır.
O derin acı kalıbımızdan kalbimize taşır bizi; böylece acıyabilir olduğumuzu anlarız, kırılgan olduğumuzu fark ederiz. Aynı yerimizden çatlayabildiğimizi görüp sokuluruz birbirimize.
Birbirimizi ayrı gayrı görürken bir de bakarız ki aynı çaresizliğin eşiğinde, aynı yüzün kırışık çizgilerinde bekleşiyoruz.
Birbirimizi ilgisiz alakasız değilmişiz; meğer aynı kederin kıyısında bükmüşmüşüz boynumuzu.
Acıyan yanlarımızı birbirimizden sakladıkça acımaz oluruz birbirimize.
Kırılgan taraflarımızı inkâr ettikçe çelikten tunçtan sayarız kendimizi, yok sayarız birbirimizi.
Paylaşılmış acılar ve müşterek kederler bir barajın önündeki seti yıkar, aynı insanlık yatağına akıtır bizi.
Bir kez daha tanışırız birbirimizle.
Bir kez daha barışırız.
Devrilir gamsızlığımız, yıkılır alakasızlığımız.
İşte bu yüzden, tam da bu yüzden, ortak acıları ve ortak acıların kurbanlarını anarken, anlarken onlara minnet duymamız beklenir.
Onların canlarıyla kanlarıyla ödedikleri o ağır bedel bizim canımıza can katar, bizi küskün ve dargın düştüğümüz kuytulardan kaldırır, gömüldüğümüz bezginliklerden ve bıkkınlardan çekip alır.
Kış uykusundan uyandırır yüreklerimizi.
***
“Can aynası”dır acıların kurbanları.
Bizi bize gösterir, unuttuğumuz güzel yüzümüzle tanıştırır.
Kerbelâ’yı hatırlayış da adı güzel kendi güzel bir Hasan Hüseyin güzelliği doğurmalı içimizde.
Kerbela hüznü bir Hz. Hüseyin hatırasıdır.
Kerbela hüznü, güzel olmanın anıtıdır.
Kerbelâ hüznü, çirkinlik karşısında güzel kalmanın canla başla dikilmiş ölümsüz heykelidir.
Hz. Hüseyin ve ailesinin canlar feda ederek, hayatları gözden çıkararak ayakta tuttukları yüce bir gerçek vardır ki o gerçek şimdi biz yaşayanların yüreğine emanettir.
Kutlu bir titreyişin, derin bir ürperişin, yüce bir haşyetin göğsümüze dokunan rüzgârıdır Kerbelâ.
Hakkın hatırını her şeyin üzerinde tutmanın silinmez mührüdür Hz. Hüseyin hatırası.
Haksızlık karşısında direnmenin aşılmaz dağıdır Kerbela…
***
Dünya ahiretin üzerinde incecik bir tüldür.
Oradan buraya ışıklar sızar.
Buradan oraya ışıklar düşer.
Ayaklarımız gün geçtikçe öbür tarafa kayar.
Dünyada kaybederiz; elimizden çıkar sevdiklerimiz.
Elinden çıkacağız sevdiklerimizin.
Belli ki kaybedeceğiz.
Belli ki kayıp edileceğiz.
Çünkü dünya ahiretin tarlasıdır.
Dünyasını ahretinin tarlası bilenler, bu tarlayı ekerken görünüşte kaybedeceklerini bilirler.
En kıymetli canlarının toprağa düşeceğine razıdırlar.
Bir çiftçinin hoşnutluğu ile can tohumlarını toprağa bırakırlar.
Bir çiftçinin umudu ile azalırlar dünyada, az alırlar dünyadan.
Hasadı bilir onlar…
Daha çoğunu umarlar.
Tükenenin ardında tükenmeyenin bilirler.
Sonların sonunda sonsuzluğa aşinadırlar.
Ahireti gözler onlar.
Bu yüzden, dünyanın gözünden kurbanlar düşer toprağa.
Dünyayı düşürür gözlerinden kurbanlar gözyaşı gibi.
Dünyanın en değerlileri verir kurbanları.
En değerliler kurban diye alınır.
Belli ki her can kurban olmaya değmez.
İbrahim’in İsmail’idir kurban.
Yakub’a Yusuf’tur kurban.
Zekeriyya Yahya’sını ekmiştir toprağa…
İmran ailesi Meryem’ini adamıştır.
Meryem İsa’sını nezretmiştir; kurban diye doğurmuştur.
Çünkü “tarla”nın hasadı için toprağa değerli tohumlar düşmelidir…
Çünkü dünya dünyadan ibaret değildir.
Dünyayı dünyadan ibaret bilenlerin, dünyadan ötesine körelenlerin hesapları tutmaz kurban hesabında…
Onlar kurban pazarına gelmezler.
Onlar hasat mevsimini bilmezler.
Onlar Allah’tan ve ahret gününden ümitlenmezler…
***
İbrahim için İsmail neyse, Efendimiz için Hasan ile Hüseyin odur.
Yakub için Yusuf neyse, Peygamberimiz için Hasan odur, Hüseyin odur.
Adanmış bir ruhun bıçak önünde dikilişidir Hüseyin.
“Dedeciğim beni teslim olanlardan bulacaksın…”
Bedeninin kaygılarından ruhunun ufuklarına doğru yürüyüştür Hüseyin.
“Yâ esefâ alâ Yusufâ…” hüznüyle derdini yüreğine gömen Yakubca direnişin sınavıdır Hüseyin.
Bu defa Yakub rolündeki Muhammed’dir (sav).
“Size nefisleriniz bir oyun oynamış” diyerek sabrın, sabr-ı cemîl’in taşıyıcısı olacaktır Muhammed (sav).
Kardeşlerinin Hasan’ı vefasızlık kuyusuna iteceğini bile bile, Hüseyin’in canını ucuza satacağını bile bile, “Yusuf”larını sonraki zamanlara gönderir Muhammed (sav).
Başını boynunu öperek gönderir onları “kurtlar” pazarına..
***
İbrahim için ateş ne ise Muhammed Mustafa (sav) için Hasan ile Hüseyin’in canına kasteden fitne odur.
Ateşi görür; şehit edileceklerini Allah’ın izniyle haber verir.
Tıpkı İbrahim gibi ateşin söndürülmesi yolunda istekte bulunmaz.
Bilir ki İbrahim’in sınavı olduğu kadar ateşin de sınavıdır bu.
İbrahim’le sınanır ateş. Bilir ki ırkçılık ateşinin Hasan ile sınanmasıdır bu. Bilir ki haset yangınlarının Hüseyin’in gül tenine temasıdır bu.
Bilir ki ateşi gül eyleyen İbrahim hatırının yeni varisleridir Hasan ile Hüseyin.
Bilir ki ateş İbrahim’le sınanıncaya kadar serin ve selim olmayı öğrenemeyecektir.
Bilir ki taş Musa’nın asâsıyla sınanmadan katılığını unutamayacak, yumuşamayı bilemeyecektir
Bilir ki ateşleri söndüren, yangını utandıran bir serinlik ve selâmet şahitliğine ihtiyacı vardır âlemin.
Allah’ın canlara müşteri olduğu bu pazarın en kıymetli metaıdır Hüseyin’in canı, Hasan’ın kanı.
Alışveriş başlasın ki biricik müşterinin Allah olduğu kutsiler pazarı açılsın.
Siftah edilsin ki Allah hatırına yeni canların alınmasına şaşılmasın.
***
Ehl-i Beyt, hak adına var olmanın, hakkın hatırını saymanın diri damarıdır.
Ehl-i Beyt, hakkın hatırını âli tutmanın diri nabzıdır kadavralaşmış şu dünyanın donmuş/dönmüş gözlerinde.
Kanca Hasan ile Hüseyin’e bağlı olmak bir ayrıcalık değildir ancak bu akrabalık Hasan ve Hüseyin’de billurlaşan hakkın taraftarı olmaya teşvik eder Peygamber soyunu.
Başka herkesten çok yapışırlar o davaya Peygamber torunlarının torunları.
Kan yakınlığı iman yakınlığını doğurur.
Dede hatırı boyunlarını kıldan ince eder hakkın hatırı karşısında.
İşte bu yüzden aramızda dal budak salmış tuba ağacıdır Ehl-i Beyt.
Ümmet için elle dokunulur, gözle görülür bir tutamaktır.
Şaşkınlar için uçurum başlarında tutunacak bir daldır.
Tereddütler içinde çırpınanlar için Peygamberce duruşun ete kemiğe bürünmüş sığınağıdır.
İşte bu yüzden tutunmamızı istediği iki emanet bırakır bize Hz. Peygamber:
Biri Kitabullah, biri Ehl-i Beyt.
“Allah’ın ipi” gibi onlara sarılın der bize Peygamber.
Onlarla tutunun göğe der.
Düşecek olursanız, Hüseyin’in hatırasına tutunun der.
Hüseyin’in kanıyla canıyla imzaladığı Allah hatırını göğsünüzde duyduğunuz kalp atışları kadar gerçek bilin, nabzına dokunduğunuz şah damarınız kadar yakın bilin.
Hüseyin’in seve seve vazgeçtiği can, candan öte sevmeleriniz olması gerektiğini hatırlatmalı size der.
Hüseyin’in hatırası candan alâ, canandan öte bir sevdanın kanını akıtmalı kalbinize.
Hüseyin’i hatırlamak Hüseyin’e gözyaşı dökmek için değildir; dünya çölünde elimizden kayıp giden canı Hüseyin’ce güzel bir potaya akıtmak içindir.
Hüseyin’i anmak Hüseyin’e acımak için değildir; hırs ve hasetlerin Kerbelasında susuz ve tesellisiz kalmış ruhlarımızı Hüseyin’ce bir Kevser’in başına oturtabilmek içindir.
Kerbela’ya giderken kardeşi Zeynep’in “gitme!” diye yalvaran çığlıklarını hatırlayın.
“Gitme, kal!” diyen dostlarının feryadına bir daha kulak verin.
Gitmek: candan olmak.
Kalmak: canlı kalmak.
Öyle sanılıyordu, hep öyle sanıldı.
Oysa gitsen de kalsan da candan olacaksın, zaten canlı kalmayacaksın.
Öyle demiyor muydu Hüseyin kardeşi Zeynep’e…
“Bil ki kardeşim gök kubbe altında yaşayan, yeryüzünde hareket eden ne varsa, gün gelecek ölecek, canını verecek.”
Kalmaya direnmenin kime faydası var.
Ölümü geciktirmek kime hayat bahşeder.
Durduramadığın ölümü bir anlamla doldur.
Önünü alamadığın can verişini bir sevdanın pazarına sür.
Zaten eriyen sermayeni bir kutlu Müşterinin eline koy.
Tükenmeden sat canı.
Değeri düşerken değerli bir bedele ver ömrünü.
Hüseyince razı ol ölüme…
Altını üstüne getir hayatının.
Öncelediklerini ertele, ertelediklerini öncele..
Kaz ömrünün toprağını…
Altını üstüne getir hayat tarlasının…
***
Hüseyin’e ağlamak değil ki görevimiz, Hüseyin acısından yeni filizler çıkarmak hayatımıza.
Kerbelâ’ya ağlamak değil sadece işimiz, kendimize ağlayıp yeni başlangıçlar yapmak.
Kerbelâ’da Hüseyince duruşun bedelini seve seve üstlenmek.
Ey insanlar,
Ey bu dünyanın ölümlü yolcuları,
Ölümün Kerbelâsına yürüyen canlar,
Dünyanın tarlasına ekilen tohumlar,
Biz acılardan yeni acılar üretmek için anmıyoruz Kerbela’yı ve Kerbela’nın şehitlerini.
İyice anlamalıyız ki Kerbela’nın ciğer yakan, yürek sızlatan kederi, bize candan öte bir değer yüklemek içindir, hayattan öte bir sevda taşıtmak içindir.
Kim ki gövdesinin kaygısını terk edip ruhuna su içirmeye koşar, o Hüseyin’in yanında Kerbela’ya yürümektedir bugün.
Kim ki ölmek ve kalmak arasında salınmaktan sıyrılır da Hakkın hatırına ölmeyi kalmak kadar değerli bilirse, o Hüseyin’in yanında Kerbela’ya yürümektedir.
Kim ki can endişesinden sıyrılır da, Canan uğruna can verecek teslimiyete erişirse, o Hüseyin’le Kerbela’ya yürümektedir.
Kim ki Hüseyin için gözyaşı döktüğü kadar, Hüseyince olmayı, Hüseyince canla başla haksızlığa direnmeyi göze almışsa, o Hüseyin’in şehitliğine şahittir.
Kim ki Hüseyin’in matemi için ter döktüğü kadar, Hüseyin’in durduğu yerde durmak için yorulur, gövdesini Hüseyin’in uğrunda can verdiği gerçeğin bekçisi yaparsa, o Hüseyin’ce şahittir, Hüseyince şehit olasıdır.
Vesselam…