Hz. Peygamber’in Günlük Hayatı

20 Şubat 2019

Rasûlullah Efendimiz’in (sav) yeme-içme, uyuma, giyinme gibi halleri, hâne-i saâdetteki sohbetleri, güler yüzlü ve eşlerine yardımcı aile reisliği, cömertliği, misafirperverliği gibi günlük hayatına dair konular üzerine araştırmalar yapan ve çalışmalarını “Hz. Peygamber’in Günlük Hayatı 1 & 2” başlığıyla iki kitapta toplayan Doç. Dr. Fatımatüz Zehra Kamacı ile konuştuk.

Hz. Peygamber vücut ve kıyafet temizliğine, saçının sakalının temiz ve düzgün olmasına çok dikkat ederdi ve sahabilerinden de bu konuda dikkatli ve özenli olmalarını isterdi. Hz. Peygamber’in ayna, sürmedan, tarak, misvak ve yağını yanından ayırmadığını biliyoruz. Bir de muhatabı ona baktığında, yanında olduğunda, gördüğü hiçbir şeyden rahatsızlık duymasın istiyor. Bu yüzden de saçına, kıyafetine, diş temizliğine, temiz kokmaya çok özen gösteriyor.

Hz. Peygamber’in ev hali nasıldı. Onun hâne-i saâdetteki hayatı, bugün bizim ev hayatımıza dair hangi mesajları veriyor?

Bu konuda Hz. Peygamber’in her döneme ve coğrafyaya verdiği mesaj farklı. Aslında O aynı şeyi söylüyor da bizim kendi kodlarımıza, kendi tercihlerimize göre anladığımız ve aldığımız mesaj farklı. Ama belli şeyler var ki bunlar tarih üstü, her dönem ve her coğrafyada standart. Hz. Peygamber’in hâne-i saâdetindeki yaşamına ve günlük hayatına baktığımda ve onun bütün zamanlara hitap etme özelliğini düşündüğümde ben, şöyle bir durumla karşılaşıyorum. Hz. Peygamber evde sürekli pozitif bir insan. Hep gülümseyen, problem çözen, şikâyet etmeyen, günümüzün tabiriyle etrafına olumlu enerji yayan bir insan. Hz. Peygamber’in hâne-i saâdetteki hali ve tavrına dair detaylara girmeden en temelde söyleyebileceğimiz özellik bu. Hz. Aişe de, “Hz. Peygamber evde nasıldı” tarzında sorularla karşılaştığında “hepinizin eşleri gibiydi ama o daima gülümserdi” diye cevap veriyor. Bu çok önemli bir kere.

Bugüne baktığımızda hepimizin bir aile hayatı var ve aile güzelliklerin ama aynı zamanda dertlerin de paylaşıldığı bir ortam. Evin dışında özellikle işte bir problem yaşadığınızda o problemi getirdiğiniz yer ev. 21. yüzyılda gelinen noktada artık sadece erkek değil kadın da çalışıyor ve problem eve artık iki kanaldan da geliyor. Dışarıdan eve taşıdığımız problemler, evde sevginizi ve ilginizi eksik etmeden ihtiyaçlarını karşılamanız gereken çocuklar derken çoğu zaman işler karışıyor. İşte Hz. Peygamber’in bu noktada çok özel bir çabası var. Benim hep aklıma getirdiğim ve örnek almaya çalıştığım bir yön bu. Hâne-i saâdette yaşanan bütün kriz anları ve zorluklar karşısında Hz. Peygamber sakin, hep sadece söylenmesi gerektiği kadarını söyleyen bir aile reisi. Bence Hz. Peygamber’in ev haline dair ilk söylenmesi ve en çok vurgulanması gereken özelliği güler yüzlü ve pozitif olması.  

Hz. Peygamber’in temizliğe önem verdiğini ve ashabını da bu hususta sıkça uyardığını gösteren birçok hadis-i şerif var. Hz. Peygamber’in temizlik alışkanlığı ve kişisel bakımı nasıldı?

Hz. Peygamber vücut ve kıyafet temizliğine, saçının sakalının temiz ve düzgün olmasına çok dikkat ederdi ve sahabilerinden de bu konuda dikkatli ve özenli olmalarını isterdi. Hz. Peygamber’in ayna, sürmedan, tarak, misvak ve yağını yanından ayırmadığını biliyoruz. Bir de muhatabı ona baktığında, yanında olduğunda, gördüğü hiçbir şeyden rahatsızlık duymasın istiyor. Bu yüzden de saçına, kıyafetine, diş temizliğine, temiz kokmaya çok özen gösteriyor. Ancak bunu günümüz standartlarıyla düşünmeyelim. Kuyulardan su çekildiği ve her zaman temiz su bulunmadığı, bazen çok uzak yerlere yürüyerek su alıp gelmenizin gerektiği bir ortamda temiz olmak ve temiz kalmak çok zor ki Hz. Peygamber bunu başarıyor. Eşlerinin, ashabının ve onunla görüşen herkesin bu noktada da takdirini ve hayranlığını kazanıyor. Bir de Hz. Peygamber sürekli insanlarla birlikte, yalnız kalabildiği çok az zaman var. Medine’de mukim sahabiler var, Medine dışından gelenler var. Hz. Peygamber’i ilk kez gören birinin izlenimi de olumlu olmalı çünkü onun arkasından davet gelecek, ilk izlenim olumlu olmazsa peygamber olarak vazifesini yerine getirememe endişesi yaşıyor. Sürekli sahabinin gözünün önünde ve bunların ötesinde Hz. Peygamber’in her uygulaması, her davranışı sünnet oluyor. Su içmesi, yürümesi, saçını taraması sünnet oluyor. Bu yüzden Hz. Peygamber çok hassas ve dikkatli yaşıyor. Elbisesinin temizliğine, güzel kokmaya dikkat ediyor. Bir de Hz. Peygamber’in, kendi döneminde yaygın olan erkekler için saçı zeytinyağı ile yağlamak ya da göze sürme çekmek, koku sürmek gibi uygulamaları devam ettirdiğini görüyoruz.

Hz. Peygamber’in başkasının söküğünü dikmesi çok etkileyici bir anekdot. Kendi söküğünü dikmesinden bahsetmiyoruz, başkalarının söküğünü dikiyor. Hz. Peygamber’in fakir bir sahabinin, bir yaşlı kadının sökük elbisesini görüp onu eve getirip dikmesi, ayakkabısını yamaması, empati noktasında, farkındalığı ve çevresiyle ilgili olması noktasında, vazifesini ciddiye alması ve tevazu noktasında çok önemli bir eşik.

Hz. Peygamber’in yemek ya da temizlik yapmak, ev işlerine yardım etmek ya da söküğünü dikmek gibi pek çok işte ev hayatına hep dâhil olduğunu görüyoruz. Bu özelliğini biraz açar mısınız?

Hz. Peygamber dışarıda, özellikle Mescid-i Nebevi’de çok fazla ve sürekli problemle uğraşıyor. Onun yanına gelenler hep bir soruyla, bir sıkıntıyla geliyorlar. Daima insanlarla iç içe, hep anlatan, öğreten, cevap veren ve sorunlarla bizzat ilgilenen biri. Bütün bu sıkıntıları yüklenen biri olarak mesela eve geldiğinde “ben bugün çok yoruldum, biraz istirahat edeyim ya da açım yemek hazırlayın” demiyor. Hz. Peygamber eve geldiğinde o anda evdeki akış neyse, neyi gerektiriyorsa ona sessizce ve gönüllü olarak dâhil oluyor. Kendi evini ya da kendini ilgilendiren herhangi bir hususta birisine “şunu yap, bunu yap” dediği vaki değil. Kendisi kalkıp yapıyor. Evine yorgun gelip eşinden hizmet bekleyen, yemeğin hazır edilip önüne koyulmasını talep eden bir kimse değil. Mesela Hz. Peygamber’in başkasının söküğünü dikmesi çok etkileyici bir anekdot. Kendi söküğünü dikmesinden bahsetmiyoruz, başkalarının söküğünü dikiyor. Hz. Peygamber’in fakir bir sahabinin, bir yaşlı kadının sökük elbisesini görüp onu eve getirip dikmesi, ayakkabısını yamaması, empati noktasında, farkındalığı ve çevresiyle ilgili olması noktasında, vazifesini ciddiye alması ve tevazu noktasında çok önemli bir eşik. Ve Hz. Peygamber evde olduğu zamanlarda hep bir şeyle meşgul, hiç boş durduğu yani atıl olduğu zaman yok. Özellikle Hz. Aişe’den gelen rivayetlerde bu özelliğini çok net görüyoruz.

Bugün biz gündüz çalışıyoruz, koşturuyoruz ve akşam evde hiçbir şey yapmamayı, atıl olmayı dinlenmek olarak görüyoruz. Televizyon izleyen bir insanı gözlemleyin. Bilgisayar ya da televizyon karşısında akşam bütün zamanını geçiren bizler için ev, atıl olunan yer demek. Hz. Peygamber’in ev hayatında atıl olunan bir an yok. Eli ve zihni sürekli meşgul çünkü hem kendi işlerini hem de başkalarının işlerini görmesi onun rutini. Evde kirli bir yer gördüğünde kalkıp orayı temizlemesi, susadıysa kalkıp suyunu içmesi,  yemek yapılması gerektiğinde kalkıp yemek yapması onun normali. Ev onun için kendini bıraktığı, hizmet beklediği bir yer değil ve onun bu özelliği bugünün Müslümanlarının ev hayatında, evdeki davranış ve beklentilerinde, evin hizmet ve ihtiyaçlarını paylaşmak noktasında ölçüt olmak zorunda.

Hz. Peygamber’in evdeki hali tavrı, sürekli meşgul ve ev işlerine dâhil olması, yapıcı ve problem çözücü özelliği, üstelik bütün bunları hiç gerilmeden, sıkılmadan ve sıkıntı vermeden tabii ve güler yüzlü haliyle yapıyor olması ev halkına da sirayet ediyor. Eşlerinin genelde onunla daha fazla zaman geçirmek, ona yakın olmak istemesi, bunun için bazen sorunların çıkması hep Hz. Peygamber’in hâne-i saâdetindeki eşsiz hal ve tavrının güzelliğiyle alakalı. Onun yanında mutlular, huzurlular. Üstelik Hz. Peygamber’in eşlerine vadettiği hiçbir maddiyat yok, zenginleşme, bolluk içinde yaşama gibi lüksleri yok. Bilakis Hz. Peygamber’in eşi olmak zenginleşememek, hizmetçi tutamamak, çile çekmek, yoklukla imtihan demek. Hal böyleyken hanımları bütün bu sıkıntılara karşı gönüllüler. Çünkü maddiyat dışında bir eşte aranacak bütün özellikler onda fazlasıyla mevcut. Hz. Peygamber daima evini huzurlu, şenlikli, muhabbetli kılan bir eş ve baba.

Mescid-i Nebevî’deki sohbetleri genelde sahabenin sorularını cevaplamak, sıkıntılarını dinlemek, Kur’ân’ı anlatmak ve uyarılarda bulunmak şeklindeydi. Peki, Hz. Peygamber'in hâne-i saâdetteki sohbetleri nasıl?

Hz. Peygamber’in hâne-i saâdette çok hoş sohbetleri var. Tabi orası aynı zamanda en özel konuların konuşulabildiği yer. Mesela sahabenin Hz. Peygamber’le arasında bir mesafe var, özellikle de bazı münasebetsiz soruların sorulması üzerine sahabiler ayetle uyarıldıktan sonra, onun terbiyesinde yetişen ve hep yanında olanların, artık Hz. Peygamber’e soru sormakta çekindiklerini görüyoruz. Hani “bir bedevi gelse, şunu sorsa da biz de öğrensek” denilen bir noktada, evde soru sorma ve sohbet konusunda bir sınır yok. Biz bunu Hz. Aişe’de özellikle çok görüyoruz. Hz. Aişe fıkıhta var, tefsirde var hadiste var, tarihte var. Ve çok özgüvenli bir şekilde var. “Ben biliyorum çünkü ben bu konuyu Hz. Peygamber’le konuştum” diyor. Herkesin soramadığı soruları soruyor ve cevaplarını Hz. Peygamber’den alıyor.

Hâne-i saâdette misafirlikler ve bu misafirlikler esnasında gelişen sohbetler de var ama eşlerinin yanındaki misafirliklerin çok sınırlı olduğunu görüyoruz. Hz. Peygamber’in misafir ağırlamaları daha çok mescitte gerçekleşiyor. Hz. Peygamber’in kendi kendine kalabildiği pek az zaman dışında yanında hep birilerinin olduğunu, misafir ağırladığını ve misafire muazzam önem verdiğini biliyoruz. Misafirine en azından bir hurma ya da bir bardak suyla ikramda bulunmadan göndermediğini de. Kendisine hediye olarak gelen varsa yemek ya da başka bir şey onu misafirine ikram ediyor.

Hz. Peygamber’e hediye gelenlerin genelde yemek ya da hurma gibi yiyecekler olduğunu görüyoruz. Bizim ikram etmekten ya da hediye vermekten anladığımız bugün daha farklı.

Evet, maalesef günümüzde bu işler bir yarışa bir meydan okumaya dolayısıyla da bir külfete dönüştü. Hz. Peygamber’in ikramı, insanların akşam ne yiyeceğini düşündüğü bir ortamda bir hurma olarak ifade ediliyor. Zaten ikram etmek yerine de hediye etmek ifadesi daha doğru olacaktır. İnsan kıymetli bir şeyden hediye verir ve o zaman yemek çok kıymetli. Hz. Peygamber’e gelen hediyeler de bir tabak yemek ya da hurma oluyor. Hz. Peygamber’in bir hurma ya da bir bardak suyla da olsa muhakkak misafirlerine ikramda bulunduğunu ve ortak bir yemek yeniyorsa onlar doymadan sofradan kalkmadığını görüyoruz. Hz. Peygamber misafiriyle yemek yerken bir iki lokma alıp bekliyor, kalanı misafirleri yesin ve doysunlar istiyor. Sürekli başkasını düşünme hali yani. Çoğu zaman Hz. Peygamber gün içinde eve geldiğinde yiyecek bir şey olup olmadığını soruyor. Varsa yiyor, yoksa oruca niyetleniyor.

Hz. Peygamber, “bir günlük yiyeceği olan kimsenin bahtiyar sayılacağını ifade ediyor. Sofradan doymadan kalkıyor, kendisi aç olduğu halde başkasına yediriyor. Onun yeme içme alışkanlığı bugün uygulama noktasında ayrıştığımız, anlama noktasında da zorlandığımız bir konu.

Bugün yemek yemek artık ihtiyaç olmanın çok ötesinde bir yerde. Adım başı lokanta, çeşit sınırsız, ulaşmak kolay ve artık yemek yemek ihtiyaçtan, karın doyurmaktan ziyade bir sosyalleşme vesilesine, bir etkinliğe dönüşmüş durumda. Az yemek bugünkü yaşam biçiminde bizim için, sağlık yitirildiğinde ya da problemler yaşandığında girilen bir arayış neticesinde ulaştığımız nokta anlamına geliyor.

Bugünün penceresinden bakıp o zamanı anlamak çok zor. Hz. Peygamber döneminin şartlarıyla birlikte bunu değerlendirmek lazım çünkü bugünden baktığımız zaman bu davranışı anlayamıyoruz ve bir yere oturtamıyoruz. O dönemde yeme içme sadece bir ihtiyaç ama karşılanması zor bir ihtiyaç. Yokluk var, açlık var, Medine’de sürekli artan bir Müslüman nüfusu var ve kaynaklar sınırlı. Hz. Peygamber’in ve sahabilerin istese de öyle tıka basa doyacak kadar bol ve çeşitli yemeğe ulaşma imkânı yok.

Ekonomik şartlar iyileşmeye başladığında  da Hz. Peygamber yine bir hurma ve bir bardak suyla yetinebiliyor, sahabi ya da ailesiyle birlikte yemek yerken karnını tıka basa doyurmuyor, yemekten biraz alıp kenara çekiliyor. Yani Hz. Peygamber’in yeme içme alışkanlığı yokluk zamanında nasılsa varlıkta da aynı. Onun tavrı, bu konudaki hassasiyeti, azla yetinmesi, sofradan karnını doyurmadan kalkması şartlar ve ekonomik duruma göre değişkenlik göstermiyor.

Hz. Peygamber’in yeme-içme konusunda azla yetinmesinde belirleyici faktör, mevcut koşullar yani ekonomik sıkıntılar mı?

Değil. Evet, o dönemde az yemek bir meziyet ya da bir tercih değil. Özellikle orta ve alt kesim için mecburiyet. Ama mesela Hz. Osman’ın az yemeye çalışmasından bahsedersek bu evet bir tercih ama Ebû Hüreyre için zorunluluk, çünkü zaten karnını doyurmakta zorlandığı dönemler oluyor. Hicretten sonra ilk 5 yıl için çok ciddi bir açlıktan söz edebiliriz. Yeme içme konusunun temeline şöyle inelim, Müslümanlar Mekke’den Medine’ye hicret ettiler, en son Hz. Peygamber hicret etti ve Medine’de onu bekleyen, onu çok seven bir grup var. Medine’nin nüfusunun yedide biri gibi bir nüfustan söz ediyoruz. Bin kişi gibi bir grubun Hz. Peygamber’e inandığı ve onu özlemle beklediği bir toplumdan bahsediyoruz. Hz. Peygamber Medine’ye geldiği andan itibaren Medineli Müslümanlar ona hizmet etmek, onu ağırlamak ve ona ikramda bulunmak için adeta birbirleriyle yarışıyorlar. Çünkü Medine’de yerleşik bir hayat ve zengin Müslümanlar var ve sahibiler sürekli Hz. Peygamber’e yemek gönderiyorlar. Önce Hz. Peygamber ne yer, ne içer neyi sever diye bir tanıma süreci oluyor sonra ona göre ikramda bulunuyorlar. Ama bakıyorlar ki yemek ikram edildiğinde, Hz. Peygamber tadına bakıp sonra yemeği eşlerine gönderiyor, sahabi ile paylaşıyor, gelen yemek hiçbir zaman Hz. Peygamber tarafından yenip bitirilmiyor. İlk zamanlar bu böyle gidiyor çünkü Medine’de fakir Müslümanlar var, aç muhacirler var suffe ashabı var. Onların halini görüp Hz. Peygamber’in gelen yemekleri kendisinin yemesi ya da onlar açken sofradan tok kalkması mümkün değil. Ailesine de “ashab-ı suffe açken ben karnımı doyuramam” diyor mesela. Hz. Peygamber o zamanlar evet karnını doyurmuyor, aç kalıyor, aslında yemek ona ikram edilmiş yiyebilir ama yemiyor.

Peki, ilerleyen yıllarda durum değişiyor mu? Yani ekonomik şartlar iyileşmeye başladığında, muhacirler de çalışıp para kazandığında, zenginleşmenin başladığı dönemlerde bu değişiyor mu? Sorunuzun cevabı için buraya bakmak lazım. Hayır değişmiyor. Hz. Peygamber yine bir hurma ve bir bardak suyla yetinebiliyor, sahabi ya da ailesiyle birlikte yemek yerken karnını tıka basa doyurmuyor, yemekten biraz alıp kenara çekiliyor. Yani Hz. Peygamber’in yeme içme alışkanlığı yokluk zamanında nasılsa varlıkta da aynı. Onun tavrı, bu konudaki hassasiyeti, azla yetinmesi, sofradan karnını doyurmadan kalkması şartlar ve ekonomik duruma göre değişkenlik göstermiyor.

Sahabe, özellikle Hz. Peygamber’den sonra uygulamada bunu ne kadar sürdürebiliyor? Mesela Hz. Peygamber’in vefatından sonra Hz. Aişe “artık Müslümanlar çok yemekten dolayı rahatsızlanıp hekimlere gider olmuş” diyor ağlayarak. Hz. Aişe’nin bile şahit olabileceği kadar hızlı bir değişim mi yaşanıyor?

Tabi çok hızlı bir değişim var ve Hz. Aişe yaşı da genç olduğu için bu süreçlere yakından şahit oluyor. Hz. Peygamber’in vefatından sonra fetihlerle birlikte ticaret artıyor, savaşlarda muazzam ganimetler elde ediliyor. Zenginleşme ile birlikte çok kısa bir sürede yeme içme alışkanlıkları da değişiyor. Hatta Hz. Peygamber ile birlikte o yokluk zamanlarını yaşayan sahabilerin intibak problemi yaşadığını, üzüldüğünü ve bunun iyi olmadığını ifade ettiğini görüyoruz. Hz. Peygamber zamanındaki o yokluk günlerini anlatınca Hz. Aişe’ye “neden karanlıkta kaldınız, zeytinyağı ile aydınlanıvereydiniz ya,” diyenlere Hz. Aişe’nin “biz zeytinyağını bulsak ekmeğe katık ederdik” demesini hatırlamak lazım. Ama mesela Hz. Peygamber’in vefatından sonra çok zengin bir sahabi olmasına rağmen Hz. Osman, Hz. Ebubekir ya da Hz. Ömer’de bir değişiklik görmüyoruz çünkü onlar infak noktasında Hz. Peygamber’i birebir örnek almış isimler.

Hz. Peygamber sadece yeme içme hususunda azla yetinmiyor. Hicretin ilerleyen dönemlerinde gelirleri arttığında da mesela oturduğu evi değiştirmiyor. Büyütmüyor, kılık kıyafetini değiştirmiyor. Bir de Hz. Peygamber eşyasına bağlı biri, eşyasına isim veren, onunla özel bağ kuran bir insan. Yani yenisi gelince ya da yenisini alabilecek durumda olunca eskisini atan bir kişi değil. Bugün bizim için geçerli olan durumun tamamen zıttı. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’i de bu noktada çok rahatlıkla örnek olarak zikredebiliriz. Hz. Peygamber’den sonra zenginleşme dönemindeki gidişata dur demek için uğraştıklarını ve standartlarını değiştirmediklerini, direndiklerini görüyoruz.

Hz. Peygamber’in uyku düzenine baktığımızda ibadetin yine merkezde olduğunu görüyoruz. Hz. Peygamber yatsıdan sonra uyurdu, gece namazı çok önemliydi. Onun uyku düzeni açısından tercih ettiği en önemli şey rahat olmayan bir yatak. Mesela Hz. Peygamber’in rahat olmayan, onu rahat ettirmeyen bir yatak tercih ediyor olması beni çok etkiler. Gece kalkması gerektiğini bilen, bunu önemseyen ve yatağını buna göre tercih eden bir Peygamber.

Hz. Peygamber’in uyku düzeni, uyuma alışkanlığı nasıldı?

Hz. Peygamber’in uyku düzenini bugün bizimkinden çok farklı. Ki bunun yeme içme alışkanlığından bile daha baskın bir farklılık, bir ters düşme olduğunu görüyoruz. Bugün sağladığı imkânlar bakımından gecenin gündüzden farkı yok. Günümüz teknolojisi artık geceyi de gündüze çevirdi ve biz geceyi çalışarak, okuyarak veya istediğimiz herhangi başka bir şeyi yaparak geçirebiliyoruz. Bir kere Hz. Peygamber’in uyku düzenine baktığımızda ibadetin yine merkezde olduğunu görüyoruz. Hz. Peygamber yatsıdan sonra uyurdu, gece namazı çok önemliydi. Hadislerden anladığımız kadarıyla yatsı namazını biraz geç kıldırıyor, ardından evine gelip kısa bir süre sonra yatıyor. Yine Hz. Peygamber’in uyku düzeni açısından tercih ettiği en önemli şey rahat olmayan bir yatak. Mesela Hz. Peygamber’in rahat olmayan, onu rahat ettirmeyen bir yatak tercih ediyor olması beni çok etkiler. Gece kalkması gerektiğini bilen, bunu önemseyen ve yatağını buna göre tercih eden bir Peygamber. Çünkü o da bir insan, uyuya kalabilir. Uyuya kalmayayım diye rahat edemeyeceği bir yatakta uyuyup gecenin farklı zamanlarında uyanıyor ve uyandığında da kalkıp namaz kılıyor. Yani Hz. Peygamber gece uyanmak için çaba sarf ediyor. Bütün geceyi uykuda geçirmediğini, gecenin muhtelif zamanlarında kalkıp namaz kıldığını, Kur’ân okuduğunu ve ibadet ettiğini biliyoruz. Gündüz ise, o toplumun geleneği olan kaylule yani öğle uykusuna önem verdiğini, bu geleneği sürdürdüğünü görüyoruz. Gündüz uykusunun vücudu dinlendirdiğini, dinçleştirdiğini ve gece ibadetini desteklediğini söyleyebiliriz. Bugünün insanı, gece namazı eda etme, sabah namazından sonra günlük faaliyetlere başlama gibi hususları yaşamının merkezine yerleştirmediğinden akşam erken yatma, sabah erken kalkma gibi alışkanlıkları edinmekte zorlanıyor. Hz. Peygamber’i geceyi gece gibi gündüzü gündüz gibi yaşamaya iten etkenleri göz ardı ederek bu hususu anlamamız ve onu uyku hususunda rol model almamız mümkün gözükmüyor.  

Güneş, ay tutulması, fırtına, yağmur gibi bizim için sıradan ve normal olan durumlarda Hz. Peygamber korku ve endişe ile hemen mescide gidip dua ediyor. Bunu nasıl anlamalıyız?

Allah’ın merhametini en iyi bilen o, Allah’ın gazabını da en iyi bilen o. Hz. Peygamber, gaybî dünyanın kapılarının açıldığı bir peygamber. Geçmişte olanlar ve gelecekte olacak olanlara dair en doğru bilgi kaynağına erişimi mümkün ama bu her bilgiye de erişebiliyor demek değil. Allah Teâlâ Hz. Peygamber’e gaybî bilgileri sınırsız bir şekilde vermiyor, sadece istediği kadarını veriyor. Aksi takdirde çok üzüldüğü Recî Vak‘ası ya da Bi’rimaûne Vak‘ası gibi hadiseleri açıklayamayız. Hz. Peygamber kendisine bildirilenlerin bir kısmını sahabi ile paylaşıyor ama önemli bir kısmını da paylaşmıyor. Ne gördüğünü, ne duyduğunu ne öğrendiğini bilmiyoruz. İşte Hz. Peygamber bütün bu bizim bilmediğimiz ve görmediğimiz şeyleri bilerek ve görerek normal insanların arasında, normal bir hayat yaşamaya çalışıyor ve bunu muazzam bir biçimde başarıyor. Cenab-ı Hakk’ın katında hiç kimsenin sahip olmadığı bir yere sahip, naz makamında ama kendi halinde bir beşer nasıl yaşıyorsa öyle yaşıyor. Korku ile ümit arasında bir noktada. Onun Peygamber olması ve Allah’la konuşabiliyor olması, güvende olmasını sağlamıyor. İşte bütün bu zorluklar içerisinde normal bir hayat yaşamaya çalışıyor ki bu benim ona olan hayranlığımı ve sevgimi kat kat artıran bir özellik. Bu kadar yüksek bir algıya, bilgiye sahip, Cenab-ı Hak’tan vahiy alıp sonra bir bedeviye beş vakit namazı anlatması, Hz. Peygamber’in bir beşer sınırları içerisinde bütün bunları yerli yerine oturtabiliyor olması muazzam bir özellik. Sadece bu anlayışlı olma halini, bu empati gücü bu tevazuyu uygulayabiliyor olsak bugün zengin fakir, güçlü zayıf gibi ayırımların negatif etkisi kalmayacak. Bugün çok büyük maddi imkânları ve gücü olduğu halde bir fakirle bir araya geldiğinde, konuştuğunda ona rahatsızlık vermeyecek insan sayısı kaçtır? Hz. Peygamber’in yanında hiçbir fakir ya da bedevi kendini kötü hissetmiyor çünkü son derece mütevazı yaşıyor. Bu durum sadece yaşantısı ya da tavrı için değil duygu dünyası için de geçerli.

Hangi soydan ve nereden gelirse gelsin kişi, Müslüman olunca eşitleniyor. Köle ile efendi, asil bir soydan gelmeyen birisi ya da Kureyşli hepsi aynı, din kardeşi.  Hz. Peygamber’in ya da sahabenin yol kenarında oturan aç, fakir birini gördüğünde onun karnının tok olduğundan emin olması lazım. Hz. Peygamber Medine’yi böyle bir noktaya getiriyor. 

Hz. Peygamber’in getirdiği din kardeşliği vurgusuyla sahabenin de yardımlaşma ve kardeşlik konusundaki örnekliği çok üst bir yerde. Mesela Hz. Peygamber, mescide gelen bir fakiri işaret ederek “kardeşini kim misafir edecek” diye sorduğunda gönüllü olan sahabinin evinde sadece bir kişilik yemek olması, çocukları aç uyutup, ışığı karartıp yemek yiyor gibi yapıp misafiri doyurmaları örneği…

Hz. Peygamber’in değiştirmeye çalıştığı çok önemli uygulamalardan biri de Cahiliye asabiyeti.  Cahiliye, Hz. Peygamber’den önce tamamen kabile sistemi üzerine kuruluydu. Asabiyet – asabe- bir insanın soyu demek. Mekke kabilelerin yaşadığı bir toplum ve o toplumda varlığınızı sürdürebilmeniz için kendi soyunuza tutunmanız lazım. Yani nicelik üzerine kurulu bir sistem çünkü sayınız ne kadar artarsa o kadar varlık gösterebilirsiniz. Bu yüzden şöyle bir anlayış hâkim, benden olan haksız da olsa haklıdır. Kabilecilik yapısında adaletin olmadığı, herkesin kendi adaletini oluşturduğu, belli temel niteliklerin bulunmadığı bir sistem var ve burada “haksız da olsa kendi soyundan olana sahip çıkmalıyım” algısı hâkim. Hz. Peygamber’in bunun yerine ikame etmeye çalıştığı şey ise din kardeşliği. Asabiyet, kabilecilik değil, din kardeşliğini merkeze çekiyor. Hangi soydan ve nereden gelirse gelsin kişi, Müslüman olunca eşitleniyor. Köle ile efendi, asil bir soydan gelmeyen birisi ya da Kureyşli hepsi aynı, din kardeşi. Bu çok radikal bir değişim ve Müslümanların hemen adapte olmakta zorlandığı bir durum. Asabiyet yerine din kardeşliğini yerleştirmek demek ümmetine çok düşkün bir peygamber için gece gündüz çalışmak demek. Kabile gücünün yerini dinin alması Medine nüfusu için aşağı yukarı on bin kişi demek ve hepsi eşit insani haklara sahip. Bunun pratikteki zorlukları var, mesela herkes doymalı, aç kimse kalmamalı ve bu da müthiş bir yardımlaşmayı beraberinde getiriyor. Temel insani ihtiyaçlar açısından bakıldığında gayri müslim nüfusu da bu kapsama dâhil etmeliyiz elbette. Yani Hz. Peygamber’in ya da sahabenin yol kenarında oturan aç, fakir birini gördüğünde onun karnının tok olduğundan emin olması lazım. Hz. Peygamber Medine’yi böyle bir noktaya getiriyor. Hz. Peygamber döneminde kimse açlıktan dilenmek zorunda kalmıyor çünkü onlara her daim sahip çıkan, bir şey istemeye geldiklerinde isteklerine cevap veren bir peygamber var. Dilenmeye gerek kalmıyor çünkü Hz. Peygamber’e gittiğinde o zaten karnını doyuruyor, ihtiyacını karşılıyor. Medine toplumunda Hz. Peygamber zamanında bütün Müslümanlar kendisini kardeşine karşı sorumlu hissediyor, herkes teyakkuz halinde ve herkesin birinci vazifesi toplumda kimsenin aç kalmamasını sağlamak, ihtiyacını ve sıkıntısını gidermek.

Hz. Peygamber’in Günlük Hayatı isimli kitap, doktora tezinizin basılmış hali. Kitapta Hz. Peygamber’in günlük hayatını kronolojik bir akışla değil de Medine Dönemi’ni esas alarak, daha mekân merkezli bir planlamayla görüyoruz. Başlıkları nasıl belirlediniz, nasıl tasnif ettiniz?

Evet birinci kitapta Medine dönemini esas aldım ve çalışmamı Hz. Peygamber’in günlük hayatını gözler önünde yaşadığı Mescid-i Nebevî ile sınırlandırdım. Ana başlıkları, Hz. Peygamber’in alışılagelmiş bir düzen içerisinde yaptığı, alışkanlık haline gelmiş fiileri esas alarak belirledim. Buna göre Medine’de bulunduğu süre içerisinde her gün belirli aralıklarla mescide gelen Hz. Peygamber’in günlük hayatındaki en önemli iki husus, ashabıyla ilgilenmesi ve ibadet etmesi olarak karşımıza çıkıyor. Bu iki başlığı detaylı bir şekilde ele aldıktan sonra cenaze namazı kılması, istirahat etmesi vb. daha nadir olarak yaptığı bazı uygulamalar üzerinde durdum. Bu hususları ele alırken kullandığım başlıkları ise, günlük hayat kavramının ilham ettiği tabiî akışa uygun bir biçimde belirlenmeye çalıştım. Bu yüzden de ana başlıklar arasında “Rasûlullah’ın vahiy alması, İslâm’ı tebliğ etmesi” gibi hususlar yer almıyor.

Hz. Peygamber’in Günlük Hayatı 2, Hz. Peygamber’in günlük hayatını bu defa Hâne-i Saâdet merkezli olarak ve Hz. Peygamber’in nadiren gerçekleştirdiği faaliyetlere de yer veren kapsamlı bir çalışma. Seri tamamlandı mı?

Bu ikinci kitabı Doçentlik takdim çalışması olarak hazırladım ve bu çalışmada Hâne-i Saâdet’i inceledim. 5 bölümden oluşan çalışmada öncelikli olarak hâne-i saâdet odalarının mescid içerisinde ve çevresindeki konum ve özellikleri ile ilgili bilgileri serdettim. İkinci bölümde Rasûlullah’ın yeme-içme, giyinme, uyunma gibi ev haline ilişkin hususları inceledim. Üçüncü bölümü ise hâne-i saâdet odalarındaki ibadet hayatına ayırdım. Rasûlullah’ın hane içerisindeki ibadetlerinde nafile namazların ön plana çıktığını vurguladım ve Rasûlullah’ın gece ve gündüz gerçekleştirdiği nafile ibadetler ile ilgili detaylı bilgiler verdim. Dördüncü bölümde Hz. Peygamber’in aile fertleri ile münasebetlerini inceledim, hâne-i saâdette gerçekleşen sohbetler hakkında bilgi verdim, aile mahremiyeti ile ilgili hususları hassas ve dikkatli bir şekilde incelemeye çalıştım. Kitabın son bölümünü ise Hz. Peygamber’in misafirleri ile münasebetlerine ayırdım. Ancak seri henüz tamamlanmadı. Kısmetse birkaç yıl içerisinde “Hz. Peygamber’in Günlük Hayatı 3: Mescid-i Nebevî Dışında” yayınlanacak. Hazırlıkları sürdürüyorum. Böylece bir bütün olarak Hz. Peygamber’in Medine’deki Günlük Hayatını gözler önüne serebilmeyi ümit ediyorum.