Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Kamer: Ay Paramparça



Mukabele; Kitâb’ın içinde kastedilen hakiki anlama oranla -bizim bu güne kadar anlayabildiğimiz Kitâb’ı- karşılaştırarak bir yerde anlam sağlamasını yaparak okumak ve henüz anlayamadığımız hakiki Kitâb’a bakarak “kitapçıklarımızı” yenilemek gibidir. Gerçek bir mukabele hem bugüne kadar Kitap’tan anladıklarımızın doğru olup olmadığını, hem de buna bağlı olarak yaşadığımız hayatın gerçekten de Kitaplı olup olmadığını sorgulama imkânını verir.

Baştan sona okumalarla hayatı yeniden daha doğru anlamanın ve yaşamanın zamanı olsun.


Anla ki gecenin siyahında, bu belirli süreler içindeki değişimleri ve olağanüstü halleriyle ay, diğer bütün varlık parçaları ile yerinde duramayan bir fani olduğunu, işaretlenmiş bir zamana adım atıyor olduğunu sana bildiriyor.

“Son saat yaklaşacak ve ay yarılacak! Ama eğer onlar, Son Saat düşüncesini tamamen reddedenler, onun yaklaştığının işaretini görselerdi, sırtlarını dönerler ve "Bu, hep olagelen bir göz yanılmasıdır!" derlerdi. Çünkü onlar kendi arzu ve heveslerine uyarak bunu yalanlamaya şartlanmışlardır. Ama her şeyin doğruluğu sonunda ortaya çıkacaktır. Ve bakın, onlara küstahlıklarını önleyecek birçok haber gelmiştir.”  (1-4)

Ne olağanın, ne olağanüstü olanın dersini almıyor insan. “Cahillik yapıyor. Dünyanın rengine kanıyor.” Çizgide, renkte kalıp öteye geçemiyor. Evrene ve böylesi ilginç olaylara karşı da körü körüne bir tutum sergiliyor. Kozmik olayları bilimsel anlamda sebep sonuçlarına, yöntemlerine kadar incelemek körü körünelikten kurtulmak anlamına gelmiyor öyle. Bunca bilgiye rağmen bilginin hakikatine ermemek zor. Amaca ulaşmak için didindiği halde ulaşamamak…Varlığın ardındaki gücü ve o güce karşı sorumlu olabileceğini düşünmek istemeyerek körü körünelikte ısrar etmek...

Bu insanın bir özyanılmasıdır. Göz değil…

Sadece ay tutulması değil, bütün bir hayat ve bu dünya bir göz yanılması olabilir öyleyse...

Kimbilir görünen varlıklar, hakikati gizlemek için elinden geleni yapmakla yükümlü geçici birer nöbetçidirler. Nihayet fani oluş; geçici bir süre “doğru” duruş gibiyse de hakikatte bir yalan oluş değil midir? Şu dünya bir hakikati daha iyi ifade etmek için söylenmiş bir yalan gibi duruyor.

Dünyanın faniliği ve baki olan o büyük gelecek, hep geçmiş gibi, olmuş bitmiş gibi anılır Kitap’ta. Bu anlatımda, olacaklardan eminlik vardır. İnsandan da bu konudan emin olmasını istenir. Bu yüzden çoğu zaman o  meşhur ama, yakın geleceğin öncelenmesi yüzünden göz ardı edilen gelecek; adeta yaşanmış bir hatıra gibi anılır durur. Yaşanacağından eminlikle… Sık sık anmak, unutturmamak, asıl geleceğin hiç gündemden düşmemesi ve insanın başka değil kendi geleceğine iyi bir hazırlığı ıskalamamak için olmalı.

Nihayet gelecek, geçmiş olmaya aday olan bir zamanın ilk gençliği gibidir. Geçmiş ihtiyarken, gelecek zamanını doldurmak için kapıda bekler. Allah geleceği içeriye alıyor bu ifadelerle. Kapıda bekletmiyor. İnsanın içerisine işliyor. Gününe, takvimine… Hatırlatmaya yazılıyor konu. Böylece insan 'şimdi’yi yaşarken aynı zamanda çatışmadan, bölünmeden geleceğini de oluşturmuş, şekillendirmiş oluyor.

Düşün öyleyse bu gün ayın tutuluşunu. Bir de ayı düşün. Halden hale geceyi ve zamanı yaşatışını. Olağan, alıştığımız ya da alışamadığımız olağanüstü hallerini…

Ay üstünden bütün bir varlığı, bütün varlığın hallerden hallere değişimini gözlemle. Bu ahval oyunu oynayan istisnasız her varlığın, hep bir yerleri, yaşanması şart zamanları, kurulu bir saati adımlayışı gibidir.

Anla ki gecenin siyahında, bu belirli süreler içindeki değişimleri ve olağanüstü halleriyle ay, diğer bütün varlık parçaları ile yerinde duramayan bir fani olduğunu, işaretlenmiş bir zamana adım atıyor olduğunu sana bildiriyor.

Sana ve hayretle bakan, şaşırabilen, farkına varma duyarlılığını yitirmemiş olan herkese.

Diyor ki ay kendini parçalayarak; hiçbir şey böyle olduğu gibi kalmayacak, bu görünüşler, varlık aleminin bu geçici giyim kuşamları, şu başımızı bekleyen ve yaslandığımız muhafız dağlar, bu büyük  oyun salonu ve çatısı uzay, güleç güneş ve üşümüş bir yalnızlık gibi duran bu ay hep bir değişime uğrayacak. Hepsi kendi sonunu bulacak.

Sen ölümle noktalayacağını sandığın kısıtlı bir gelecek algısıyla bütün hayatını kurgularken, bu uzak ve gizemli geleceği göz ardı etmemelisin, diyor bu ay. Kendini parçalayarak sana bir şeyler anlatan bir elçi gibi…

Fakat belli ki o geleceği istemiyor kimileri. Ve o geleceğe işaret eden, haber veren bir takım ön belirtilere, alametlere adeta bir göz yanılması gibi bakıyorlar. Halbuki var olan her şeyin bir anlama veya amaca sahip olduğu aşikar. Hemen her zaman, yaşanan gün içinde ve hatta anlarda, bilinen halleriyle tabiatta yoktan var etme ve yeniden yaratmaların birçok göstergesi sahnelenip duruyor.  Kendi küçük oyununa dalıp gitmese ah insan…

İnsan artık bunu soluklayıp durduğu hava gibi, bastığı toprak gibi bir gerçek olduğunu anlamalı ki toprağa düştüğünde  başka bir dünyaya büyümek için düşecek. Ve o ölüm yepyeni bir başlangıç öncesinde bir ara geçiş, bir virgül gibi beklemesini bilecek. Sonrası mı? Sil baştan. Yeni bir ınga! Yeni müjdeler veya yeni kederler. Buralardan giden. Eskiden gelen. Dünyadan kalan. Niyetinin sonu. Sözlerinin ve yaşantılarının bir aksi. Ya da bir aksin, yansımanın dünyada yaşanıp bitmesinden sonra hakikatine sıra gelişi…

İkinci ömür. Yeni kader.

Ölümden sonra daha önceki seçimlerinden kazandığı yeni kaderini yaşayacak. Dünyada seçmişti. Şimdi kaderi olacak. O hayat yeni bir düzenlemeyle devam edecek. Dünyadaki davranış ve tutumlarının uzantılarını, kesin sonuçlarını alacak.

O yüzden daha şimdi inanması kendi iyiliği için olacak.

Şimdi bir çağrıdır, bu ayın böyle tutulması. İnsanlığın başına gelecek olan o sonu, bütün faniler adına duyduğu doğal bir duyarlılıkla haber etmesidir şakku’l kamer.

Bu şaşırtan, bu olağanüstü haller, hiçbir şeyin olağanaltı olmadığını söylemektedir. Farkındalığa bir gayret, çağrıdır. Görme engelliliğimizi şok etkisiyle tedavi gibidir. Her şey sanki bir şey söyleyip sonra gitmek için, bir hakikati ifade etmek için bir süreliğine buradadır ve üstüne düşeni normal yollardan anlatamadığı durumlarda olağanüstü, beklenmeyen bir hale girerek bunu yapmaktadır. Ay zaten bir hilal, bir yarım ve dolunay olup duruyor. “Halim hal değil, halden hale girmekteyim” diyor. Olmadı olağanüstü hallere giriyor. Parçalıyor kendini bir şeyleri  hatırlatmak için. Diğer her varlık hayatı boyunca farklı hallere, görünümlere girerek, Kur'ân ayetleri ve hikmetler anlamdan anlama geçerek veya başa gelen olaylar farklı şeyler söyleyerek hep bir hakikate çağrılıyor insan.

“Ve onlara aslında kapsayıcı hikmet verilmişti: ama bütün uyarılar boşa gittiğinden… Sen yine onlardan uzak dur. Çağrı Sesinin, insanı aklın tasavvur edemeyeceği bir şeye çağıracağı Gün, onlar kederli gözlerle, rüzgârın dağıtıp savurduğu çekirgeler gibi mezarlarından kalkacaklar. Çağrı Sesine doğru şaşkınlık içinde koşacaklar ve şimdi hakikati inkâr edenler: "Bu ne felaket bir Gün'dür!" diye haykıracaklar.” (5-8)

Tarihte insanlığa, Yaratanla amaç birliğine, tevhide çağıran sevgili Nuh (as)’a, bu hakikate çağırdığı için deli diyebildi insan. Koca ömründe bu çağrının elçiliği için ortasından yarılan bir ay gibiydi Nuh Peygamber. Koca ömür insanlık için paraladı, parçaladı kendini.

Halbuki var olan her şeyin bir anlama veya amaca sahip olduğu aşikar. Hemen her zaman, yaşanan gün içinde ve hatta anlarda, bilinen halleriyle tabiatta yoktan var etme ve yeniden yaratmaların birçok göstergesi sahnelenip duruyor.  Kendi küçük oyununa dalıp gitmese ah insan…

Gün oldu şöyle dedi:

“Bunun üzerine Nûh, Rabbine: "Doğrusu ben yenik düştüm, artık Sen gel ve bana yardım et!" şeklinde yalvardı.” (10)

Ve o geleceğe, sorumluluğa inanmayan insanların sonu da böyle oldu:

“Biz de seller gibi akan bir su ile göğün kapılarını açtık. Ve toprağın pınarlar halinde fışkırmasını sağladık ki sular önceden belirlenmiş bir amaca hizmet etsin. Ama o'nu sadece tahtalar ve çivilerden yapılmış o gemi ile taşıdık. Ve gemi, gözlerimizin önünde akıp gitti: bu, nankörce reddedilmiş olan o Nûh için bir ödüldü. Ve böyle yüzen gemileri insana rahmetimizin ebedî bir işareti kıldık: öyleyse, yok mudur ondan ders almak isteyen? Ve uyarılarım gözardı edildiğinde verdiğim azap ne şiddetlidir!” (11-16)

Geçmişte Ad toplumu da kasırga ile köklerinden koparılıp atılmış ağaçlar gibi oldular. Haddini bilmeyen nice topluluğun tarihi köklerinden koparak türedi bir konuma düşmesini andırıyordu onların bu halleri. Semud toplumu da küstahlık yaptı. “İçimizden bir faniye mi uyacağız. Bir o mu biliyor?” dediler. Kendilerinden birini dikkate almak hemen bütün sorumluluğu üstlenmeye mecbur bırakacaktı onları. Bundan endişeliydiler. Ve hep bir olağanüstülük arayışında oldular. Mucizesiz inanmayız diyenlerin, şaşırmayı unutan körlüğünü onlar da yaşadılar. Salih  dişi deve/ kamusal yarar için neler yaptı. Fakat ne yaptı ise hunharca dağıttılar. Kıymet bilmediler. Bir tek darbe ile kırıldı hayatları. Aslında kendi kendilerini kırmışlardı. Kuru fidanlığa döndüler. Lut (as) da şafak vakti öldürücü bir kasırga yaşadı. Sapmalar, sapkınlıklar kasırgası. Firavun da…

Tarih de hayat da Kitap da bir şeyler anlatıyor. Ay da yıldızlar da…

Kolayca akılda tutulan, kolay yaşanan. Farkındalık sabahlarına uyandıran. Mutlu etmeye ayıltan…

“Bu nedenle Biz bu Kur’ân'ı akılda kolay tutulur kıldık. Öyleyse, yok mudur ondan ders almak isteyen?” (17)