Hz. Peygamber ordu güçlerine çocuk, kadın, hizmetçi ve köleleri öldürmemeleri doğrultusunda talimat vermiş, ancak o gün müşrik güçleri arasında bulunan kimi kadınların öldürüldüğünü öğrenince çok üzülmüştü. Tebliğinin başından itibaren yerleştirmek istediği savaş ahlakına yabancı Mekkeli askerlerin varlığı yol açmıştı bu ölümlere. Huneyn ordusu bütün bu insan unsurunu içerdiği halde, hedefinde sadece savaşa katılma iradesine sahip müşrikleri bulundurduğu görülüyor.
Mekke tevhidin olduğu gibi hurafelerin, şirkin de merkeziydi. Mekkeliler İslam’ı kabul ettikten sonra hayatlarındaki putları ve hurafeleri aşamalı olarak terk ettiler. İslam’a muhalefetin merkezi fethedilince, şehrin etrafındaki Sakif ve Hevazin gibi kabileler harekete geçtiler. Bu konuda acele etmelerinin sebebi, cahiliye düzenini oluşturan dayanakların büsbütün ortadan kalkması endişesiydi. Esasında Hevazin kabileler topluluğu ile Kureyş arasında öteden beri ticari rekabetten ileri gelen bir düşmanlık vardı. Bu topluluğun Kureyş’e yönelik düşmanlığı İslamiyet’ten sonra Hz. Peygamber’in tebliğine de yönelmişti. Hudeybiye Anlaşması’nın sağladığı yol emniyetiyle ilgili hükümleri sıklıkla ihlal edip kervanlara saldırıyorlardı. Bu nedenle Hz. Peygamber daha önce üzerlerine küçük seriyyeler göndermişti. Mekke’ye doğru sefer hazırlığı yaptığı sırada ise Hevazinliler de bir saldırı planı kapsamı içinde bulunuyorlardı.
Nitekim Hz. Ebû Bekir de kızı Ayşe tarafından yöneltilen, ordunun nereye doğru sefere çıktığına dair soruya, “Bilmiyorum; belki Süleym, belki Hevâzin, belki de Sakīfliler’e karşı gidecektir” diye cevap vermişti. Hevazinliler ise savaşa hazırlanırken kuşkusuz, Mekke’deki sistemi ortadan kaldıran dinin kurallarının yönetim düzlemine henüz tamamen hâkim olmadığı varsayımıyla hareket ediyor, ayrıca bir savaşı takiben oluşacak yeni sistemde büyük bir pay sahibi olmanın hayalini kuruyorlardı.
Liderleri Malik b. Avf, geri dönüşsüz bir sefere hazırlamak amacıyla askerlerinden, ailelerini ve mallarını da yanlarında götürmelerini istemişti. Bir bakıma müşrik düzen adına bir ölüm kalım savaşının amaçlandığı söylenebilir. Hz. Peygamber Mekke’nin fethini takiben Taif yolu üzerinde, Nahle’de bulunan Uzza heykelini yıktırmıştı. Taif’te yaşamakta olan Hevazin Kabilesi’ne mensup Sakifliler aynı şeyin kendi Lat heykellerinin başına da gelebileceği endişesi içindeydi. Böylelikle onlar da harekete geçerek Huneyn yakınlarındaki Evtas’ta toplanmakta olan Hevazinlilere katıldılar.
Mekke’den on kilometre kadar uzakta bulunan Huneyn, su kaynaklarından mahrum, kurak alanlarla kaplı bir vadiydi. Deve yürüyüşüyle bir ila dört günlük mesafede olduğu belirtiliyor.
Müslümanlar Mekke’ye doğru harekete geçen bu ordudan haberdar edildiklerinde, güçlü bir moralle savunma savaşına hazırlandılar. Mekke, beklemedikleri ölçüde kolay fethedilmişti ne de olsa. Üstelik artık daha geniş bir askeri güce sahiplerdi. Böylelikle Mekke’nin fethinden on yedi gün sonra, 6 Şevval 8 ( 27 Ocak 630) tarihinde Hz. Peygamberin yönettiği on iki bin kişiden oluşan ordu yola çıktı ve Huneyn Vadisi’ne ulaştı. Bu on iki bin kişiden on bini Medine’den gelen askerler, iki bini ise ya ganimet hevesi içinde olan ya da Hevazin’e düşmanlık besleyen Mekkelilerden oluşuyordu. Ordu içinde Ümmü Umâre, Ümmü’l-Hâris ve Ümmü Süleym gibi kadınlar da yer alıyordu. Hz. Peygamber orduyu hazırlarken çeşitli kimselerden zırh, silah ve mızrak ödünç almış ve bunları savaştan sonra kendilerine iade etmişti. Huneyn’e gece saatlerinde ulaşan İslam ordusu, savaş için şafağın sökmesini bekledi. Tan yeri ağarırken ordu, yüz süvarinin oluşturduğu Hâlid b. Velîd’in kumandasındaki öncü birliğinin arkasından harekete geçti.
Malik b. Avf’ın yönettiği güçler vadideki geçişleri tutmuş, onları bekliyorlardı.
Savaş 11 Şevval 8 (1 Şubat 630)’da başladı.
Öncü kuvvetler, vadinin en dar ve kumlu yerinde pusu kurmuş olan Hevazinlilerden habersiz, vadiye doğru akıyorlardı. İçi boş ve inişli vadide at veya deve üzerine ilerlemek mümkün değildi. Hava yeteri kadar aydınlanmadığı için pusudaki düşman güçlerini fark edemiyorlardı. Henüz gece yorgunluğunun mahmurluğu içindeki öncü kuvvetler aşağı doğru yürürlerken ok yağmuruna tutuldular. Atlar ve develer ürkmüş, bir kargaşa hâsıl olmuştu. Bunun üzerine İslam ordusunun askerleri düzensiz bir şekilde geri çekilmeye başladı. Hz. Peygamber’in yanında muhacir, Ensar ve Ehl-i Beyt’ten sınırlı sayıda asker kalmıştı. Kimisi fetih sırasında Müslüman olmuş kimisi henüz İslam’ı kabul etmemiş Mekkeli liderler, yaşanan bu bozgunu memnuniyetle karşıladıklarını gösteren sözler sarf ettiler. İslam’ı kabul etmiş olanlardan küfre geri dönenler oldu aralarında.
Kur’ân-ı Kerim’de bu bozguna 12 bin kişilik ordu gücü nedeniyle gururlanan Müslümanların aşırı bir özgüvene kapılmalarının sebep olduğu belirtilir. “Andolsun ki Allah size birçok yerde ve sayınızın çokluğundan dolayı övündüğünüz, fakat çokluğunuzun size fayda vermediği, yeryüzünün bütün genişliğine rağmen dar gelip de sonunda arkanızı dönüp kaçtığınız Huneyn Savaşı’nda da yardım etmişti” (et-Tevbe 9/25).
Kur’ân-ı Kerim’de bu bozguna 12 bin kişilik ordu gücü nedeniyle gururlanan Müslümanların aşırı bir özgüvene kapılmalarının sebep olduğu belirtilir. “Andolsun ki Allah size birçok yerde ve sayınızın çokluğundan dolayı övündüğünüz, fakat çokluğunuzun size fayda vermediği, yeryüzünün bütün genişliğine rağmen dar gelip de sonunda arkanızı dönüp kaçtığınız Huneyn Savaşı’nda da yardım etmişti” (et-Tevbe 9/25). Hz. Peygamber, “Ey insanlar, nereye gidiyorsunuz? Bana geliniz! Ben Allah’ın elçisiyim. Ben Abdullah’ın oğlu Muhammet’im!” diye toparlamaya çalışsa da dağılan askerlere ulaşmıyordu çağrısı. Orduya göstermelik sebeplerle katılan Mekkelilerle provokasyona açık bedevilerdi kaçışmaların sebebi. Neyse ki gür bir sese sahip olan Hz. Abbas, dağılan askerlerin toparlanmasına yardımcı oldu. Hatta böylesine zor bir vaziyette bir tür sükunetle hareket eden ordunun gerçekleştirdiği hücum zaferle sonuçlandı. Kur’ân’da bu zafer şu şekilde izah edilmiştir: “Bozgundan sonra Allah, Peygamberine ve müminlere sükûnet veren rahmetini indirdi; sizin görmediğiniz ordular gönderdi ve münkirleri kahrederek azap verdi ki işte kâfirlerin cezası budur” (et-Tevbe 9/26).
Huneyn Savaşı'nda 200 Müslüman şehit oldu, müşriklerin kaybı ise 300 kişiydi. Ölen müşrikler arasında ünlü bir şair ve savaşçı olan Düreyd b. Sımne de bulunduğu belirtiliyor kaynaklarda. Hz. Peygamber ordu güçlerine çocuk, kadın, hizmetçi ve köleleri öldürmemeleri doğrultusunda talimat vermiş, ancak o gün müşrik güçleri arasında bulunan kimi kadınların öldürüldüğünü öğrenince çok üzülmüştü. Tebliğinin başından itibaren yerleştirmek istediği savaş ahlakına yabancı Mekkeli askerlerin varlığı yol açmıştı bu ölümlere. Huneyn ordusu bütün bu insan unsurunu içerdiği halde, hedefinde sadece savaşa katılma iradesine sahip müşrikleri bulundurduğu görülüyor.
Malik b. Avf ve askerleri arkalarında bir yığın ganimet bırakarak Taif Kalesi’ne sığındılar. Peygamberimiz bu ganimetleri gazilere dağıtmayıp bekledi. Mal sahipleri tevbe edip döndükleri takdirde iade edileceklerini belirtti. On gün bekledi Huneyn’de onları, gelmediklerini görünce de askerlere dağıtmaya başladı. Dağıtımın sonunda ise daha fazla ganimet bekleyen bedevilerin baskısına maruz kaldı. Öyle ki ganimetin fakir Müslümanlara ve kalplerinin İslam’a ısınmasını uygun bulduğu yoksullara vermek için ayırdığı beşte birini de bedevilere dağıtmak zorunda kaldı. Üstelik -Muhammed Gazali’nin altını çizdiği gibi- kargaşa anında kaçan kimseler, mal taksiminde herkesten çok tamahkârdı. Bununla birlikte Hz. Peygamber onların mazisini sorgulamadı, tersine, yumuşak davranışıyla bu maziden kopmalarını sağlamak istedi. Bu uzun vadeli hassas siyaset, sıcak savaşın hemen ardından gelen günlerde müminler arasında bile itiraz konusu oldu. Peygamberimiz şöyle izah etmiştir ganimet siyasetini: “Ben bazılarına hırsları ve sabırsızlıklarından dolayı ganimet veriyor, bazılarını da kalplerinde Allah’ın halk ettiği güzellik ve zenginliğe terk ediyorum.
Aralarındaki bağ dünya malı yüzünden zedelenmeyecek kadar güçlüydü elbette. Ganimetlerle yeni Müslüman olmuş bir kavmi İslam’a ısındırırken, Allah’ın kendilerine taksim ettiği İslam’ı uygun görmüştü onlara. İnsanlar evlerine koyun ve deve ile dönerken Kendisi Ensar ile dönecekti. Bütün insanlar bir vadide, Ensar ise başka bir vadide yürüse, Ensar’ın vadisini takip ederdi.
Ganimet verilmeyen gruplardan olan Ensar arasında da sorgulandı bu siyaset. Zor anlarda kaçışanların elleri kolu dolu iken kendilerine hiçbir şey verilmemesi ağırlarına gitmişti. Peygamberimiz bunu öğrendiğinde onlarla bir toplantı yaptı. Hamd ve senanın ardından bir ortak mücadele geçmişi muhasebesi gerçekleştirdi. Medine’ye hicretiyle birlikte Allah dalalette olan Ensar’ı doğru yola iletmiş, fakir iken zenginleştirmiş, birbirlerine düşman iken kalplerini karşılıklı olarak ısındırmamış mıydı? Fakat elbette kovulmuş olarak geldiği yerde himaye ve yardım görmüş, fakir olarak geldiği halde desteklenmişti; tehditler karşısında güvenliği sağlanmıştı. Aralarındaki bağ dünya malı yüzünden zedelenmeyecek kadar güçlüydü elbette. Ganimetlerle yeni Müslüman olmuş bir kavmi İslam’a ısındırırken, Allah’ın kendilerine taksim ettiği İslam’ı uygun görmüştü onlara. İnsanlar evlerine koyun ve deve ile dönerken Kendisi Ensar ile dönecekti. Bütün insanlar bir vadide, Ensar ise başka bir vadide yürüse, Ensar’ın vadisini takip ederdi.
Ensar’a dua etti, iyi karşılık buldu, içlerinde ağlayanlar oldu, yatıştı yürekler.
Peygamberimiz öngörülüydü ve insana hidayeti layık buluyordu. Ganimetler taksim edilmişti ki Hevazin heyeti İslam’la şereflenmiş olarak döndü. Tabiatıyla ailelerini ve servetlerini geri istiyorlardı. Peygamberimiz onlara, ailelerini mi yoksa servetlerini mi tercih edeceklerini sordu. Doğrusu açık yürekli bir cevap bekliyordu. Hevazin heyeti, soylarına (ailelerine, çocukları ve kadınlarına) hiçbir şeyi denk tutamayacaklarını söylediler. Peygamberimiz Hevazinlilerin ailelerini ve mallarını ganimet almış olan Müslümanlara durumu izah etti. Onlar artık din kardeşiydiler. Kendisi, eş ve çocuklarını geri vermeyi uygun buluyordu. Bu doğrultuda hareket eden iyilik etmiş olurdu. Ganimeti nasibi olarak görmeye devam edene ise Allah’ın bağışlayacağı ilk ganimet, esirlerin bedeli olarak ödenecekti.
Teklife muhatap bütün Müslümanlar esirleri karşılıksız serbest bırakacaklarını bildirdiler. Peygamberimiz karışıklık olmaması için kararların grup başkanlarına iletilmesini istedi. Daha sonra liderler ganimet verilmiş sahabenin tamamının esirleri serbest bırakmaya izin verdiklerini açıkladılar. Kardeşlik, çıkar gözetmezliktir. Kavi bir imanın göstergesi olan kardeşliğin zemininde, savaşı asıl hedefine yakınlaştıran bir aşama gerçekleşmişti.