Kevser hikmet, iyilik, güzellik, ahlak, onur akımı/akışıdır. Erdemin özü, sınırsız iyilik ve güzellik ırmağı.
Hayat görüşün, bir ölüm görüşü gibi algılanır. Çok uzak bir geçmişe ait olması yadırganır. Çağı ve gelecek çağları/günü ve yarınları karşılayamayacağın bir anlayışa saplanıp kaldığını sandıklarını düşününce boğuluyormuş gibi olursun. Bir yaşam biçiminin niteliğine bakılmadan, gerçekten anlaşılmadan yargılanmasına bir anlam veremezsin. Acaba yeterince günüme taşıyamadım, güncelleyemediğim için mi böyle oldu diye düşünür ve üzülürsün.
Zaten layıkıyla yaşamayışının burukluğu her an eldeyken bu mahcubiyetin, değişmez ağrın yetmezmiş gibi ötekileştirilmene, dışlanmana içerlersin. Kalbinde sınırsız iyilik ve güzellik kaynarken ve hep taşmak isterken; dışarıdan sana kurumuş, tükenmiş, bitmiş gibi bakılmasına ister istemez içerlersin.
Sabırla esas konuna dönersin.
Sınırsız iyilik ve güzellik kaynağının, kevserinin kıyılarında şöyle damlar ırmağa gözlerin:
Kaynak; yüzünden, yüzeyinden dokunulan ve hayata onsuz kaçılan bir şeydir.
Kaynağın sadece cüzüne geçilir. Özüne geçilmez.
Kaynak kana kana, düşüne anlaya, hissede güle ağlaya tam bir hayat suyu gibi içilmez.
Tek nefeste, ayaküstü, ta içerindeki, gönlündeki yangınına hiç dolanmadan, öylesine içilir. Geçilir.
Kaynak mezarlara götürülür.
Kaynak çarşıya, pazara, hayatın orta yerine ulaştırılmaz.
Böylece iyilik ve güzellik, hikmet ve ilim iki kapak arasında, çok geçmişte kalır veya gerisin geriye kaynadığı göğe gönderilir.
Bir kaynak böylesine kurak kılınabilir.
Bir bereket böylesine yok edilebilir.
...
İşte Kevser sancılarını susturur. Sen anladıkça damla adım içine yürür. Durmaz. Onun durgunluğu akışkanlıktır. Kuraklığı yağmur. Güvenirsin ırmağına. Kevser içine akıp dururken bütün kuraklıkların, bitip tükenmişliklerin aşılacağını iyi bilerek. Su toprağa yürümesini bilir dersin. Toprak suya açarsa bağrını.
Bu yüzden sabırla başlarsın.
En başta dinin geleneksel birikiminin tekrar edilerek ve yeni bakış ve düşüncelerle güncellenmeyerek, çağa kendi anlayışında seslendirilemediğini, çağın gerisinde bırakıldığını görürsün. Çağlar üstü olduğu halde belli bir çağda/geçmişte bir yerde takılıp kaldığını. Evrensel olduğu halde kimi zaman yerel baskıcılığa dönüştürüldüğünü. Ve belki de bu yüzden sana öteki/yabancı/ başkasıymış gibi bakıldığını anlarsın.
Bütün bu acıların ayırdındasın.
Üstüne bir de “kardeşlerin” kem bakışları eklenir. Ne aynı olanlar seni anlar ne de farklı olanlar. Aynılarından farklısın. Farklılarına ise hiç benzemezsin. İşte o zaman iç dünyana kocaman bir hüzün denizi açarsın. Kirpiklerin kazar, sen g-özüne dolarsın.
Sesler uçurumlara düşmeyi sever bu çağda. Önceden yargılı, sonrası ayrılık. Yok oluş. Hep birlikte var olmak dururken. Arayışının durmaksızın akan ve asıl/doğru yatağını arayan bir nehir olmasından yalnızsın.
Aklına, Elçi’nin oğlu vefat ettiğinde “yakınlarının” nasıl bayram sevinci yaşadıkları gelir. Muhtemelen, bu çağa bile yetişen misyonun tükenişini kutladılar o gün. Farklı bir dünya görüşü olma ihtimalini henüz hayalleri almıyordu belli ki… İçlerinden biri olan Muhammed (sav)’in bulunmaz kişiliğini görmezlikten gelecek kadar karşıydılar düşünce farklılığına. Bir misyonun ancak biyolojik evladı/“oğlu” olursa soylulaşabileceğini ve yaşatılabileceğini sandıkları için, O’nun ciğer parçası toprağa giderken bayram yapacak kadar küçüldüler. Köksüz, soyu bitmiş, davası tükenmiş anlamında “ebter” dediler. Ancak düşünce, soyluluğunun insanı sonsuzlaştıracağını/ölümsüzleştireceğini bilmiyor olmalıydılar.
Sen de “oğlun-kızın”/evladın/çocukların ölmüş gibisin şu halde. Yaşadığı çağın şartlarını bilen ve bu şartlara göre dinini bütün özüyle, sahiden yaşayabilen genç bir anlayışa ve bu anlayışı üstlenen genç bir kuşağa sahip olmayışın senin hüznün olurken birilerinin sevinci olur adeta.
Üzülme! Biz sana Kevser‘i armağan ettik.
Sen namazına/özenle ve istikrarla arınmana bak ve kurban ol/yakınlaş! Aslında köksüz kimmiş, kimmiş bitmiş, tükenmiş olan ve meyvesiz kalan… Aldırma!
Kirpiklerini kaldırdığın zaman içine düşen damlanla beraber seni alıp götürecek bir ırmak bu; Kevser! Senin kederinden başlattığı yolculuğunu evrensel okyanus anlamına gelecek bir mutlulukla noktalayacak. Vahiy, İlahi Bilgi; yüce değerler ve hikmetle çağlayan bir hayat kaynağı.
Bu Kitap; gelmiş-geçmiş ve gelecek bütün çağların yüksek dalgalarını koynunda dinlendirebilen zamansız ve mekansız bir düşünce olarak iki kapağın arasında kaynamaya/var olmaya devam eder. Kutsal kitap(lar)ın ve hayatına taşıdıkları birbirinden olgun değerler, elini tutabileceğin bilge elçiler, alnınla gülümsediğin bir geçmişin, doğal kaynakların, onurlu hayatın, farkındalığın, sevebilme yeteneğin, affedebilme gücün, ufkunu geçen hoşgörün ve daha niceleriyle… Sen farklı bir yerde olduğunu artık görmelisin.
Böyle bitkin düşmen, böyle bir tükenmişlik –bitimsiz bir kaynağın kıyısındayken- dünyada en son senin yaşaman gereken bir durum.
Üzülmeyi bırak; üzüntü durgunluktur, kokuşma, dibine doğru eriyip gitme, çiçeksizlik, meyvesizlik ve neredeyse kökünden etmedir kendini. Yok etmektir varını yoğunu. “Ebter” olmaktır.