Kişinin Üstünlüğü Dini, İyiliği Aklı; Kıymet ve Övüncü Ahlakıdır

25 Aralık 2009

Hayatın sadece bu dünyadan ibaret olmadığına inanan mümin için paha biçilmez ödülleri içeren bu hadis, "iyilik yapan hiç kimsenin amelini zayi etmeyeceğini" (Tevbe, 120) beyan eden Cenâb-ı Hakk'ın vaadinin bir açılımı mahiyetindedir. Kur'ân-ı Kerim'de olduğu gibi Peygamberimiz (sav)'in birçok hadislerinde iman edip salih amel işleyenlerin mükafatlarının cennet ve oradaki sonsuz nimetler olduğu açıklanmıştır. Onun için Yüce Allah, müminlerin Allah yolunda feda ettikleri canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın aldığını ve yaptıkları bu alışverişten dolayı sevinmeleri gerektiğini (Tevbe, 11) bildirmiştir.

Hadiste yer alan iyiliklerin bir kısmının sadece uhrevi mükafatı zikredilirken, bazılarının hem dünyevi hem de uhrevi mükafatından bahsedilmesi, yaptığımız iyiliklerin bu dünyada karşılıksız kalacağı anlamına gelmemelidir. Çünkü yapılan iyiliklerin bu dünyadaki karşılığı en azından manevi huzur, ruhsal dinginlik ve psikolojik tatmindir. Muhtaç insanlara yardım etmenin, zorda kalan kimseleri sıkıntıdan kurtarmanın, insanlık için yararlı bir iş yapmanın kişiye verdiği manevi huzur, hiçbir maddi bedelle elde edilemez ve ölçülemez. Ayrıca, kardeşine yardım ettiği sürece Allah'ın yardımına nail olacak müminin, bu yardımdan her iki âlemde de nasipleneceği açıktır.

Müminin ayıbını örtmek, onun kişisel kusurlarını ve günahlarını ifşa edip başkalarına yaymamayı ifade eder. Bir müminin insan olarak maruz kaldığı, fakat başkalarına zararı dokunmayan ayıp ve kusurlarına muttali olduğumuzda onu kimseye duyurmamak, gerekirse uygun bir ortamda, "iyiliği tavsiye, kötülükten sakındırma" prensibi doğrusunda samimi uyarılarda bulunmak dini görevimizdir. Ancak bir kimsenin yaptığı hata ve işlediği suç kamuyu ilgilendiriyor, yani zararı başkalarına dokunuyorsa, yine  aynı ilke gereğince önce engel olmak, gücümüz yetmiyorsa derhal yetkilere haber vererek yanlışın önüne geçmek ve suçlunun yakalanmasını sağlamak de dini görevimizdir. Örneğin, insanların can ve mal emniyetini tehlikeye sokan bir trafik kuralı ihlalinden hırsızlığa; kamu malına zarar vermekten cinayete kadar, bireye ve topluma zarar veren her olayın muhabiri ve şahidi olmak hem imanımızın hem de toplumsal sorumluluğumuzun bir gereğidir. Çünkü Cenâb-ı Hak ana-babalarımız ve en yakınlarımız aleyhine bile olsa, Allah için şahitlik yaparak adaleti ayakta tutan kimseler olmamızı (Nisa, 135) emretmektedir. Hadise göre ilme talip olup bu yolda ilerleyenlerin varacağı son durak cennettir.

Irk ve cinsiyet gibi doğal; fakirlik-zenginlik, makam ve statü gibi yapay ayrımları fazilet ve üstünlük değerlendirmesinde dikkate almayan Cenâb-ı Hak, insanlar arası mukayesede tek geçerli ölçünün takva, yani kendisine samimiyetle iman ve buyruklarına saygı ve itaat olduğunu açıklamıştır.(Hucurat, 13) 

Başta Allah'ın kitabı olmak üzere, okuyan, anlayan ve birbirleriyle ilmi müzakerelerde bulunup hak ve hakikatin ortaya çıkması için çaba gösteren ilim yolcularına cennetin yolunu kolaylaştırmak ancak, cehalete savaş açan bir dinin ödülü olabilir. İman konusunda bile ilmi ve bilgiyi dışlamayan, bilakis, bilerek, araştırarak inanmanın önemini ve değerini vurgulayan bu dinin Peygamberi de dualarında Cenâb-ı Hakk'ın kendisine faydalı ilim nasib etmesini dilemiştir. (Müslim, Zikr, h. No:73).

Hadis-i şerifin son cümlesi, İslam dininin temel bir ilkesine işaret etmekte ve soy sopla övünülen ve insanlara nesepleriyle değer biçilen bir topluma, belirtilen iyilik ve güzellikleri yerine getirmekte ihmalkar davrandıkları taktirde soy ve asaletin işe yaramayacağı ve Cennete giden yolu kolaylaştıran etkenin nesep değil, ancak salih ameller olduğu mesajını vermektedir.

Irk ve cinsiyet gibi doğal; fakirlik-zenginlik, makam ve statü gibi yapay ayrımları fazilet ve üstünlük değerlendirmesinde dikkate almayan Cenâb-ı Hak, insanlar arası mukayesede tek geçerli ölçünün takva, yani kendisine samimiyetle iman ve buyruklarına saygı ve itaat olduğunu açıklamıştır.(Hucurat, 13) Böylece cahiliye döneminin insanlık onuruna yakışmayan değer ölçüleri yerine, iman ve güzel ahlakı merkeze alan, herkes için geçerli bir ölçü getirmiştir. Hz. Peygamber de buna uygun olarak, "Arab'ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arab'a takva dışında bir üstünlüğünün olmayacağını" ifade etmiştir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/411).

Bu açık kurallara rağmen, bir cahiliye âdeti olan soyla övünmek ve bundan medet ummak, belli ölçüde İslam tarihi boyunca da devam etmiş ve izlerini günümüze kadar sürdürmüştür. Çok iyi bilindiği gibi, Peygamber soyundan gelmek ve onun mücerret yakını olmak dinde bir fazilet ölçüsü değildir.

Kişiyi insan, mümini müttaki kılan değerlerin dışında, kendimizde vehmettiğimiz veya başkalarının bize izafe ettiği yapay ve temelsiz değer ölçülerinin aldatıcı olduğunu bilmeli ve Hz. Peygamber'in şu vecizesini aklımızdan çıkarmamalıyız: "Kişinin üstünlüğü dini, iyiliği aklı, kıymet ve övüncü de ahlakıdır." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/365).