Sure, cin adı altında tabir edilenlerin; yani duyularımızdan gizli, saklı, örtülü olan veya uzaklarda yaşayan/ henüz rastlanmamış olan yabancı varlıkların, Kitap’la karşılaşmalarını konu alıyor. Hayat ve Kitap üstüne; Kitap’ın hayata karışması üstüne değerlendirmelerini ele alırken, bir yandan da insanın görünmeyen, bilinmeyen varlıkları istismarını gündeme getiriyor.
İnsan cinleri; görünmez, bilinmez esrarlı varlıkları kendi yanılgıları için, çıkarları için kötüye kullanabiliyor.
Gök Allah’ın vahyiyle ona eğilmişken dönüp bakmayan insan, kendi çıkarlarına uygun bir göksel ileti bulmak için “göğe uzanıyor”. İlahi hayat programını yaşamak işine gelmediği için olsa gerek, aklına estiği ve işine geldiği gibi bir hayat programı yapmak için kendince “göğe uzanmaya” çalışıyor.
Mezopotamya’da gezegenlerin kaderi etkileyen güçlü tanrılar olduğuna inanılması, tarihte astrolojinin "kraliyet sanatı" olarak kabulü, sonraları Hristiyan öğretisinin içine -vahye rağmen- bir şekilde saklanması, derken 16. ve17. yüzyılda kimi üniversitelerde bilim olarak okutulmaya başlanmasına gelinceye kadar, kadim kehanetlerle başlayan popüler astroloji; makul bilimsel yanının ötesinde insana kader biçme konusunda oldukça cüretkar bir tutum sergiliyor. Astroloji, burçlar, yükselen burçlar, tarot, yıldız vs. çeşitli fallar, aşk falı, günlük fal gibi yepyeni başlıklar açarak sırlı siyasetine, yani insanları kaderlerine olan zaaflarından yakalayarak yönetmeye yelteniyor.
Bilinmeyen varlık türleriyle bir şekilde bağ kurarak, bağ kurduğunu iddia ederek kendilerini ayrıcalıklı ilan edenlerin, kişisel çıkarları için başka insanlara, başka hayatlara tahakküm etmek, söz geçirmek istedikleri çok açık. İnsanlığın kaderine, gündelik hayatlarına müdahil olmak suretiyle saygınlık ve ekmek kazanmak istedikleri... Zaten hayata Yaratıcı hükmederse, diğer bütün insanlar eşit konuma düşecekler ve adalet için arzu edilen zemin oluşturulmuş olacak. Bir insanın veya bir toplumun hayatına en üstün güç: Allah hükmetmiyorsa, başka başka güçler, kimi insanlar tarafından kişisel çıkarları için tahakküm aracı olarak kullanılacaktır. Ve cinler, gaybi güçler de olumsuz anlamda en çok kullanılan güçlerdir. Hayatının kitabı hakkında bilgisiz ve bilinçsiz kalabalıkların da işine gelir. Çokları kurulu düzenleri ve bencil çıkarları zedelenmediği sürece bu bilinçsizliklerini bilinçli olarak sürdürmeyi tercih edebilir.
Cin suresi görünmeyen, bilinmeyen varlıklarla ilgi kurup vahye karşıt söylemler ve hayat biçimleri geliştirmek isteyen, bir anlamda “göğe uzanmaya çalışan” kasıtlı tutumlara bir uyarı, bir gözdağı gibidir. “Göğe uzanmaya çalışmak” tabiri sanki göğün insana uzanmasını, yani vahyi tercih etmeyişin bir ifadesidir. Cin suresinde önüne mübarek bilgi inmiş bir insanın, onu aklıyla karşılamak ve kalbinde ağırlamak dururken, burun kıvırması ve çıkarlarına uyan bir kader kurgusu için bilgi kaçakçılığı yapması kınanıyor.
İnsan -istisnalar hariç- ben kendim istediğim gibi ve istediğim kadar göğe uzanırım ve oradan çalıntı bir takım bilgileri temel alıp bilimsellik adı altında sağlayacağım bir güvenle, dilediğim gibi kalabalıkların hayatına müdahale ederim iddiasındadır. Artık sözüm ona göğe uzanabilen, o bilime erişebilenlerin, uzmanlarının; kısaca müdahale edebilenlerin kişisel, kurumsal çıkarları neyi öngörüyorsa...
Cin suresi, insanın doğru bilgi kaynağının vahiy olduğunu cinlerin dilinden de söyler. Zira İlahi müdahaleyi dışlamak için, vahye alternatif olarak getirilen pek çok şeyden biri de astrolojidir. Astroloji gibi sırlı bilimlerin kötü amaçla kullanılabildiğini ifşa için, bilinmeyen uzaklıkların, yabancıların/cinlerin Kur’ân hakkında aynı doğru düşünceye varışlarını, şayet gerçek anlamda duysalar varacaklarını anlatır.
Hoş; bilinen, görünüp duran varlıklar; gören, duyan, tam beş duyulu olan insan kalabalıklarının yakınında olsa bile anlaşılmayan vahyin hayattan tecridi, soyutlanması da bilinen bir şeydir. Belki Cin suresi, insan kalabalıklarının astroloji gibi sırlı konulara saklanarak vahyi kapı dışarı etmesine nazire olarak, o sizin kendilerine atfederek Kur’ân’ı dışladığınız bilinmeyen varlıklar/ cinler gördüler ve inandılar, görecek ve inanacaklar demektedir. Doğrusu önceleri Kur’ân’ın evrensel seyahate bu denli çıkacağı, yaygınlaşacağı, uzak yabancılar, bilinmeyen kalabalıklar tarafından anlaşılarak hayata dahil edileceği düşünülemezdi. Bunları düşündüğümüzde suredekilerin gözler önünde veya gözlerin erişemediği mekânlarda, uzaklarda, çok uzaklarda gerçekleşmiş olduğu veya gerçekleşiyor olduğu, gerçekleşeceği ortaya çıkıyor.
Hakikaten belki bugüne dek Kur’ân’ı yakinen duyanlar kadar, bugüne dek hiç duymamış olan uzak ve gizli saklı yabancı varlıklar, bilinmeyenin saklısında, görünmeyenin gaybında var olan iyi/ melek, kötü/ şeytan veya bu ikisi arasında henüz karar vermemiş, bir tercihte bulunmamış olan varlıklar, kimbilir Kur’ân/ gök onlara uzandığında, vahiy bilgisi onlara ulaştığında, anladıklarında hakikati onlar dile getirecekler. Belki bir gün o bilinmeyen varlıklar bilinir olacak ve insanlığa “Vahiy ideal bir hayat kitabıdır!” diyecekler...
“De ki: “Tanınmayan/ bilinmeyen varlıklardan bir kısmının bu ilahî kelâma kulak verdikleri ve sonra arkadaşlarına şöyle söyledikleri bana vahyedildi: “Biz olağanüstü güzellikte bir hitabe dinledik. Doğru ile eğriyi ayırt etme bilincine bizi ulaştıran bir hitabe! Ona iman ettik. Artık Rabbimizden başka kimseye asla ilahlık yakıştırmayacağız.” (1-2)
Cin suresi cinin “insanlığını” dile getirdiği gibi, insanın da “cinliğini”, hinliğini kendisine gösteriyor. Kimileri bilinmeyen varlıkları -nasılsa henüz bilinmedikleri ve kalabalık halk kitleleriyle buluşup yüzleşme imkânları olmadığı için- onların adlarını, gaybi dokunulmazlıklarını suistimalle, vahye alternatif sapkın bir hayat sunarak kişisel çıkarlarına ulaşmayı hedefliyor. Cinler üzerinden insan insanı aldatıyor. Üstelik “göğe uzanamayan” nice kalabalıklar gözünde farklı bir imaj edinip onu da kullanıyorlar. Öyle ya herkes “göğe uzanamaz”.
“Gerçi bazı insanların bu tür görünmez güçlere sığındığı her zaman vaki olurdu; ama bunlar yalnızca onların şaşkınlığını arttırdı. O kadar ki, sizin vaktiyle düşündüğünüz gibi, onlar da Allah'ın hiç kimseyi yeniden asla elçi olarak göndermeyeceğini düşünmeye başladılar.” (6-7)
Bu durum günümüzde insana uzanmış/ inmiş gökyüzü olan Kur’ân’ın kalabalıklar tarafından anlaşılmaz bir kitap olduğu düşüncesiyle de gerçekleştiriliyor. Anlaşılmaz iddiası, gök insana inse de insan göğe, mavi, arı-duru, ilahi ilkelere çıkamaz anlamına da geliyor. Tabiidir ki hayatına Allah’ı ve Elçisini almayan insan; vahye alternatif yollardan birini, mesela surede konu edinilen astrolojiyi, falı, burçları alacak, iletişim araçlarının bir köşesinden, mesela günlük gazetelerden kendisine taze günlük kadercikler, kaderler seçecek ve yaşayacaktır.
“Ve zaman oldu biz göğe uzandık: ama onu güçlü muhafızlar ve alevlerle dolu bulduk. Hâlbuki onun gizlediği her sırrı dinleyebileceğimiz uygun yerlere kurulmuştuk: ve şimdi [veya başka zaman] onu dinlemeye çalışan herkes [aynı şekilde] kendisini bekleyen bir alev ile karşılaşacaktır!” (8-9)
Galiba insan da Kur’ân’a göre cinler mesabesinde. Kur’ân aşikâr. Fakat insan Kur’ân’ın yanında, yakınında, özünde görünürlerde değil. Cin gibi gayb olmuş durumda... Gerçeğin yanından yakınından gayb olmuş... Uzağa, uzaklara düşmüş. Hakikate, vahye yabancılaşmış.
“Yalnız O bilir yaratılmışların kavrayış sınırlarının ötesindekini ve Kendi erişilmez derinlikteki sırlarını -seçmekten hoşnutluk duyduğu elçisi hariç- hiç kimseye açmaz. O zaman Allah hem onun gözü önüne serilmiş olan her konuda, hem de aklının ermeyeceği her alanda onu gözetlemek için semavî güçler gönderir. Böylece elçilerin tebliğ ettikleri şey yalnızca Rablerinin mesajlarıdır. Çünkü hem mevcut olan her şeyi bir bir hesaplayan, hem de söyleyebilecekleri her şeyi bilgisi ile kuşatan O'dur.” (26-28)
“Ve bilin ki kulluk yalnızca Allah'a mahsustur: O halde Allah'ın yanısıra başka hiç kimseye yalvarıp yakarmayın!” (18)