Annen saklar seni hayattan, o ilk sığınağında; o zardan salıncağında ne kadar güvendesin. İçinde mutlu soluklar aldığın sığınağın sahibi de sabah-akşam göremediğin büyük bir kucağın köşesine ilişir ve kollarını iki yana açıp ağlar. Sonra öyle bir gülümseyişle kalkar ki hayata; onun bu hali senin mışıl mışıl yaşamana neden olur.
Giderek daralmaya başlar mekân, bir gün gelir bu karşılıksızlık yetmez… Büyürsün. Şimdilik annenin hayatına dolanıp yolunu kesen ihtiyaçların, yarınlarda arsız çocuklar gibi elinden-eteğinden çekiştirmek için seni bekler.
Zaman herkesten beklediğini senden de bekler. Seni eceline taşımanın bedeli olarak, bu süre içerisinde kendini nasıl gerçekleştireceğini merak eder… Zamanı tutmanın ve mekânı işgal etmenin karşılığını vermelisin.
Kendini var etmelisin. Ne isen o olduğunu bilmenin başlangıç noktasından ve ne olmak istiyorsan o olmanın sonuç çizgisine varman gerekir. Sonuç çizgisine vardığında zamanın gözlerinin içine baka baka ona bir son verip, faniliği soyunup çekip gitmen… Doğman; harikuladeliğine rağmen bu sığınağı/anne rahmini tek başına terk etmen bunun ispatıdır.
Fakat bir dizi ihtiyaçları olan ten kabı içinde gerçekleşir her şey. Doğrusu annen seni kovuğunda saklarken hayattan; henüz tomurcuk halinde, ağzı sımsıkı kapalı ve sessizken ihtiyaçların, ekmek elden su göldenken, böyle olacağını sen de bilmezdin. Bir an için doğduğuna pişman olursun.
Daha büyük bir sığınağa muhtaçsın. Yoksa düştüğün bu dünya bir başka rahim, bir başka sığınak mı?
Başın sıkışır zaman zaman. Nefesin daralıyor, öyle kolay “hayat” alamıyorsun.
Yürürsün; farklı hayatlara girip çıkarsın. Daracık yaşam sığınaklarıdır çoğu; seni bütünüyle kapsamaz. Sana ve hayatına hep bir sığıntı olduğun hissini yaşatır. Bütünüyle kabulü değilsindir hiçbir el/insan yapımı sığınağın. İçin içine sığmaz öte yandan. Ruhunun devinimlerine yetmez hücrelerin. Çeperlerine çarparsın kendinin.
Bir şeyler yapmalısın. Seni her şeyinle içine alabilecek büyük bir hayat bulmalısın.
Ten; sana ait, senin kara parçan. Fiziğinin berisi de en az ötesi kadar senin. Onsuz olamazsın. Çevresinde, uzayımsı dönen ruhunu/fiziğinin ötelerini içine alabilecek sonsuz bir sığınak bulmalısın kendine… Kendini yeniden, tam anlamıyla güvene almalısın. Bir şey olmalı kendini sana inandıran…
Başa dön, en başa. Seni “olduran” o kudreti bul. Sahi başka kim kabul edebilir seni bütün bir varlığınla. Böyle; “ol”duğun gibi seni hayat tarzına/biçimine başka kim kabul edebilir?
Yokluğuna bir son verip yaratan, bitmeyen imkânlarında yaşatan, nefret etsen de seven, kimsesizken sahiplenen, sahipsizken koruyan, terk etsen de terk etmeyen, ölsen de ölmeyen bir varlık olmalı…
Beyninin sancıları artar; varlığın rahmi olan yer kürede bu kez sensindir doğum sancıları çeken. Kendini büyütecek bir sığınak/bir rahim arayan…
Bilinenler/ somut daralır; düşünsel koridorlarda korka korka ilerlersin. Uzun uzun düşünür, ince ince ağlarsın. Sıradanlıktan, bilinenin cazibesini yitirmişliğinden sıyrılıp bilinmeyene sarılmak istersin. Anne rahminden bilmediğin bir dünyaya çıkıp gittiğin gibi, evrenin bildiğin / somut sınırlarından bilmediğin / soyut sınırsızlığına; yükselmek istersin.
İlk sığınağa kaç; seni var edenin hayat önerisine kaçır hayatını. Felak’ın / sabahın/ yükselen aydınlığın/aydınlık bir hayatın Rabbine…
Bu hayat kitabı; Fatiha’yla bütün iyiliklere ve güzelliklere açılan ve Felak- Nas’la/ 'İki Sığınak’la bütün olumsuzluklara kapanan sağlam bir kader sığınağın olsun.
Kapıdan girdiğinde dua sığınaklarına varıncaya kadar, bu kaderi kendi çabanla, yaşayacaksın. Dualarının söz kanatlarından evvel, gereği olan eylemlerini büyüteceksin. Neyse elinden gelen, insanca, kulca önce bir yapacaksın.
Fakat hayat bu; olumlu olduğu kadar olumsuzluklar da var. İşte bu yüzden başa gelebilecek bütün olumsuzluklardan da dua ya sığınacaksın.
El açabildiğin, gözyaşlarını saklayabildiğin, başını yaslayabildiğin ve annene güvenir gibi, hatta ondan daha fazla güvendiğin büyük bir karşılıksızlığın olmalıydı zaten!
Bir karşılıksızlık olmadan insan, karşı duramaz bu hayata...
Uzay karanlık. Duyuların pencere olduğu kadar perde de çekiyor bilinmeyene. Ürkünç renkler, iyi ki duymadığın korkunç sesler ve iyi ki görmediğin çirkin yüzler var. Hissedersin. Karanlık ne kadar kalabalık saklar örtüsünün altında. Bilemezsin.
Siren sesleri. Kötü eğilimler, kötüler, kötülükler, endişeler, kuşkular, kuruntular, kara zehir korkular, kıskançlıklar, yoldan çeviren engeller, maske takmış ayartıcılar…
Siren sesleri. Güvenli bir yer yok mu dedirten bir “garayer”* / dünya burası.
İşte o an büyük bir kapı gıcırtısı duyarsın. Gök boyalı bir yapıya/sığınağa açılan; Fatiha! Büyük Kapı’dan içeriye girdiğinde o tek İlah, seni şüphelerinden arındırarak güvene; imana alır. İman büyük güvenmektir. Sağlam ilkelerden örülmüş büyük bir sığınaktasın artık. Bir sığıntı değilsin burada!
Bütün kitap boyunca kendini güvene aldın ve korunaklı ilkelerde yaşadın. Bir de dua ile sığınmalısın. Bir de Felak ve Nas ile bilinmeyen bütün korkulardan ve kötülüklerden korumalısın kendini.
Hayata kalktığımda ve ölüme yattığımda sana sesleniyorum ey sabahın; aydınlığın, iyiliğin Rabbi…
Başıma gelebilecek bütün kötülüklerden; kötü duygu-düşünce-olaylardan, belalardan; bilgisizliğin ve bilinçsizliğin karanlık saldırılarından, bilgisiz ve bilinçsiz insanlardan, her türlü karanlığın istilasından, karanlığın doğurduğu korkunç duygu ve düşüncelerden, koyulan ağrılardan…
Yersiz/asılsız/yanlış korkuların yüreğimi yurt edinmesinden, karanlık hayatlardan, karanlık adamlardan, karanlık fikirlerden, onursuz, ilkesiz, erdemsiz, ahlaksız, kuralsız yaşayanların kötülüklerinden, başkasının olana göz dikerek kıskanç biri olmaktan ve maddi-manevi varlıklarım nedeniyle kıskanılan biri olmaktan da…
Sana sığınırım!
Sabahın Rabbi olan sana!
Kötülüklerin karanlığından iyiliğin aydınlığını -Kitap’la, elçiyle, güneşle, ayla, bilimle, bilim adamıyla, yıldızlarla, vicdanla, adaletle, kurallarla, nihai yargıyla- ortaya çıkaran Sana!
Sığınırım…
*Doğu Anadolu ağızlarında "mezar" anlamında kullanılan kelime.