Kur'ân Yolculuğu: Mümtehine Suresi (II. Bölüm)

03 Nisan 2015

Sureler yaşamın farklı farklı konularını, başa gelenin veya gelecek olanın sakince değerlendirilmesini sağlıyor. Sureler boyunca Yaratıcı ile muhabbet ediyorsun. Kimseyle olmadığı kadar güvendesin. Yalnızca senin iyiliğini, yeniden Kendisine kavuşabilmen için adım adım tekâmülünü isteyen bir Dost’la birliktesin. O’nun izniyle uyanmışsın sabaha. O’ndan soluklanmış, O’ndan doyurmuşsun karnını. Şimdi işten, güçten biraz ara verip Dost’la muhabbettesin.

Geçen bölümde dost kim, düşman kim yeniden düşünmeni ve dost bellediklerinin düşman, düşman bellediklerinin de dost olma ihtimalini gözden geçirmeni sağladı. Dostluğun olunduğu kadar, kalınan, kalınması için titiz olunması gereken bir olgu olduğunu hatırlattı sana. Bana...

Her şeyden önce hakikatin, yalnızca doğrunun, iyinin dostu olarak kalmanın diğerlerinin başlangıcını oluşturacağını da...

Şimdi biraz İbrahim (as)’le olmak var. Çağlar geçmiş kime ne? Sen İstanbul’da 21. yüzyıldasın kime ne? Veya başka bir kentte, kasabada... Şimdi İbrahim (as) ile tanışacaksın. Ya da daha evvel tanımışsan onu, diyecekleri var sana. Gir koluna Dost’un dostunun.

“Gerçekten İbrahim'de ve ona uyanlarda sizin için güzel bir örnek vardı: onlar kendi putperest toplumlarına şöyle seslenmişlerdi: "Kesinlikle biz sizden de Allah'tan başka bütün o taptıklarınızdan da uzağız; sizin inandığınız her şeyi inkâr ediyoruz; sizinle bizim aramızda, Tek Allah'a inanacağınız zamana kadar sürecek bir düşmanlık ve nefret vardır!

Tek istisna, İbrahim'in, babasına: “Senin için Allah'tan bağışlama dileyeceğim, ama senin adına Allah'tan herhangi bir şey elde etmek benim elimde değil" demesiydi. Ve İbrahim ile ona uyanlar, "Ey Rabbimiz!" diye yalvardılar, "Sana güveniyor ve Sana yöneliyoruz: çünkü bütün yolların varışı Sanadır.” (4)                          

Bütün yakınlıklar asıl yakınlıktan sonradır. Sana senden daha yakın olan Allah’tan sonra... Soyundan olduğun anne-baba da dahil. Soyundan kalan çoluk çocuk da… Dostlara varıncaya kadar.

İbrahim (as), babasını fikren reddetmiş olsa da "düşmanlık ve nefret" sözünün dışında tutmuştur. Fakat ne ilginçtir ki çok uzaklarda değil, yakın bir zaman önce, kendilerini Allah’ın sevgili kulu sanarak, inanan samimi anne babalarını, küfürle suçlayabilmişlerdir “Müslümanlar”. Ya da kendileri gibi yaşamayan herkesi günahkâr, suçlu, cehennemlik ilan etmeyi gündelik bir alışkanlık edinmişlerdir kimi zaman.

İbrahim (as) kendi seçimine saygı duymayan ve yaşama hakkını tanımayan şiddet yanlılarından başkasına karşı ne düşmanlık ne de nefret beslemeyi öğretmiştir.

Her şeyden önce, İbrahim (as)’in “sizin inandığınız her şeyi inkâr ediyoruz!” başkaldırısının kesin çizgisini çeken “lâ” reddini hayata nasıl dönüştürdüğünü düşün. Gerçekten de putperestlerin putlarından/değerlerini çiğneyecek derecede yücelediği şeylerden dindar kesimde, senin benim hayatımda yok mu? Ötekiler gibi/ belki onlardan da fazla parayı, kariyeri, konforu, lüksü, iktidarı, kapitalizmi put edinmiş olduğumuz, abartmış olduğumuz söylenemez mi?                          

Dindar olarak neyi inkar edebildin onların iman ettiklerinden? Neye inanabildin yürekten, onların inkar ettiklerinden?

Sen “lâ” diyebildin mi şöyle bütün hayatını arıtacak kadar içten? İbrahim (as) gibi... Halil İbrahim (as)’in senin dininden, mezhebinden, varsa cemaatindenmiş gibi davranman boşuna. Sen Allah’ın dininden misin?

Dualarla toparlanmaya çalışmalısın. Çalışmalıyım.

Her dua, gerekli çabalardan sonraki sesleniştir. Her dua bir eylem planıdır.

“Ey Rabbimiz! Bizi hakikati inkâr edenler için bir oyun ve eğlence aracı yapma! Ve günahlarımızı bağışla, ey Rabbimiz, çünkü Sensin tek kudret ve hikmet sahibi.” (5)

İnananlar; pek çok yanlış din algısı, tasavvuru, hayali, zihniyeti ve bunların pratikteki görünümleri, yansımaları ile “oyun ve eğlence aracı” olagelmişlerdir. İnananların dinlerindeki sadelik ve paylaşım, sosyal toplum emrini hiçe sayarak veya bunu gelişigüzel hale getirerek, daha az önemseyerek kapitalist bir topluma dönüşmeleri alay konusu, fitne konusu olmuştur.                                                                         

Biz dindarların pek çok alandaki ehliyetsizliği/profesyonelce var olamaması, başarısızlığı, özgünlükten uzak taklitçiliği, etkin değil tepkisel oluşu, modernleşmedeki gök görmedikliği, değişimi göğüsleyecek özlerinden kendilerini ve hayatlarını güncelleyemeyişi, kendi zamanlarının gereklerine ayak uyduramayışı gibi pek çok konu bu ayetin konusu olabilir. 

Dünya önünde acınası veya gülünç duruma düşmekten kaçınmak ve onurumuza sahip çıkmak adına, onurlu yaşamanın diğer adı olan İslam adına toparlanmak durumundayız.

Kendi hayatlarımızı sorgulayarak, kendimizle alay ederek ve daha doğruya göre güncellemenin zamanı geldi geçiyor.

Kendini toplaman ve insan kardeşlerinin de yüksek bir dini hayata doğru olgunlaşmaları adına toplumsal çabalar harcaman gerekli.

Din oyun, eğlence, folklor, zaman geçirme, duygusallığı tatmin eden sohbet, tören, kutlama değil. Din sadece cami, kıraat, vaaz değil. Bunlardan ibaret değil. Koca bir hayat! Hayati, hayata can veren ilkeler bütünü. Yaşama sanatı. Amacı ahlak olan bir disiplin.


Sen “lâ” diyebildin mi şöyle bütün hayatını arıtacak kadar içten? İbrahim (as) gibi... Halil İbrahim (as)’in senin dininden, mezhebinden, varsa cemaatindenmiş gibi davranman boşuna.

“Onlarda Allah'ı ve Ahiret Günü'nü ümit ve korku ile bekleyen herkes için güzel bir örnek bulursunuz. Eğer biriniz yüz çevirirse, bilsin ki Allah hiç kimseye muhtaç değildir, bütün övgülere tek layık olandır.” (6)

Umutla umutsuzluk arasında yol alan, elinden geleni yapan, yaptığına sevinen, yapamadığına yanan, duyarlı bir hayat yürüyüşü…

Ve her zaman dostluk ihtimali, umudu üzerine dikkatli, ahlaki sınırları aşmayan bir düşmanlıkta durmalısın. Haddi aşmayan bir ariflikle...                                

“Ama belki Allah, ey müminler, şimdi düşman olarak gördüğünüz kimseler ile sizin aranızda karşılıklı bir yakınlık oluşturabilir. Çünkü Allah her şeye kâdirdir ve çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır.” (7)      

İnsan üst kimliğinde birbirini tanımaya, dinlemeye ve anlamaya çalışan insanlar; hangi dinden, ideolojiden, dünya görüşünden olurlarsa olsunlar, düşmanlıkla kem bakmadıkları ve özgür düşünebildikleri takdirde bu yakınlaşmayı yaşayabilirler.

Nitekim hep yaşadığımız ve söylediğimizdir; dünya görüşü farklı olabilir fakat insani ortak paydada güzel ve heyecanlı bir buluşma yaşanabilir. Karşılıklı saygı, bu yakınlaşmanın saf toprağıdır.  Ayrıca dünya görüşlerindeki ortak paydalar, müşterek bakışlar, tutumlar, davranışlar çoğaldıkça bu yakınlaşma ilerleyebilir.

“İnancınızdan dolayı size karşı savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan sürmeyen inkârcılara gelince, Allah onlara nezaketle ve adaletle davranmanızı yasaklamaz: çünkü Allah adil davrananları sever. Allah, yalnızca, inancınızdan dolayı size karşı savaşan ve sizi anayurdunuzdan süren veya başkalarının sizi sürmesine yardım edenlere dostlukla yaklaşmanızı yasaklar ve içinizden onlara dostluk gösterenlere gelince, gerçek zalimler işte onlardır!” (8-9)