Yakını görmezlikten geliyor, uzaklara dalıp gidiyorsun.
Bir haber/ nebe işte Allah’tan... Hem de en çok merak ettiğin, sorduğun, düşünüp taşındığın o meşhur konu hakkında bir haber. Geleceğin hakkında...
Bütün yalanlar kendi kuyruğuna basacak o gün. Her yalan doğru için susacak. Emin ol hiçbir yalan kendisine inanmaz. Güvendirdiği kadar güvenmez kendisine. İstisnasız her yalan deliler gibi zıddını özler. Doğruyu. Ve her doğru içten içe, daha doğruyu bekler. Dosdoğruyu!
“Bütün insan ruhlarının ve bütün meleklerin saf saf sıralandıkları Gün: Rahmân'ın izin verdikleri dışında hiç kimse konuşmayacak ve herkes, yalnız doğruyu söyleyecek.” (38)
Hayatının ne olacağı, nereye gidiyor olduğun, yolun sonu, yolun sonsuzluğu konularında birbirinden farklı düşünüşlerin, çıkarımların, inançların, inkârların var.
Ölümden sonrasını çok merak ediyorsun. Ölümden öncesini unutarak.
“Birbirlerine bu kadar sık neyi soruyorlar? O müthiş yeniden dirilme haberini mi üzerinde hiçbir şekilde anlaşamadıkları.” (1-3)
Sadece cennete gideceğine inandırıyorsun kendini. Takvalı olan bir tek sensin belli ki. Şeklin şemalin cennetlik. Biçimin, kalıbın cennet cennet konuşuyor. Mutlaka seçkinsin. Evliyasın. Yüzündeki nurdan belli.
Kesin cehennemlik olduğuna inanmışsın. Daha da batmak için çamuruna bunu bir gerekçe olarak kullanmışsın. Bittim, tükendim, bir tek bu günüm kaldı, onu da dilediğim gibi rezilce geçireyim, duygusuna kapılmış gitmişsin.
Kıyamet çığırtkanlığı yapan ve “sizi gidi günahkâr zavallılar!“ seslenişinin kibrine dayanamayıp Allah’ın nezaketli söyleminden uzak düşmüş ve kahretmişsin hakiki dine.
-Bir kuruntudan ibaretmiş gibi- ne cehennemden çekiniyor, ne cenneti özlüyorsun. “Ya yoksa” üzerinden giderek özgürleştiğini düşünüyor, “ya varsa” varsayımına yaklaştığında yaşamak durumunda kalacağın ilkeleri terk ediyorsun. İlkeleri terk etmek başka ilkelere kavuşmaktır deneyimine razı oluyorsun. Kalbinde yücelttiğin hangi cüceliklerin bin bir kuralına, geleneğine, hukukuna, nazına, kaprisine maruz kalıyorsun kimbilir. Pek iyi.
Geleceğini düşünüp dururken... Kaynağına geri dönerken –bir şekilde- buharlaşacağını, gayb olup gideceğini ve hiçbir şeyden sorulmayacağını düşünüyorsun bazen de. Sorulmayacağına inanmak sorumsuz, dolayısıyla hiçbir şey olmamaya götürüyor seni. Sormasınlar senden hiçbir şeyi. Sen bir hiçsin çünkü. Öyle mi? Derin ve süslü geveze.
Ruhunun o beden senin bu beden benim gezindiğini sanıyorsun. Ölümsüz olmak için kap değiştirip durduğunu. Aferin.
Sadece bir ruh olduğuna inanan beden inkârcısı oluyorsun kimi zaman da. Kabını fırlatıp atıyor kalbin. Onca hukukunu hiçe sayarak.
Allah; şimdi nasıl böyle her şeyinle yaratıldı isen ikinci defa da, tekrar, yeniden aynen böyle, fakat nedenler dünyasının sonuçlarını yaşamak üzere yaratılacağını söylüyor. Bir bak! İşine gelirse...
“Elbette, zamanı geldiğinde onu anlayacaklar! Ve bir kez daha: Elbette, zamanı geldiğinde anlayacaklar!” (4-5)
Geleceğinin ne olacağını çok merak ediyorsun. Ölüm ötesini... Bu soruya kendince birçok cevap buluyorsun. Fakat asla hiçbirine tam olarak inanasın gelmiyor. Hiçbirine aklın tam olarak yatmıyor. İman zaten aklına ve kalbine tam yatan değil, ona yakın bir bilinç doygunluğuna ulaştığını tercih edebilmendir. Açıkça kanıtlanmayan fakat gizemli bir hal ile kendini yakın, yatkın bulduğundur. İman aklın kârı değildir. Kalbin kararıdır. Yürekli bir karar.
“Yeryüzünü sizin için bir dinlenme yeri yapmadık mı ve dağları da onun sütunları? Uykunuzu ölümün bir sembolü kıldık. Geceyi onun örtüsü yaptık. Gündüzü de hayatın sembolü.” (9-11)
Bilinçli bir yaratılış içindesin. “Mavi kubbeler, sarı lambalar, yağmur merhametler, envaiçeşit bağ, bahçe... Boşuna olamaz” düşüncesini vermek için çevreni sarıyor böyle böyle kâinat.
“Üstünüze yedi gök kubbe bina ettik ve oraya güneşi, parıldayan ışık yüklü lambayı yerleştirdik. Ve rüzgârın sürüklediği bulutlardan şarıldayan sular indirdik ki onunla taneler ve bitkiler yetiştirelim ve ağaçlarla kaplı bahçeler.”
(12-16)
Hayatının doğrusu için o günü beklememeli insan. Doğrusu eğrisiyle bugün, burada, bu dünyada hayat keşfedilebilir. Çevrene bir parça duyarlı bakışınla bu mesajı alabilirsin. Diğer dünya amacı, bu dünyanın anlamıdır. Geleceğin ne olacağı günün, şimdinin ne olması gerektiğini belirleyecektir. Yarının şimdi üzerinde haklı bir baskısı var muhakkak. O yüzden geleceğine dik bakışlarını. Şimdiden de ayırma varlığını.
“Gerçek şu ki, doğru ile yanlış arasında Ayrım Günü'nün belirlenmiş bir vakti vardır. Yeniden dirilme sûrunun üflendiği ve hepinizin kalabalıklar halinde ortaya çıkacağınız Gün; göklerin açıldığı ve kanatları açık kapılar haline geldiği gün ve dağların bir serapmış gibi kaybolup gittiği gün. O Gün, cehennem, hakikati inkâr edenleri kuşatmak için bekleyecek; hak ve adalet sınırlarını ihlal etmiş olanların durağı! Onlar orada uzun süre kalacaklar. Orada ne bir serinlik tadacaklar, ne de susuzluk giderici bir içecek; yalnız yakıcı bir ümitsizlik ve buz gibi bir karanlık: günahlarına uygun bir karşılık! Doğrusu onlar hesaba çekileceklerini beklemiyorlardı, mesajlarımızı tek-tek ve tümüyle yalanladıkları halde; ama Biz, yaptıkları her şeyi bir kayda almışızdır. Ve onlara şöyle diyeceğiz: "O halde, yaptığınız kötülüklerin meyvelerini tadın, artık size şiddetli azaptan başka bir şey vermeyeceğiz!" (17-30)
Sorumlu davrananlar ise sorumluluklarının tabii sonucunu yaşayacaklar. Güzel bir hayatı ödül alacaklar.
“Ama Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşıyanlar için büyük bir tatmin vardır:
Muhteşem bahçeler ve bağlar, müthiş uyumlu harika eşler. Ve dolup taşan mutluluk kadehleri. Orada, cennette, ne boş sözler ne de yalanlar duyacaklar. Bütün bunlar, Rabbinden bir ödül, Kendi hesabına göre bir armağandır. Göklerin ve yerin ve ikisi arasındaki her şeyin Rabbinden, Rahmândan bir ödül! Ve hiç kimse O'na karşı sesini yükseltme gücüne sahip değildir. Bu, Nihaî Hakikat Günü olacaktır: o halde, dileyen Rabbine giden yolu tutsun! Gerçek şu ki Biz sizi yakındaki bir azaba karşı uyarmaktayız; insanın ilerisi için yapıp ettiklerini açıkça göreceği ve hakikati inkâr edenin: "Eyvah, keşke toprak olsaydım!" diyeceği Günün azabına!” (31-40)