Kur'ân Yolculuğu: Nuh Suresi

25 Aralık 2014

“Biz Nuh'u kendi toplumuna göndererek "Başlarına şiddetli bir azap gelmeden halkını uyar!" diye emrettik. Nûh "Ey halkım!" diye seslendi, "Ben sizin için açık bir uyarıcıyım, yalnız Allah'a kulluk etmeniz ve O'na karşı sorumluluk bilinci taşımanız gerektiğini bildiren bir uyarıcı. "Şimdi bana kulak verin ki Allah bir kısım günahlarınızı bağışlasın ve [yalnız O'na] malum olan bir zamana kadar size mühlet tanısın; ama bilin ki Allah'ın belirlediği vade gelip çattığında hiçbir şekilde ertelenemez. Keşke bunu bilseydiniz!” (1-4)

Bir insanın ve toplumun, normal bir ömür sürecini yaşaması, kendi ecelini tamamlaması için sorumluluk bilincinde olan ve bu bilinci derinleştirerek ömrüne yayan bir seyirde yaşaması beklenir. Nuh (as) da kendi çağdaşlarına, insanlığa bu gerçeği hatırlattı.

Her insan biraz Nuh (as) olmalıdır. İyilik ve doğruluğun yaygın bir şekilde yaşanabilmesi için, bildiği doğruları yaşayarak ve dillendirerek ulaşabildiği kadarıyla elçiliğini/ ulaklığını yapmalıdır. Nuh (as) peygamber olarak hususi görevlendirilmiş bile olsa, her insan kendince, sorumluluk bilinci oranında kendine bunu bir görev bilmelidir.

Nuh suresi insana, insanlığa, yakınlarına, uzaklarına, halle, dille, kalemle veya yeri geldiğinde doğal hayatın içerisinde, bir şekilde hakikatin yaygınlaşması adına çabalar harcayan duyarlı insanlara; bunun ömür boyu süren insani bir çaba, belki de bir hayat biçimi olduğunu söylemekle kalmaz, bunu kendine hususi bir görev addetmiş sorumlu insanlara aynı zamanda bir yöntem bilgisi ve bilinci de verir. Nuh’un yöntemi sabırdır. Her engele rağmen hakikati yaşatma çabasından vazgeçmemek. Belki insandan vazgeçmemek. Vazgeçememek... İnsanı değerli bilmek, bulmak ve o kendini değersiz bilip atsa, harcasa da, vazgeçse de senin ondan vazgeçmemendir.

Lakin Nuh suresi, insanın hakikate karşı inatcı yapısını da ortaya çıkarır. Ve bütün çabaların sonuçsuz kalabileceğini de gözler önüne serer. Belki de “sonuca takılıp kalmayın, sonuç ne olursa olsun siz elinizden geleni yapın” der. Sonuçtan değil çaba harcayıp harcamamaktan sorumlu olduğumuz bilincini insana vermek için anlatılan bir yaşam hikâyesidir de öte yandan. Kimbilir insan için en iyi sonuç, iyi nedenlerin üstünde durmaktır. Belki bir ömür boyu... Sonuca ulaşmak değil.

Nuh (as) gece gündüz; yani eline geçen tüm zamanlarda, yani hiç durmaksızın çağırdı insanı. Düşünmeye ve insanca yaşamaya...

Sen ve ben de bütün zamanları, günleri, takvimin önemli günlerini, gecenin ve gündüzün fırsatlarını hep bu amaçla kullanabiliriz. Nefsin çağırılmaya ihtiyacı var en başta her zaman. Nefsin elinden tutulmaya ihtiyacı var. İnsan kendisiyle yalnız bırakılmamalı hayatta. Allah’ın çağrısına katılmalı bir şekilde. Tevhid ile...

Bu çağrının sadece dille, hem de uslup problemleriyle, mesela davet eder gibi değil de kovar gibi olmaması, gerçekten de çağırıyor olması gerekiyor. Lakin en güzel içerik ve usluplarla çağırılsa bile insan bu davete cevap vermeyebilir. Hatta ters davranabilir.

“Ve bir zaman sonra, Nûh "Ey Rabbim!" dedi, "Ben halkıma gece gündüz çağrıda bulunuyorum ama bu çağrım onları yalnızca Senden daha da uzaklaştırdı. Ve doğrusu, onlara bağışlayıcılığını göstereceğin ümidiyle ne zaman çağrıda bulunduysam parmaklarını kulaklarına tıkadılar, günahkârlık giysilerine büründüler, daha fazla inada kapıldılar ve boş gururlarında daha da azgınlaştılar.” (5-7)

Nuh (as) çağrıyı en güzel içerikler ve usluplarla yaptığı halde çağrısına cevap alamayışının altında yatan nedenin; en çok da çağıranın değil, çağırılanın eksikliği olduğu açığa çıkıyor. Çok defa iyi anlatamıyor olmaktan çok, iyi anlayamıyor olmayı... İyi anlayamamak masum da olabilir. Anladığı takdirde doğacak sorumluluklardan kaçış da... Onu bilen biliyor.

Toplumun ve insanın iyi çağrılara, çok güzel bir anlatıma olumlu tepki vermeyişinin bedeli çoğunlukla anlatıcıya kesilir. Şayet bu doğruysa Nuh (as) iyi bir anlatıcı değildi dememiz gerekir. Hâlbuki Nuh (as) hakikaten bin dereden, dahası aslında tam da gökten, gök kaynaklı bir ırmaktan getiriyordu “su”yu. Ve hiç bıkmadan usanmadan gocunmadan sakisi oluyordu o kurak halkının. Çağının ve kendi donanımının bütün imkânlarını seferber ederek, bütün yollardan kalplere ulaşmak için bir yol arıyordu. Açık açık; berrak, anlaşılır, net ifadelerle. Sade basit anlatımlarla... Herkesin anlayacağı bir dille. Herkesin algılayabileceği seviyelerle. Her seviyedeki insanın seviyesine inerek ve çıkarak... Gizemli, esrarlı anlatımların uzağında açık seçik bir anlatımla... Hep seslendi. Neler demedi ki:

“Doğrusu, ben onları açık açık çağırdım; onlara açıktan tebliğde bulundum; ayrıca onlarla gizlice, özel olarak da konuştum ve dedim ki: "Rabbinizden günahlarınızın bağışlanmasını dileyin, çünkü O, kuşkusuz bağışlayıcıdır! Size, hesapsız semavî nimetler yağdıracaktır. Dünyevî servet ve evlat vermek suretiyle size yardım edecek ve size bağlar bahçeler ihsan edecek ve akıp giden sular bağışlayacaktır.” (7-12)

Ödüller vadederek... Hem dünya hem ahirette yaşanacak cennetler vadederek. Rahat, yeterince keyifli hayatların doğru bir hayatın tabii sonuçları olduğunu, her insanın böylesi güzelliklere layık olduğunu söyleyerek... Yaratılışlarına, başlangıçlarına dem vurarak.

“Size ne oluyor ki Allah'ın büyüklüğünü kabul etmiyorsunuz, sizin her birinizi peşpeşe aşamalardan geçirerek yaratanın O olduğunu gördüğünüz halde?” (13-14)

Görmeyi unuttukları gökyüzünü bütün güzellikleriyle onlara hatırlatarak. Ekranlardan alıp gözleri ve kayıp düşen starlardan, yıldız bahçelerinde dolaştırarak anlattı.

Her gün doğan güneşi içlerine doğurarak. Gerçek aydınlığın ne olduğunu fark etmeleri için içinde bulundukları karanlıklar konusunda onları uyandırarak, bilinçlendirerek...

“Görmüyor musunuz Allah yedi göğü nasıl birbiriyle uyumlu yaratmıştır ve onların içine ayı yansıyan bir ışık olarak yerleştirmiş ve güneşi ışık saçan bir lamba yapmıştır?” (15-16)

Dirilişe, hesaba işaret ederek. Yaşıyor oldukları yeryüzünün nasıl da elverişli bir yaşam alanı kılınmasını bir bir anlatarak. Belki bir teşekkür yükselir içlerinde diye. Ve belki de bu teşekkür sorumluluk bilincine götürür umuduyla...

“Ve Allah sizi yerden tedricî bir şekilde yeşertip büyütmüştür ve sonra sizi öldükten sonra ona geri döndürecektir: daha sonra sizi yeniden dirilterek tekrar ortaya çıkaracaktır.” (17-18)

“Ve Allah yeri sizin için genişçe yaymıştır ki üzerinde geniş yollardan yürüyüp geçebilesiniz!” (19-20)

Olmuyordu. Duymuyorlardı kulakları varken. Kalpsizdiler. Duymak için kulaklar yetersizdi.

Ve kahrını yudumlamaya başladı.

İnsandı.

Nuh (as) dünyevi başarıyı her başarının üstüne çıkaranlar için zamanlar üstü bir dua etti. Mademki her şeyin, insanlığın, kulluğun da ötesinde bir iddiaydı bu dünyevi başarı. O da onları iddialarından ve inatlarından vur der gibiydi bu sözleriyle..

“Nûh, "Ey Rabbim!" dedi. Onlar böylece çoğu kimseyi saptırdılar: o halde, Sen bu zalimlere yalnızca özlem duydukları şeylerden uzaklaşmalarını emret!” (24)

Nuh (as) dünyevi başarıyı her başarının üstüne çıkaranlar için zamanlar üstü bir dua etti. Mademki her şeyin, insanlığın, kulluğun da ötesinde bir iddiaydı bu dünyevi başarı. O da onları iddialarından ve inatlarından vur der gibiydi bu sözleriyle... Rüzgârın hızlanması ve bir fırtınanın farz olması anlamına geliyordu bu kahır dolu cümleler. Nitekim öyle de oldu.

“Böylece onlar, günahları yüzünden büyük bir tufanda boğuldular ve öteki dünyanın ateşinde yanmaya mahkûm edildiler ve kendilerini Allah'a karşı koruyacak bir yardımcı bulamadılar.” (25)

Yeryüzünün arınma zamanıydı. İnsan ve yeryüzü kendisinin de kaldıramayacağı kadar kirlendiğinde hep böyle yapıyordu. Doğa ona yüklenen saf aklıyla deliriyordu adeta. Çıldırıyor ve yakışmayanı, anlamsızı, amaçsızı, serseriyi, başıboşu, kötüyü, yalancıyı, haksız kazananı, haksız harcayanı, paylaşmayanı, haini, entrikacıyı ve bütün bu karakterlerin doğal sayısından fazlaca artmasına müsade ettiği için yeri geldi masum olanı bile hiçe sayıyor, ayırmaksızın silkeliyordu üstünden.

Bir kıyamet provası oluyordu kısım kısım.

Bir silkelenme.

Bir silbaştan hayat ve sil baştan insan...

“Ve Nûh, "Ey Rabbim!" diye yalvardı: "Yeryüzünde bu hakikati inkâr edenlerden hiç kimseyi bırakma! Çünkü Sen onları bırakırsan, Sana kulluk edenleri hep saptırmaya çalışırlar ve yalnızca fesada ve inatla sürdürülen nankörlüğe sebep olurlar.

Ey Rabbim! Bana, anneme­babama, evime mümin olarak giren herkese ve daha sonraki bütün mümin kadınlara ve erkeklere bağışlayıcılığını göster ve zulüm işleyenleri her zaman helake uğrat!" (26-28)

Her insan Bir Nuh olmalı. Ömrünce nefsine seslenmeli. Ömrünce insanlara bir şekilde seslenmeli. Tufan korkusu vermeli kendisine. Fırtınalar kopmalı içinde. Esmeli ve yürümeli kendi üstüne üstüne. Belki tufandan önce gelir iyiliğin dinginliği. Kimbilir.