Kur'ân Yolculuğu: Tahrim Suresi

28 Ocak 2015

“Ey Peygamber! Eşlerinden herhangi birini memnun etmek için, neden Allah'ın sana helal kıldığı bazı şeyleri kendine haram kılıyorsun?  Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır.” (1)

Hz. Peygamber'in Medine döneminin ikinci yarısındaki bir tarihte, bir ay süreyle eşlerinden hiçbirisi ile birlikte olmayacağına yemin etmesinin kesin sebebi tesbit edilememiş olsa da, yukarıda sözü edilen hadislerden açıkça anlaşılmaktadır ki; evlilik hayatındaki bu geçici duygusal kopukluğun sebebi, Hz. Peygamber'in bazı eşleri arasında ortaya çıkan kıskançlık işaretleriydi. Surenin Hz. Peygamber’in evlilik hayatında yaşadığı duygusal bir sorundan kaynaklanan, çevresindekilerin ortaya çıkardığı sorunlara dayanamama ve duygusal bir kopuş yaşarken, aslında kendisine de yasaklar koyarak kendisini cezalandırmasının haksızlığını gösterme durumuna açıklık getiren bir yanı vardır. 

Surenin adı olan “Tahrim” kelimesi haram etmek, kılmak, menetmek, mahrum kılmak manalarına gelir. Surenin nüzul nedeninden de hareketle, tahrim kelimesi; “Hayat yakınları için kendisine zehir edilmesi gereken, mevcut yasaklar dışında ki serbest alanda olmadık yasaklar getirilerek mahvedilmesi gereken bir nimet olmamalı… Bir insan hayatı için Allah’ın yasakları yeter. Birilerini memnun etmek için kendine yasaklar koyarak hayatını daraltma.” düşüncelerini çağrıştırır niteliktedir.                                                                            

Bu durumda aynı çatı altında hayatı paylaşan insanların, yakınlarımızın kişisel isteklerine uyum sağlamaya çalışmak, kendimizden olmadığımız sürece güzel bir anlaşma, muhabbet ilkesi sayılabilir. Fakat geçim ve uyum, taraflardan birini adeta yok ediyorsa, birinin kişisel istekleri, duygusal durumları diğerimizin hayatını olumsuz etkiliyor ve bir kahırla aslında özgür olduğu/ Allah’ın izin verdiği serbest bir alanda bile kendini kısıtlamaya dönüşüyorsa orada durulmalıdır. Yani yakınını memnun etmek kendinden memnuniyetsizliğe, uzaklaşmaya neden oluyorsa orada durmak gerek. Çünkü gerçek bir evlilik, arkadaş, akraba gibi diğer yakınlıklar içlerinden birinin diğerini memnun etmek için hayatı kendisine zehir etmesiyle mümkün olamaz.

Birinin özel zevkleri, zaaflarının artık zarara dönüşen uzantılarını diğerinin sonuna kadar yaşaması bir fazilet olamaz. Kişinin şahsi dokunulmazlıkları devreye girer ve zaten kişiliğinden eden bir beraberlik kişilikli bir beraberlik değildir. Öyle ki kişilerden birinin benliği ikinci ruha da yerleşmek istemekte ve bu haksızlık olmaktadır. Diğerinin benliğini, kişiliğini yok etmektedir.

Tahrim Suresi, belki de “Yakınlarına iyiden iyiye yaklaşmak için kendinden uzaklaşmamalısın” der ve insanın yakınlıklarının onun şahsiyetini oluşturma ve geliştirmeye engel olmaması gerektiğini tenbih eder.

Her insanın kendisine özel olarak geliştirdiği yaşam alışkanlıkları vardır. Mesafesiz yakınlıklarda bu iki farklı yaşam gelenekleri çarpışır. Bu çarpışmanın tarafların şahsiyetini zedelemeden gerçekleşmesi ve bir ahenge dönüşmesi gerekir. Ölçü ise taraflardan birinin koyduğu “şahsi şeriat” değil, iki tarafın da uyduğu ilahi değerler olmalıdır. Aslında ölçü bellidir. Açık ve seçik.

Bir şeyi Allah sana helal kılmışsa, yakınını memnun etmek için yakınının özel yasaklarına, özel şeriatine, zaafkar şeriatine uyarak kendini kısıtlamamalısın. Fakat bu kısıtlamalar sevginin gereği olarak ve iki tarafın da birbirine doğru yaklaşma sürecinde gönüllü olabiliyorsa ne ala. Zannediyorum ki Allah sevginin ve ahengin arasına girmez. Çünkü onların kaynağıdır. Fakat ne zaman üzülsek biz O’na şikâyette bulunuruz. İşte bu yüzden yakınlıklarımızda da O’nun belirlediği ilkelere göre bir aidiyet yaşarsak daha şahsiyetli, daha mutlu oluruz.

Herhangi sosyal aidiyet ortamlarında da bu tip sorunlar gözlemlenir. Belli oluşumların kendilerine özel şeriatleri, erdem, takva bildikleri, değerlendirme ölçütü kabul ettikleri yaşam alışkanlıkları, getirdikleri gelenekleri vardır. Kişi bu yakınlık ve aidiyet gereği Allah’ın yasaklamadığı pek çok şeyi sorgulamaksızın kendisine yasak kılar.                                                                                                 

Toplumumuzda aidiyet algısındaki dengesizlikler, süreçte yaşanılan duygusal durumlar ve onun davranışa yansıyan boyutu, insanın kendisine aidiyetini, yani şahsiyet oluşumunu, aslında Allah’a aidiyeti zedeleyen boyutlara ulaşmaktadır. Öte yandan bu dengenin doğru kurulduğu, doğru yaşanabilen bir aidiyet, insanın şahsiyet oluşumu için birebir gereklidir.

Fakat yaşanılan hayata bakıldığında insan çok defa kendisine veya Allah’a ait değil; bir başkasına veya bir gruba aittir. Onların emirleri ve yasaklarının kendisine tanıdığı bir dar alanda yaşamaktadır. Bu yüzden çoğu zaman gerçekte Allah’ın memnuniyeti ve hemen arkasında kendisinden memnuniyeti, iç barışı pek arkada kalmaktadır.

Diğer yandan aynı insana/ kendimize başka açıdan bakabiliriz. Benlikler memnun olsun diye, zaaflar tatmin olsun diye, ne kadar sevildiğini görmek için, yakınlara yaşatılan ekstra emir ve yasakları düşünebiliriz surenin bizi getirdiği bu noktada.

Her insanın kendisine özel olarak geliştirdiği yaşam alışkanlıkları vardır. Mesafesiz yakınlıklarda bu iki farklı yaşam gelenekleri çarpışır. Bu çarpışmanın tarafların şahsiyetini zedelemeden gerçekleşmesi ve bir ahenge dönüşmesi gerekir. Ölçü ise taraflardan birinin koyduğu “şahsi şeriat” değil, iki tarafın da uyduğu ilahi değerler olmalıdır. Aslında ölçü bellidir.

Birileri memnun olsun diye, ait olduğumuz âlem için mesela, koca sülale diyebileceğimiz insanlık, millet, kendi yakın çevrelerimiz, ailelerimiz memnun olsun diye yaşıyor olduğumuz emir ve yasaklar örgüsünü, gelenekleri veya çabucak benimsenmiş modernlikleri gerçekten Allah mı emretmiştir? Kendimiz gerçekten bu şekilde yaşamak istiyor muyuz? Yoksa uyum, geçim, böyle gelmiş, böyle gitsin duygusu, adet bu, gelenek bu, modernlik bu düşünceleri… Bize istemediğimiz bir yaşamı dayatmış mı?  Başta eş, arkadaş, anne-baba, cemaat, grup ve bütün aidiyet ve yakınlıklar bu anlamda yeniden gözden geçirilebilir.                                                                               

Dolayısıyla ilk cümlelerimiz şunlar olabilir. Zaaflarımız yakınlarımıza eziyete dönüşen yasaklar getirmemeli, zaaflarımızı onlara birer erdemmiş gibi dayatmamalıyız. Aynı zamanda yakınlarımızn zaafları nedeniyle şahsiyetimizden, özgünlüğümüzden ve özgürlüğümüzden de olmamalıyız.

Suremiz ikişer şahsiyet ve şahsiyetsizlik örneğiyle devam eder. Değerli Asiye ve değerli Meryem ile Nuh ve Lut peygamberlerin değersiz, şahsiyetsiz eşlerinin hayat hikâyesiyle...