Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Leyl: Sözünü Leyl'âmız Bildik


Mukabele; Kitâb’ın içinde kastedilen hakiki anlama oranla -bizim bu güne kadar anlayabildiğimiz Kitâb’ı- karşılaştırarak bir yerde anlam sağlamasını yaparak okumak ve henüz anlayamadığımız hakiki Kitâb’a bakarak “kitapçıklarımızı” yenilemek gibidir. Gerçek bir mukabele hem bugüne kadar Kitap’tan anladıklarımızın doğru olup olmadığını, hem de buna bağlı olarak yaşadığımız hayatın gerçekten de Kitaplı olup olmadığını sorgulama imkânını verir.
 
Bu Ramazan,  hayatımız bir kez daha sakinleşecek ve bir kez daha durulacak az da olsa.
 
Baştan sona okumalarla hayatı yeniden daha doğru anlamanın ve yaşamanın zamanı olsun.
 
Varlığın teninde zahir oldu her şey. Söze değer ne varsa, varlık sabahında geldi. Varlığın sayfasına bir kalem ucu diye değdirdin bizi. Yoksa her şey kopkoyu bir sessizlikte kalacaktı. Bizimle yazıyorsun varlığın sayfasına güzelliği. 

Düşün [varlığı/nı] karanlığa boğan geceyi…

Bizi karanlığa bürüyen uzun bir geceden geldik bu sabaha. Adımızın anılmadığı, hatırımızın sayılmadığı soğuk unutuş kışından sıyrılıp da vardık bu varlık baharına.

…ve düşün aydınlığı yükselten gündüzü!

Aydınlandı âlem. Işık düştü üzerimize. Görüyoruz artık kendimizi. Biliyoruz varlığımızı. Varlığımızı bildiğimizi de biliyoruz. Emsalsiz bir ışık şavkıması bu. Var olduğumuzun zevkine varacak bir varlık verildi bize. Eşsiz bir bilinç patlaması bu. Var edildiğimize şaşıracak, sürekli var edilişimize minnet duyacak insanlar olarak var edildik. Açıldıkça yeni yüzler giyen, bölündükçe çoğalan bir sevinç tomurcuklanması bu. Hiç hesapta yokken edindiğimiz bu varlığın devamı vaad ediliyor; kesintisiz ve sonsuz, gamsız ve kedersiz cennetlere çağrılıyoruz. Hesaba sığmaz, akıl almaz, yürek dayanmaz, sebeplerle açıklanamaz bir bayram arifesi bu.

…[bir daha] düşün, [sevinçlerini, ümitlerini, hayallerini, sevmelerini…] karanlığa boğan gecenin ardından gelen [göz]aydınlığın [varlık] gündüzü/nü…

Sevinç otağımız büyüdükçe büyüyor. İyilik yumağımız açıldıkça açılıyor. Neşe pınarlarımız coştukça coşuyor. Yüzlerimizi kaldırıyoruz yerden, tozuna kirine aldırış etmeden yanaklarımızın sevildiğimizi görüyoruz. Utanmadan paçalarımıza bulaşan çamurlardan yeniden ümitleniyoruz. Tüllenen rahmet ufuklarına salıyoruz nazenin ümitlerimizi. Toz kanatlı kelebekler gibi kozamızı yırtıp sonsuzluğun baharına uyanıyoruz.

Sebepsiz geldik buraya. Hak etmediğimiz makamlara oturtulduk. Ne var ki unuttuk geçmişimizi. Unuttuk karanlıktan geldiğimizi.  Kendi başımıza çıkamayacağımızı bu geceden. Unuttuk “karanlığı bürüyen gece”nin sonunu getiremeyeceğimizi. Bu varlık sabahının ve her bir sabahın sürpriz oluşunu unuttuk. Alıştık gündüzümüze. Yayıldıkça yayıldık döşeklerimize. Kör olduk ötesine. Bize yapılan ikramı inkâr etmelere yeltenip olağanlaştırdık var edilişimizi. Kül döktük korlar üstüne. Öldürdük heyecanlarımızı. Hayretlerimizi söndürdük. Soldurduk şükran duygularımızı. Büzüştükçe büzüştük kabuğumuza. Küçülttük özümüzü. Hayretlerimizi alışkanlıklarımızın karanlığına gömdük.

Az aldığımızı sandık. Azaldık.

…[gel, yeni baştan] düşün aydınlığı yükselten gündüzü!

Ah, bir bilsek nerede olduğumuzu, bir anlasak başımıza nasıl bir talih kuşu konduğunu, kalbimiz göğsümüze sığmayacak. Çatlayacak varlığımız. Bir heyecan vuruşuna dönecek varlığımız. Evrenin bileğinde kıpır kıpır nabız olacağız. Hiç dinmeyecek heyecanımız. Mahcubiyet kızıllığıyla yanacak yanaklarımız. Bir şükür telaşıyla, teşekkür sevdasıyla, yerimizde duramayacağız.

Bizi uyandırmak istiyorsun ey Rabbimiz. Üzerimize sinmiş uyuşukluğu yırtmaktır muradın. Uyuyakalmayalım diye bizi “lafa tutuyorsun!” Düştüğümüz düşleri Sözünle bozmak istiyorsun. Aklımıza eğile eğile, loş unutuş köşelerinden almak istiyorsun bizi. Bizi kendimizden ümitlendirmek istiyorsun. Bir kez daha gecemizi gündüzümüze çevirmek istiyorsun. Hiç usanmadan yenilediğin, kutsi bir heyecanla ümit beslediğin, mukaddes bir şevkle tazelediğin varlığımıza, gaflet uykusunun gölgesi düşmesin diye Söz’ünün ışığını tutuyorsun.


Bizi uyandırmak istiyorsun ey Rabbimiz. Üzerimize sinmiş uyuşukluğu yırtmaktır muradın. Uyuyakalmayalım diye bizi “lafa tutuyorsun!” Düştüğümüz düşleri Sözünle bozmak istiyorsun. 
 
Sözünü, ey Rabbimiz, Leyl’ini sabahımız bildik.  Dünya gecemize yıldız yıldız indirdiğin ayetlerini Leyl’â güzelliği diye kalbimize kazıdık.

Düşün [varlığı/nı] karanlığa boğan geceyi ve [ardından] aydınlığı/nı yükselten gündüzü!

İyi ki çatlatmışsın yokluğun kabuğunu. Şükür ki, yırtmışsın unutulmuşluğun kara gömleğini. Ne iyi etmişsin de “böyle gelmiş böyle gider” diyenleri yanıltmışsın. Bir yerinden kırmışsın kaderimizi. Bahtımızın siyahını beyaza çevirmişsin. Lehimizde karar vermişsin. İstemişsin bizi. Senin aradığın olmuşuz. Senin talep ettiğin olmuşuz. “Olsa da bir olmasa bir” değilmişiz. Bir Sen bize “Sensiz olmaz” demişsin ki, bu deyişin bayramındayız şimdi!

Kadere bak! Senin tercihin diye yazıldı isimlerimiz! Fark eden Sensin eksikliğimizi. “Artı değer” saymışsın bizi. Yokluğumuzu çirkin görmüşsün, varlığımızı hayırlı görmüşsün. Biz Senin, evet Senin seçiminiz ey Rabbimiz.

Biz: Senin var etmeye değer gördüğün. Biz: Senin görünmeye değer gördüğün. Biz: Senin görmeye değer gördüğün. Biz: Görünmeye muhtaç değilken Sen, Seni görmeye değer gördüğün.  Biz: Varlığına tanık aramaktan müstağni iken Sen, varlığına tanık diye seçtiğin.

Düşün [varlığı/nı] karanlığa boğan geceyi…

Gece dediğin, karanlık. Işıksızlık. Körlük. Gece ne görünür ne gösterir ne de görünür kılar güzelliği. Sabah ümidini yutar gece. Gündüz haberini saklar gece. Sevinçleri boğar. Çıkışları kapatır gece. Yokluğumuza biz bile razı iken, Senin razı olmadın. Var olmamızı tercih ettin. Apaçık görünen bu şimdi! Öylece geldik bu gündüze.

Kendimizi bildiğimiz, kendimizce sevdiğimiz şu hayat şahittir ki, hiç hazır değildik burada olmaya. Bu billur varlık sabahı, uzunca bir yokluk gecesinin sonunda geldi. Bizi karanlığa bürüyen gece böyle bir sabahı vaad edemezdi.

…[bir daha, bir daha] düşün [göz]aydınlığını çoğaltan gündüzü!

Şu varlık gündüzü bize Senin hediyen. Bizi bize Sen armağan ettin. Göz göze gelişlerimiz Senin görmen sayesinde. Gördüğümüz her yüzde önce Sen görünürsün. Göründüğümüz her göze önce Sen görürsün. Işık kör kalır Sen görmezsen. Işık yolunu şaşırır Sen göstermezsen. Bu gerçeği, aydınlığın gerçeğini, gerçeğin aydınlığını görüyoruz şimdi.

Senin nazarına değmekten daha gerçek bir aydınlık mı var!

Senin bizi görmendir sabah. Yok, yok; güneşin doğuşu değil sabah. Işığın dokunuşu değil aydınlık. Sana göründüğümüzü gördüğümüz an kavuştuk biz ışığa. Senin bizi Seni görmeye çağırışınla gün gördük biz. Nazarında güzelce var olmaktır sabah. Senin görmek istediğince olmaya yoğrulmaktır göz aydınlığı. Senin boyadığınca boyanmaktır sevinç otağı.

İşte geldi gündüz ve gördük birbirimizi. Gecemiz var bizi uykulara bürüyen, rüyalara kandıran. Gündüzümüz var; bize sevinçler fısıldayan, hayallerin ardı soru koşturan. Ne geceyi bilirdik ne gündüzü, var etmeseydin Sen bizi. Ne kışlar uğrardı bize ne baharlar gelirdi, Sen unutuluşun gecesine terk etseydin bizi. Gecelerimiz ve gündüzlerimiz şahittir bizi var ettiğine.


Ne geceyi bilirdik ne gündüzü, var etmeseydin Sen bizi. Ne kışlar uğrardı bize ne baharlar gelirdi, Sen unutuluşun gecesine terk etseydin bizi. 

Düşün erkeğin ve dişinin yaratılışını…  

Yokluktan varlığa alınınca başladı sınavımız. Kaybetmeler ve kazanmalar varlıkla başladı. Neşeyi de varlıkta bulduk kederi de. Hüzünlerimiz bulup da kaybettiklerimiz yüzünden. Korkularımız arayıp da bulamayacaklarımız yüzünden. Kışlarımız da yazlarımız da varlık yüzünden. Varlığın teninde başlıyor acılarımız da hazlarımız da…

Siz işte böyle türlü türü işler içindesiniz. 

Var edildik de öyle çeşitlendik. Dağılınca karanlık, ışığa sobelendik; türlü hallerde göründük. Farklarımız çıktı ortaya. Biçimsizlikten kurtulduk. Amorf değiliz. Ayrıştık. Renklendik. Özelleştik. Biricikliğimiz belli oldu. Çirkinliği varlığın yüzünde tanıdık; güzelliği de. Yokluğun külleri savrulunca üzerimizden ayrı suretler giyindik. Kimimiz erkek kimimiz dişi oluverdi. Zalimler de bizden çıktı, masumlar da. Veren olduk, alan olduk. İsteyen de olduk, istenen de. Sağımızı solumuzu bildik. İyiyi ve kötüyü öğrendik. Doğuşları ve batışları tattık.  Acıları duyar olduk, zevkleri arar olduk.

Varlığın teninde zahir oldu her şey. Söze değer ne varsa, varlık sabahında geldi. Varlığın sayfasına bir kalem ucu diye değdirdin bizi. Yoksa her şey kopkoyu bir sessizlikte kalacaktı. Bizimle yazıyorsun varlığın sayfasına güzelliği. Sende gizli “hüsna”yı sabırla var kılma görevi bizimdir. Senin soyut güzelliğini direnerek yansıtma işi bize düştü. Ki bu senin tercihin. Yoksa gecede kalırdı şunca güzellik. Ne seyre değer güzellik olurdu ne o güzelliğe değer seyirciler. Ziyan olduğu bilinmeyen derin bir ziyanda kalırdı âlem. Kaybedildiği bilinmeyen talihsiz bir kayıp!

Bizi var kılma kararı Senin. Belli ki yokluğumuzu “gece” bildin, varlığımıza “gündüz” dedin. Hatalara düşsek de razısın varlığımıza. Fesat çıkarıp kan döksek de yeryüzünde, umduğunu bekliyorsun bizden. İstiyorsun ki geceler gündüz olsun bizim çabamızla… Karanlığın gömleğini yırtsın, sabahı getirsin birazımız. Azlarımızı seviyorsun. Azız diye azımsamıyorsun bizi. Şu zulmet zindanında bir iyilik meşalesi diye dikilsin azlar. Bekliyorsun. Cılız direnişimizin, samimi diklenişlerimizin karanlığı yırtacağını biliyorsun.

Demek, biziz Senin “gündüz” dediğin. Demek, güzelliği bizim üzerimizden görünür kılmak muradın. Bize koyduğun isimden memnunuz. Biz bu güzelliğe razıyız. Onayladık planını. Seve seve katılıyoruz projene.

İyi iş çıkardın! Bizden de iyi iş bekle. Umudun bil bizi bundan böyle Güzelliği görünür kılmak için çabalıyoruz. Ki kolayı bu. Ki bize yakışanı da. Öbür türlüsü yokuş.  Öbür türlüsü zorluk.

Sen bizi zor olan yolda yorma, ey “gece”de kalmamıza razı olmayan Rabbimiz. Sen bize kolayı kolay eyle, ey bizi “gündüz” bilen Rabbimiz.

Kim güzeli [güzel diye] onaylarsa, ona [zaten] kolay olanı kolay eyleriz.