Mukaddes Belde Medine

06 Ocak 2010

Yine Mukaddes bir yolculuğun kapısındayız. Yine kalplerde taptaze bir heyecan var. Gidenler adeta yerlerinde duramıyorlar, arkada kalanlar ise birgün acaba bize de nasip olabilir mi beklentisi içindeler. Evet İslam'ın beş şartından biri hac. Bir haşır seneryosu canlandırılıyor orada. Hacdan sonra insanlarımızın en çok rağbet ettiği bir diğer  bedeni ibadet ise Umre. İnsanın hem bedeni, hem imkanı ile birlikte yaptığı çok önemli iki adımdır bu ibadetler. Peki bir kişi Haccı ya da Umreyi nasıl yapmalıdır? Elbette ki bunun pek çok cevabı olabilir. Biliyorsunuz bir fetva vardır bir de takva. İnsanlar mertebe mertebe olduğu gibi ibadetler de öyledir. Gaflet içinde yapılanı da vardır, titreyen bir kalple, pırıl pırıl bir hissiyatla gerçekleştirileni de.  

Peki bu kutlu beldelere gittiğimizde, açık bir zihinle, dolu dolu bir hissiyatla ibadetlerimizi gerçekleştirmenin yolu nedir? Bence bu sorunun cevabını Sahabenin hayatında aramak lazım. Acaba onlar nasıl bir Hac ve Umre gerçekleştiriyorlardı ? Onu incelemek lazım.

Sahabenin Efendimiz'e çok farklı bir bağlılığı vardı. Hayatlarını, O'nun getirdiği değerleri yaşamaya ve yaşatmaya adamış bu hayırlı topluluk aynı zamanda müthiş bir izleyici ve tatbik edici yapıya sahipti. O (sav)'in ağzından çıkan hemen her şeyi muhafaza ettikleri gibi hal ve hareketlerini de izliyor ve en ufak bir kareyi bile kaçırmamaya çalışıyorlardı. Sanıyorum bugünün teknolojisi o günlerde, o zaman da olsaydı Efendimiz için bir kamera kurdurur; tüm hal ve hareketlerini kayıt altına almaya çalışırlardı. Çünkü o kutlu Zat'ın en küçük bir parmak oynatışında bile bizim için öğütler ve dersler vardı. O (sav) hiçbir işini öylesine yapmazdı.

İşte bu anlayıştan dolayıdır ki sahabe yaşantılarının büyük bir kısmını Efendimiz' takibe ayırmışlardır. Bu amaçla mesleğini bırakanlar, evinden ayrılıp Suffe'de (Mescid-i Nebevi'nin bir köşesindeki Asr-ı Saadet okulu) ikamet etmeye başlayanlar bile vardı. Bazı sahabeler bu hayırlı takipte diğerlerini geride bırakacak kadar önde gidiyorlardı. Bunlardan biri de Hz.Ömer'in oğullarından biri olan Abdullah bin Ömer (r.a.) idi. Zaten onun döneminde bir kişi diğerine "İbni Ömer'i gördün mü ?" (Ömer'in oğlu) dediğinde herkes onun kim olduğunu bilirdi. Çünkü o, Peygamber Efendimiz'in sünnet çizgisinden bir nebze bile sapmayan Abdullah İbn Ömer (r.a.) idi. 

Peygamber Efendimiz'in izinde Hac ve Umre başlığı altında sahabenin bu konudaki hassasiyetini anlatmakla işe başlamamızın sebebi, Onların da Hac ve Umrelerinde Efendimiz'in izini sürerek bu ibadeti gerçekleştirmeye dikkat etmelerinden kaynaklanmaktadır. Hayatlarının her bir köşesinde olduğu gibi bu önemli ibadetlerde de O (sav)'nun yaptıklarını ölçü olarak görmektedirler.

Yazımıza Abdullah ibni Ömer ile devam etmemizin sebebi ise bu konuda en hassas sahabelerden biri olmasıdır. Neredeyse tüm hayatını Efendimiz'i takibe adayan bu kutlu insan hem ciddi bir iz sürmüş hem de ömrüne bu yaşantıyı tatbik etmeye çalışmıştır. Onun bu hassas yaşantısını bilen sonradan gelenler ise devamlı onun yaşantısını takip etmişler ve sık sık anlam veremedikleri davranışlarının arkasındaki hikmeti sorarak onun hal ve hareketlerinin kaynağı olan Nübüvvet endeksli yaşantıyı kavramaya çalışmışlardır.

Mescid’ten azıcık kapıya doğru yönelseniz 21 nolu kapının yakınında sizi 1400 yıllık bir kuyu karşılayacaktır. “Sizler sevdiğiniz şeylerden infak etmedikce hakiki imana ermiş olamazsınız” ayeti kerimesini duyar duymaz en sevdiği ağaçlar ve Bir’u Ha kuyusunun da bulunduğu bahçeyi bağışlayan Ebu Talha’nın o güzel eseri hala orada durmaya devam etmektedir.

İşte bu duygu ve düşünceden dolayıdır ki, sahabe Hac ve Umre ibadetlerinde de O (sav)'in izini sürmüş, yaslandığı ağaca yaslanmaya, su içtiği çeşmeden su içmeye ve adımını bastığı yere yüz sürmeye çalışmışlardır. Yunus Emre boşuna söylememiştir, "Araya araya bulsam izini, izinin tozuna sürsem yüzümü" derken.Bir gün Hac sırasında Arafat'ta Cebel'ür-Rahme'nin kenarındaki bir taşın üzerine oturup biraz dinlenecek, hemen yanına gelen bazıları, neden burada oturduğunu soracaklar, o da, "Efendimiz veda Haccında vakfe sonrası burada biraz oturup dinlenmişti, ben de bu nedenle burada oturdum" diyecektir. Yine bir başka gün kervanla bir yere giderlerken kervanı durdurup ilerideki tepenin başındaki ağacın yanına kadar gidip gelecektir. Merak içinde kalan kervandakiler neden oraya gittiğini soracaklar ve tahmin ettikleri cevabı alacaklardır. "Bir defasında buradan geçiyorduk ve Efendimiz oraya gitti ve geldi." İşte sahabe buydu. Sebebini bilmese de tüm tavır ve davranışları ilahi bir güce dayanan O güzeller güzelini he şeyi ile kabullenmiş ve son raddesine kadar takibe hazırdılar. Hatta yine bu hassas sahabenin bir vefat anı vardır ki, böyle bir yaşantı olabilir mi dedirtecek derecededir. Artık yaşlıdır, Medine'de yaşamasına rağmen Hac için Mekke'ye gelmiştir. Mekke valisi Haccac, Emevi otoritesini tanımayan bu kıymetli zattan son derece rahatsızdır. Bir punduna getirterek kendisini zehirletir. Aniden rahatsızlanan Abdullah bin Ömer son anlarını yaşamaktadır. Başını bekleyenlere bir şeyler anlatmak ister. Ama zehirin etkisi ile ne konuşabilmekte, ne de bir hareketle anlatabilmektedir. Yanındakiler çaresiz bekleşirlerken 0nu iyi tanıyan bir kişi girer içeriye. Yanındakiler, "Bize bir şey anlatmak istiyor ama anlayamıyoruz" derler. Yeni gelen "Siz az önce ne yaptınız ?" diye sorar.  "Abdest aldırdık" derler. "Kulağına meshetmiş miydiniz ?" der. "Yok, unuttuk" derler. Dışarıdan gelen kişi, bu zatın ömrünü verdiği ölçüyü hatırlatır oradakilere; ""Siz onu tanımıyor musunuz? O hayatı boyunca Efendimiz'in yaptığı her şeyi yaptı, sakındığı her şeyden sakınmıştı." Yanındakiler dona kalırlar. Ölüm anında bile abdestin sünnetlerinden birini atlamanın sıkıntısı bu zatı böyle daraltmaktadır. Kulağına meshederler, rahatlar ve tebessümlerle ruhunu teslim eder. İşte sahabe o yüce Peygamberi takip konusunda bu kadar hassastır.

Yaptığımız araştırmalarda Efendimiz'in izini belirten binin üzerinde tabela olduğunu görüyoruz zamanında. Zamanında diyorum çünkü ne yazık ki bugün o kutlu izi bize anlatacak bu izlerden bir elin parmakları kadarı ancak kalabilmiştir. Sahabe bu hassasiyetle takip etmiş ve yerlerini hafızalarında tutmuş, arkalarından gelen tabiinde bu izlerin üzerine tabelalar çakmıştır. Tabi bu tabelalar bizim bildiğimiz manada tabelalar olsa yarın ard niyetli biri gelir ve söker bu izlerde kaybolur. Yeri en sökülmez tabelalar mescidlerdir. İşte Ömer bin Abdülaziz gibi zatlar bu mübarek izlerin üzerine mescidler inşa ederek bu izlerin kalıcılığını sağlamışlardır. Yine yapılan araştırmalara göre Efendimiz'in izleri üzerine en çok mescid inşa edenlerden biri de dünyanın eşi az bulunur Sultanlarından biri olan Ömer bin Abdülaziz'dir. Bu hassas hizmetine Medine Valiliği döneminde başlayacak ve bugün Türkiye'mizin 48 katı büyüklüğündeki ülkesini yönetirken de bunlara devam edecektir.

Öncelikle onun valilik yaptığı ve Efendimiz'in duasına mazhar olan şehir Medine'den başlayacak olursak her bir köşesi O (sav)'in izleri ile süslüdür. O (sav)'in mescidi ve evi olan Mescid-i Nebevi'den başlayacak olursak sadece içindeki sütunlarda bile nice hatıra saklıdır. Efendimiz'İn her Ramazan'da itikafa çekildiği Serir Sütunundan, gelen heyetlerle görüştüğü Meşveret Sütununa, yakınında yapılan duaların reddedilmediğine inanılan Hz.Aişe sütununa kadar. Mübarek saçlarını Hz. Aişe'nin yardımı ile yıkadığı yere, bir hurma kütüğüne yaslanarak nerede hutbe irad ettiğine ve sahabeye hangi mekanda durarak namaz kıldırdığına kadar nice iz ve süs orada hala durmaya devam etmektedir.

Mescid'ten azıcık kapıya doğru yönelseniz 21 nolu kapının yakınında sizi 1400 yıllık bir kuyu karşılayacaktır. "Sizler sevdiğiniz şeylerden infak etmedikce hakiki imana ermiş olamazsınız" ayeti kerimesini duyar duymaz en sevdiği ağaçlar ve Bir'u Ha kuyusunun da bulunduğu bahçeyi bağışlayan Ebu Talha'nın o güzel eseri hala orada durmaya devam etmektedir. Mescid'ten dışarı mı çıktınız? 40 adım kadar ilerinizde Mescid'ül Gağame (Bulut Camisi) ile karşılaşırsınız. Efendimiz'in sahabeye Cuma ve bayram namazlarını O'na gölge veren bir bulutun altında kıldırdığı mekan. Yanında Hz.Ebubekir, Hz.Ömer, Hz.Osman ve Hz.Ali Efendilerimiz'in sahabeye imamet ettikleri mekanlar. Hz.Ömer mescidinin yakınlarında bugün postane binasının bulunduğu yerde Bilal Habeşi'nin evinin olduğunu biliyoruz. Biraz beride Efendimiz'in uzun secdeli namaz kıldığı ve namazının sonunda "Cebrail gelerek bana "Allah Teâlâ'nın "Ey Muhammed! Sana bir salavat getiren kişiye ben de salavat getiririm. Kim sana selam verirse ben de ona selam veririm" buyurduğu müjdesini getirdi. Bunun için ben de şükür secdesine kapandım" dediği kutlu yerleri. Her bir köşede nice kuyu size o günleri hatırlatır. Sultan 2.Abdülhamid Han'ın yaptırdığı Hicaz Demiryolu'nun son istasyonu olan Medine İstasyonu içindeki Sukya Mescidi, aslında adını Efendimiz'in Bedir Harbine giderken ordusunu konaklattığı ve bizzat kendi elleri ile su dağıttığı kuyudan almıştır. Sonrasında Hz. Ömer'ler yağmur duasına Efendimiz'e hürmeten burada çıkacaklardır.

Eğer Umreye gelen bir grup olarak önce Medine'ye geldiniz ve oradan Mekke'ye gidecekseniz son gün otellerinizden ihramlı çıkarsınız ve doğru Mikad Mescidi'ne gidersiniz. Umrenize oradan başlarsınız. Bir kez daha yolunuz buralara düşerse lütfen bu mescidin arkalarındaki Bir'u Ali mevkiini görmeden geçmeyiniz. Çünkü burada bizzat Hz.Ali'nin kendi elleri ile açtığı altı adet kuyu bulunmaktadır. Medine'nin kuraklık yıllarında Hz.Osmanlar Uhud yolunda hala durmakta olan kuyuları satın alıp insanlık adına infak ederken imkanları çok dar olan bu güzel insan benim de gücüm ve kuvvetim var dercesine eline kazmayı alarak buraya gelmiş ve burada altı tane kuyu açmıştır. Biraz ileride sizi Akik Vadisi karşılayacaktır. Efendimiz'in nice hatırası ile dolu olan bu mekan O'nun nice geceler ikamet ettiği ve Rabbine yöneldiği bir yerdir. Hele bu vadide zamanında bir Semure ağacı vardır ki Efendimiz genelde ibadetlerini hep bunun altında eda ediyordu. O (sav)'nun vefatı sonrasında Abdullah bin Ömer sık sık buraya gelir ve bu ağacı sulardı. Neden suladığı sorulduğunda da Efendimiz'in buraya hürmetini anlatır ve ömrü oldukça bu ağaca bakacağını ifade ederdi.

Sultan 2.Abdülhamid Han’ın yaptırdığı Hicaz Demiryolu’nun son istasyonu olan Medine İstasyonu içindeki Sukya Mescidi, aslında adını Efendimiz’in Bedir Harbine giderken ordusunu konaklattığı ve bizzat kendi elleri ile su dağıttığı kuyudan almıştır. Sonrasında Hz. Ömer’ler yağmur duasına Efendimiz’e hürmeten burada çıkacaklardır.

Medine deyince akla ilk gelen yerlerden biri de şehir yakınlarında cereyan eden Uhud Harbidir. Aynı zamanda büyük bir askeri deha olan Efendimiz'in bu yönünün de temayüz ettiği bu savaş öncesinde de biz O'na ait güzellikleri tefekkür etmeye devam ediyoruz. Ordu Medine'den hareket etmiştir. Bugün artık büyüyen şehrin içinde kalan Şeyheyn denilen yerde konaklarlar. Orduya çocuklar da karışmıştır. Efendimiz'İn derdi onları geri yollamaktır. İşte burada konaklamalarının bir sebebi de budur. Ama nasıl ? O minicik yüreklerindeki heyecanları ile kılıç kuşanmış bu minikleri üzmeden nasıl geri göndereceklerdir. Hadiseyi Hz.Ömer'den dinleyelim:Medine'de Efendimiz'in izi bitmez ki. Çünkü burası O'nun şehridir. Çünkü burası O'nun duasına mazhar olmuş şehirdir. Yine kendi ifadeleri ile, Hz.İbrahim Mekke için, kendileri de Medine için dua buyurmuşlardır. Huneyn Gazası sonrasında ganimetler dağıtılırken yeni Müslüman olan Mekkelileri teşvik için onlara biraz fazlaca dağıtıldığında, buna bazı Medineli gençler bozulmuş ve "Hz. Muhammed (sav ) kabilesini buldu" vb. sözler sarfedince tüm Medinelileri bir araya toplamış ve "İstemez misiniz ganimet onların Muhammed (sav) sizin olsun ?" diye sormuştur.

Efendimiz Ebu Said'in yanına yaklaştı. -İleride Ebu Said El Hudri olarak adlandırılacak döneminin en büyük hadis alimlerinden olan sahabe- "Ya Ebu Said ne iyi yaptın da geldin" dedi. "Ama Medine'de korunması gereken kadınlar var çocuklar var. Onları da korumak önemli değil mi ?" Hz.Ömer bundan sonrasını şöyle anlatıyor. "Ebu Said yeni aldığı vazifenin heyecanı ile gerisin geriye dönmüş, kumlara bata çıka Medine'ye doğru koşmaya başlamıştı. Arkasında minik ayak izleri bırakıyordu. Birde arkasında uzun bir çizgi bırakarak gidiyordu. Çünkü beline taktığı kılıç yere sürtünerek gidiyordu."

İşte Asrı Saadet, İşte İnsanlığın İftihar Tablosu Efendimiz.  Bugün insanlığın O'na he şeyden daha fazla ihtiyacı olduğunun bir göstergesi olan muhteşem bir tablo. Minicik bir çocukla bile, hemde günümüzden 1500 sene önceki bu diyaloğu görünce O'ndan daha öğrenecek ne kadar çok şeyimiz olduğunu anlıyor ve bu mukaddes izi sürmemizin ehemmiyetini iliklerimize kadar bir kez daha hissediyoruz.