Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Neden Hac?

7 Ekim 2013 Pazartesi Dosyalar / Kurban ve Hac



Haccın hikmeti, Allah'a yönelmiş insanla Allah arasında kul-rab ilişkisinin insanın kendi hayatı ve ayrıca içinde bulunduğu ümmet üzerindeki etkisiyle ortaya çıkar. Gazâlî'nin ifadesiyle hac dinin kemale ermesi ve teslimiyetin tamamlanmasıdır.

Hac; kutsal kabul edilen mekânları dinî maksatla ziyaret etmektir ve İslam'ın beş şartından biridir. Arapçada "gitmek, yönelmek, ziyaret etmek" anlamlarına gelen hac kelimesi, fıkıh terimi olarak imkânı olan her Müslümanın belirlenmiş zaman içinde Kâbe'yi, Arafat, Müzdelife ve Mina'yı ziyaret etmek ve belli bazı dinî görevleri yerine getirmek suretiyle yaptığı ibadeti ifade eder.

İslami kaynaklara göre haccın Hz. Âdem (as) dönemine kadar uzanan bir geçmişi vardır.

Mekke'nin fethinden sonra Kâbe'nin içinde ve etrafında yer alan putlarla birlikte Hz. İbrahim (as)'in tebliğ ettiği hac ibadetinde bulunmayan şirk unsurları tamamen temizlenmiştir.

Haccın Hikmetleri

Kur'ân-ı Kerîm'de hac ibadetinin muhtelif safhaları hem şeklî hem de manevi ve ruhi yönlerden tasvir edilerek haccın çeşitli yararlarının bulunduğu belirtilir (mesela, el-Hac 22/28-33).

Müminin hem malı hem de bedeniyle gerçekleştirdiği bir ibadet olan hac, insanın bütün varlığını ilgilendirir ve bu haliyle külli bir teslimiyetin ifadesidir. Diğer yükümlülükler gibi hac da insan merkezli ve insanın ihtiyaç duyduğu hayırların tahakkukunu hedef alan bir ibadettir. Bu bakımdan onun hikmetlerini üç noktadan hareketle tesbit etmek mümkündür:

  1. Allah'ın insanlara bazı şeyleri yapmalarını emretmesi ve bunların yerine getirilmesi suretiyle kendilerine lutufta bulunması,
  2. Haccı gerçekleştiren insanın ona hazırlanırken menâsikini ifâ ederken ve ibadetini tamamladıktan sonra kendi kabiliyetine göre elde edebildiği olumlu sonuçlar,
  3. Bu ibadeti sadece Allah rızası için yerine getiren tek tek insanların iradelerinin ve tesir alanlarının dışında haccın bütün ümmete sağladığı faydalar ve onları ulaştırdığı yüksek seviye.

Haccın hikmeti, Allah'a yönelmiş insanla Allah arasında kul-Rab ilişkisinin insanın kendi hayatı ve ayrıca içinde bulunduğu ümmet üzerindeki etkisiyle ortaya çıkar. Gazâlî'nin ifadesiyle hac dinin kemale ermesi ve teslimiyetin tamamlanmasıdır (İhya', I, 314).

Hac ibadetinin fert ve Müslüman toplum açısından sağladığı manevi kazançların kişiden kişiye, toplumdan topluma ve devirden devire farklılık arz ettiği görülür. Her insan niyetine, iradesine ve yeteneklerine bağlı olarak hacdan farklı nasipler elde edebileceği gibi hiç nasip almadan bu seyahatten dönenlerin bulunması da mümkündür. Çünkü hac dış görünüşü itibariyle sembolleri andıran, gerçekte ise çeşitli ruhi eğitimleri sağlayan birbirinden farklı davranışların toplamından ibarettir.

Müslümanlar ömürleri boyunca günde beş defa Kâbe'ye yönelerek namaz kılarlar. Her Müslüman, imandan sonra en faziletli ibadet sayılan namazın (Müslim, "İmân", 137-140) kıblesini oluşturan mübarek mekânı görmek, orada başta Hz. Muhammed (sav) olmak üzere geçmiş peygamberlerin hak din uğrunda verdikleri mücadeleleri hatırlamak, asırlar boyunca birçok müminin namaz, dua ve niyazlarına sahne olan manevi atmosferde yaşamak ister. Hac bu açıdan tarihin müşahhas hale gelmesinin vasıtası olmaktadır.

Kur'ân-ı Kerîm'de Kâbe'den "Allah'ın evi" (el-Hac 22/26) diye söz edilir. Bütün benliğiyle Allah'a bağlanan mümin, O'nun evini ziyaret etmeyi en büyük manevi zevk olarak telakki eder. Genellikle insanlar emir ve yasakların hikmetlerini ancak gereği gibi onları yerine getirdikten sonra fark ederler. Bu fark ediş ya bizzat kendi hayatlarında ortaya çıkmakta veya başkalarının hayatı incelendiğinde görülmektedir. Hacda önemli olan sadece bir fiilin yapılması değil onun özel bir amaçla, yani Allah'ın emrine uymak niyetiyle yapılmasıdır. Şu halde hac ibadetinin temel gayesi ve hikmetlerinden biri insanların Allah'ın emri gereğince yurtlarını, ailelerini ve dostlarını, mallarını terk etmeye, bazı arzularına karşı koyup sıkıntıları göğüslemeye hazır olduklarını göstermeleridir.

Tavaf kişiye, her şeyin bir başka şey etrafında belli bir düzen içinde döndüğü ve insanın da bu kozmik düzenin bir parçasını teşkil ettiği şuurunu verir. Müslüman bu sayede kendisi gibi aynı yola girmiş, aynı niyet ve duyguları taşıyanlarla beraber koşmanın ne demek olduğunu fark eder. Sa'y niyet ve duygu bütünlüğü ile kaynaşmış ümmet ruhunun azametini yansıtır.

Hac belli bir zamanda ve belirli mekânlarda gerçekleşen bir ibadet olduğu için Müslümanlara zaman ve mekân mefhumunu, dünyada her şeyin belli bir düzen içinde gerçekleştiği şuurunu kazandırır. Vakfe, tavaf, sa'y vb. hac menâsikinin yerine getirilmesi, dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan Müslümanların gözlerini ve gönüllerini Arafat, Kabe, Safâ-Merve gibi "ilahî semboller" (el-Bakara 2/158) olarak nitelendirilen mekânlara çevirmelerini sağlamakta ve formel bir anlaşma olmaksızın bütün Müslümanları aynı zaman ve mekân içinde mânevi bir ittifak anlayışına ulaştırmaktadır.

Müminin hac esnasında elde ettikleriyle orada gerçekleştirdiği menâsik arasında da bir ilişki vardır. Burada özellikle belirtilmesi gereken husus, haccın gerçekleştirildiği mekânla Hz. Peygamber'in ve ilk Müslümanların yaşadıkları mekânın aynı olmasıdır. Mümin hac esnasında Rasûl-i Ekrem (sav)'in ve ashabının bulunduğu coğrafi mekânla karşılaşmakta, Kur'ân'da "Allah'ın koyduğu dinî işaret ve nişanlar" (şeâirullah) olarak tavsif edilen (el-Bakara 2/158: el-Hac 22/32, 36) bu mekânlarda bulunarak o dönemin manevi ruhundan nasip almaktadır.

Bilhassa tasavvufta hacca hazırlık safhası bir yönüyle ölüme hazırlanmaya benzetilir: şu farkla ki hac iradeye bağlı iken ölüm insanın beklemediği, belki de istemediği bir anda gerçekleşebilir. Hac ibadetinde kişi çevresinden ve arzularından uzaklaşacağı, ölmeden önce bir anlamda ölümü yaşayacağı için önemli bir irade egzersizi yapmakta ve ilahî iradeye boyun eğmeye hazır olduğunu kendine telkin etmektedir. Bu duygunun belirtilerini özellikle hacca ilk defa gidecek olanlarda gözlemek mümkündür. Bundan dolayı hacca hazırlanan mümin dinî, ahlaki ve hukuki mahiyette hak ilişkisi içine girdiği herkesle helalleşir, borçlarını öder, bakmakla yükümlü olduğu insanların nafakalarını ayırır ve ondan sonra yola koyulur.

Hac sırasında dünyanın her tarafından Kâbe'ye gelen Müslümanlar, aralarında önceden yapılmış herhangi bir anlaşma olmaksızın aynı fiilleri aynı şekilde gerçekleştirirler. Böylece Müslümanlar birbirlerinden habersiz olarak aynı ideallere yönelik bir gayret içinde bulunduklarını fark ederler, kendileri dışında milyonlarca insanın aynı amacı paylaştığının bilincine ulaşırlar.

Diğer taraftan hacca giden her Müslüman, ihrama girerken büründüğü esvapla kabre girerken bürüneceği kefenin benzerliğinin şuurunda olarak artık bir bakıma dünya dışı bir düzene ayak uydurduğunu hissetmekte ve bunun etkilerini duymaktadır. İhram, sözlük anlamının da çağrıştırdığı gibi sadece zahirî bir kıyafet değişikliği değil, insanın yaşama ve davranış biçiminin köklü bir değişikliğe uğraması demektir. Nitekim ihramlı kişi bu kıyafeti taşıdığı süre içinde başka zamanlarda kendisine meşru olan bir dizi davranıştan uzak durmak zorundadır. Bu program dışı hayat, kişinin alışkanlıklarından ve bağımlılıklarından kurtulmasına ve kendisiyle hesaplaşmasına imkân tanıyan önemli bir fırsattır. Bu esnada yapılan her ihlâl ya bir kefaretle karşılanır veya haccın bozulmasıyla sonuçlanır ki bir anlamda dünya-ahiret bütünlüğünü canlı bir şekilde yaşamak demektir (Ali Şerîatî, s. 23-24. Karaman. III, 25).

Kâbe ve çevresi için kullanılan "harem" tabiri, bölgedeki bütün ilişkilerin Allah'ın emir ve yasaklarına saygı esasına göre düzenlendiğini, başta insan olmak üzere ağaç ve bitki örtüsünden hayvanlara kadar bölgedeki bütün varlıkların ilâhî koruma altına alındığını ifade eder.

Tavaf kişiye, her şeyin bir başka şey etrafında belli bir düzen içinde döndüğü ve insanın da bu kozmik düzenin bir parçasını teşkil ettiği şuurunu verir.

Sa'y, Müslüman'ın sırf Allah istediği için katıldığı bir yürüyüştür. Müslüman bu sayede kendisi gibi aynı yola girmiş, aynı niyet ve duyguları taşıyanlarla beraber koşmanın ne demek olduğunu fark eder. Sa'y sırasında "hervele" denilen çalımlı ve hızlı yürüyüş, niyet ve duygu bütünlüğü ile kaynaşmış ümmet ruhunun azametini yansıtır.

Arafat'ta diğer müminlerle bir arada bulunan, kıyafetiyle artık bu dünyayı terk ettiğini gösteren mümin, haşir ve hesaba çekiliş sahnesini temsilî bir şekilde yaşayarak sorumluluğun ve hesaba çekilmenin idrakine varır. Arafat'ta Rabbi'ne yönelen insan daha bu dünyada, hiçbir yardımcının bulunmadığı şartlarda O'nun huzurunda durmanın mânasını, makam, servet ve ilim gibi üstünlüklerin gerçek değerinin hesaba çekileceği zaman ortaya çıkacağını anlar, üstünlüğün sadece takvada olmasının ne demek olduğunu kavrar.

Hac esnasında çeşitli münasebetlerle yapılan dualar, sadece Allah'a teslim olmanın ve bunu söz ve davranışlarla yaşamanın özlü bir ifadesidir. Özellikle telbiye çok anlamlıdır: "Buyur Allah'ım, buyur! Davetini duydum, sana yöneldim. Şerikin yok Allah'ım! Emrine uydum, kapına geldim. Hamd sanadır, nimet senin, mülk senindir. Şerikin yok Allah'ım!"

Nihayet orada kesilen kurban, müminin sırf Allah istediği için malından vazgeçebildiğimi belirtmesi ve bizzat kendini dahi Allah yolunda kurban edebileceğini fiiliyle göstermesi açısından manidardır.

Hac esnasında hiçbir şeye zarar vermemek esas olduğundan insanın çevresiyle ilişkisinde son derece dikkatli davranması gerektiği ortaya çıkar. Bu husustaki titizliğin ölçüsü, Kur'ân-ı Kerîm'deki yasaklardan ve bu yasakların çiğnenmesi halinde verilecek cezaları bildiren ayetlerin açık üslûbundan anlaşılmaktadır (bkz. el-Bakara 2/158. 196-200;  Âl-i İmrân 3/96-97; el-Mâide 5/2, 95-96; el-Hac 22/26-29, 33-34), özellikle bitki ve hayvan türünden canlılara karşı gösterilmesi gereken hassasiyet, kişiye başka zamanlarda kazanamayacağı ölçüde bir duyarlılık sağlar. Bunun yanında öfkelenmemek, kimseyi incitmemek ve güler yüzlü olmak gibi ahlâkî davranışlar da haccı gereği gibi yerine getirenlerin elde edecekleri manevi kazançlar arasında yer alır.

Sonuç olarak hac esnasında Müslüman daha önce teorik olarak haberdar olduğu, fakat layıkı ile yaşayamadığı bir dizi imani ve ahlaki özellikler kazanır; sahip bulunduğu olumlu niteliklerde ise daha çok sebat ve güç kazanır. Hac müminin kendi kendisinin farkına varma sürecidir.

Ümmet Bilinci

Rasûl-i Ekrem (sav)'in yaşadığı yerleri ve kabrini ziyaret etmiş, tebliğ vazifesini başarıyla yerine getirdiği mekânlarda peygamberliğine bir daha şehadet etmiştir. Aynı zamanda dünyada mevcut çok çeşitli ırkları, bunların konuştuğu dilleri gözlemiş ancak bu farklılıkların sadece insanların birbirlerini tanıyarak iletişim kurabilmeleri için (el-Hucurât 49/13) Allah tarafından birer alamet olarak yaratıldığının şuuruna varmıştır. Bunun yanında insanlar arasındaki bu farklılıkların birlik ve beraberliği engellemediğini, mevcut farklılıklarla birlikte Allah'a teslim olmanın her türlü vahdetin esasını oluşturduğunu fark etmiştir. Böylece dünyasının sınırları genişlemiş, coğrafi bilgileri nazari boyutlarını aşmış, yer küresinin muhtelif bölgelerinde yaşayan yüz binlerce insanla bir arada bulunmuş, en olumsuz şartlarda bile insanların birbirine müsamaha göstermesinin ne demek olduğunu bizzat tecrübe ederek anlamıştır. Hac sırasında dünyanın her tarafından Kâbe'ye gelen Müslümanlar, aralarında önceden yapılmış herhangi bir anlaşma olmaksızın aynı fiilleri aynı şekilde gerçekleştirirler. Böylece Müslümanlar, birbirlerinden habersiz olarak aynı ideallere yönelik bir gayret içinde bulunduklarını fark ederler, bu arada kendileri dışında milyonlarca insanın aynı amacı paylaştığının bilincine ulaşırlar. Hac, dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar, bütün Müslümanların aynı değerlere sahip oldukları ve bu değerlerin kendileri için ortak bir zemin oluşturduğu gerçeğini ortaya koyar. Hacca giden Müslüman bir ailenin ferdi, bir köyün, bir kasabanın veya bir şehrin sakini ve bir devletin vatandaşı olarak ülkesinden ayrılır, bir ümmetin ferdi olarak memleketine döner.