Bayramların birey-toplum ilişkileri açısından ne tür işlevlerinden söz edebiliriz?
İslam'ın bayram anlayışına baktığımızda bayramların, sadece zengin ve sağlıklı olanların mutlu olup eğlendiği bir vakit olmadığını görüyoruz. Tam aksine toplumun bütün kesimlerinin, birlikte mutlu olmasını ve o günleri mutlu bir şekilde geçirmesini sağlıyor bayramlar.
Bir de yardımlaşmanın, paylaşma duygularının en üst seviyeye çıktığı günlerdir bayramlar...
Basit bir hesap yapacak olursak mesela şunu görürüz: Türkiye'deki 70 milyon nüfusun 50 milyonu, fıtır sadakasını minimum miktarda verse 300 küsur milyar civarında bir para, üst tabakadan alt tabakaya ulaşıyor demektir. Böylelikle muhtaç olanlar rahatlıyorlar. Buna zekâtları da ilave edersek bu rakamın daha da büyüdüğü görülecektir.
Ayrıca İslamiyet bu yardımlaşma çabasını kurumsallaştırmıştır. Kişilerin arzularına, iyilik yapma isteklerine bırakmamıştır bu yardımları. Tam tersine bunu, bir vazife haline getirmiş, zengin Müslümanları buna mecbur bırakmıştır. Modern toplumlarda fakirlerin desteklenmesi, tamamen devlete bırakılmış bir iştir. Türkiye'de ise sosyal devlet çok güçlü değil. Devletin sosyal güvenlik mekanizmalarının tam işlemediği bir durumda toplumun, kendi yaralarını kendisinin sarması ve bunun da İslamiyet'in ortaya koyduğu bir kurumsal sistem içerisinde gerçekleşmiş olması son derece önemlidir. Devlet fakir de olsa, kriz içinde de olsa toplum muhtaçları gözetiyor. Ama bu yardımlaşma duygusu olmasa fakirler, devletin merhametine terk edilmiş olacaklar.
İSLAM YARDIMLAŞMAYI ZORUNLU KILAR
Bu bağlamda Türkiye'de bugün sadaka ve yardımlaşma sisteminin ciddi bir şekilde eleştirildiği de görülüyor. Bu eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sadaka kültürünü eleştirenler, bu eleştirilerini sadakanın dini bir mekanizma olmasına dayandırıyorlarsa yanlış yapıyorlar. Çünkü dünyanın her yerinde fakirleri gözetmek ile din, birlikte düşünülmüştür. Eğer böyle bir yaklaşım varsa dine karşı ifade edemedikleri eleştirileri, sadaka üzerinden ifade ediyorlar demektir.
Az önce fitreyle ilgili yaptığımız hesaplamada toplam meblağın ne kadar büyük bir seviyede olduğunu gördük. Peki, sizin elinizde böylesi büyük bir yardımlaşmayı sağlayacak başka bir motivasyon aracınız var mı? Elbette ki yok. O zaman toplumdaki bu yardımlaşma nasıl gerçekleşecek? Buna karşı söyledikleri tek şey "devlet yapsın." Elbette ki devletin, görevini yapması gerekiyor ama benim de insan olarak üzerime düşen vazifeyi yerine getirmem lazım. Bir muhtaç gördüğüm zaman hissiz, ruhsuz bir robot gibi hareket edemem.
İSLAM'DA İBADETLER TOPLUMSALDIR
Yardımlaşma sistemlerinin, "dinî açıdan kurumsallaşmış" olmaları da bunların seküler kesimler tarafından eleştirilmelerine bir sebep olarak gösterilebilir mi? Çünkü söz konusu yardımlaşma sistemlerinin, modernizmin toplumlar üzerindeki çözücü etkisine karşı bir bent olduğu da açıkca görülüyor.
İslam'da ibadetler toplumsaldır, ferdi değildir. Mesela namaz, cemaatle kılınır veya hac, topluca yapılır. İslam'ın paylaşma konusunda önerdiği yaklaşım, toplumda kimin muhtaç olduğunun bilinmesi yönündedir. İnsan da bunu ancak çevresinde ne olup bittiğini bilerek gerçekleştirebilir. Modernizmde ise kendi semtindeki fakiri, fukarayı tanımayan bir yapı söz konusu. Fitresini, zekâtını verecek kimseyi başkasından soran insanlar var artık. Bunlar, içinde yaşadıkları toplumdan kopmuş, atomize olmuş, kalabalığın içinde yalnız yaşayan insanlar... Hâlbuki İslam, bunu kabul etmiyor. İslam, "komşunun aç mı, tok mu olduğunu bilmen lazım" diyor: İslam, insanı toplumsal bir varlık haline getiriyor. Ayrıca insanı, o toplumun sorumlu bir üyesi yapıyor. Modern toplumda ise bir çözülme söz konusudur; herkes, kendi derdiyle meşgul oluyor.
Bayramların, sosyal yardımlaşma üzerindeki etkisi hakkında bunları söylüyoruz ama bugün bayramların artık birer "tüketim" mevsimine dönüşmeleri de söz konusu değil mi?
Bayramlarla alakalı olarak zamanımızda ortaya çıkan yanlış bir algı da bayramı, tatil olarak değerlendirmektir. Şunu kafamızda netleştirmemiz gerekiyor ki bayram, tatil demek değildir. Tam tersine bayram, bir sosyalleşme, bir mutluluğu paylaşma zamanıdır. Bayramların, toplumdan kaçıp kafa dinleme zamanı olarak görülmemesi gerekir. Tam tersine bayramların, sosyal olarak kaynaşmanın sağlandığı zamanlar olarak değerlendirilmesi lazım. Akraba ziyaretlerinin yapılması, fakirlerin gözetilmesi, çocukların sevindirilmesi ve bayramın bayram olarak yaşanması gerekir.
Sık sık duyduğumuz "Nerde o eski Ramazanlar, bayramlar..." yakınmasına değinmek istiyoruz. Bir yoruma göre aslında Ramazan ve bayramların geçmişte kaldıkları, bugün artık hakkıyla yaşanamayacakları şeklinde bir algıyı aşılamak amacıyla bu yakınmanın pompalandığı dile getiriliyor. Gerçekten bu nostaljiyle Ramazan ve bayramı ötekileştiriyor muyuz?
DİN NOSTALJİK DEĞİL DİNAMİKTİR
Elbette ki ben de bu yoruma katılıyorum. Bir de "din muhafazakarlıktır, âdet ve gelenektir" gibi bir algı söz konusu. Halbuki din, adet ve göreneklerden ibaret değildir. Din muhafazakarlık değildir. Biz, dedelerimizin yaptığı gibi iftar ve sahur yapmakla sorumlu değiliz. Onlar, kendi ekonomik ve sosyal şartları içerisinde iftar ve sahur yapıyordu. Bizim bugünkü sosyal ve ekonomik şartlarımız, onlara göre çok farklı olduğu için biz de böyle iftar ve sahur yapıyoruz. Dini, adet ve geleneklerin muhafazasından ibaret görmemek lazım. Din, son derece dinamik bir olgudur. Dinin temel ilkeleri vardır ve bu temel ilkeler, farklı formlarda ve evrensel olarak uygulanabilir. Bugün insanlar, New York'ta da, Afrika'da da, Hindistan'da da oruç açıyor. Bunların şartları birbirinden çok farklı olduğu için oruçlarını açmalarında da farklılık olacaktır. Yemekleri, yeme şekilleri, adetleri, görenekleri değişiklik gösterebilir. Burada önemli olan, İslamiyet'in koyduğu temel ilkelerin yerine getirilmesidir.