Oruç: Oruç, Allah’a kulluk niyetiyle tan yerinin ağarmasından güneş batana kadar kişinin kendisini yeme-içme, cinsel ilişki ve orucu bozan diğer şeylerden alıkoyduğu ibadettir. Hz. Peygamber bir hadiste "Kim iman ederek ve sevabını sadece Allah'tan umarak Ramazan orucunu tutarsa önceki günahları affedilir" buyurmuştur.
Oruç İslam dışında diğer dinlerde de yer alan bir ibadettir. Diğer dinlerde uygulanma şekli farklı olsa da oruç ibadeti, temelde nefsin dizginlenmesi esasına dayanmaktadır. Bu konuyla alakalı olarak Bakara Suresi’nin 183. ayetinde “Ey iman edenler! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı” buyurulmaktadır.
Sahur: Sahur, imsak vaktinden önce, oruca hazırlık amacıyla yenilen yemektir. Hadislerde, sahur yemeğinin imsak vaktine yakın bir zamanda yenilmesi daha uygun görülmüştür. Yine bir hadiste “Sahur yiyiniz çünkü sahur yemeğinde bereket vardır” buyurulmuştur. Peygamber Efendimiz sahur yemeğini çok önemsemiş, bir yudum suyla dahi olsa sahur yapılmasını tavsiye etmiştir. Oruç tutacağı için sahur yemeğine kalkan kişi, aynı zamanda oruca niyet etmiş sayılır.
İmsak: İmsak, orucun başlayıp sahurun sona erdiği vakittir. Yani, kişinin yeme içme, cinsel ilişki ve orucu bozan diğer şeylerden kendini uzak tutma şartı bu vakitten itibaren başlar. İmsak vakti, tan yeri ağardığında yani sabah ezanı okunduğunda başlar. Bu anda sahur sona erer; yeme içme işi bırakılır, orucu bozacak diğer şeyler de iftar vaktine kadar terk edilir.
Hadislerde, sahur yemeğinin imsak vaktine yakın bir zamanda yenilmesi tavsiye edilmiştir. Ancak imsak vaktinin girip girmediği konusunda şüpheye düşülen durumlarda bir şey yenilip içilmemesi daha uygun olur.
İftar: İftar, orucu açmak demektir. İftar vakti güneşin batıp akşam ezanının okunmasıyla başlar. Bu vakitten itibaren oruçlu kişi yiyip içebilir, oruçlu olduğu süre içerisinde kendini alıkoyduğu işleri yapabilir.
Hadislerde, nasıl sahur yemeğinin geciktirilmesi tavsiye edilmişse iftar için de acele edilmesi tavsiye edilmiştir. Peygamberimiz bu tavsiyesini bizzat uygulamış, iftarını akşam namazından önce su ve birkaç hurmayla açmıştır.
Diğer yandan iftar vaktinde edilen duaların Allah katında kabul olunmaya en yakın dualar olduğu haber verilmiştir.
Mukabele: Mukabele, cami veya başka yerlerde, Kur’ân’ın hatmedilmek üzere her gün bir miktar okunması manasına gelir. Mukabeleler üç aylarda, özellikle Ramazan ayında yapılır. Böyle bir karşılıklı okuma hem okuyanın hem de dinleyenlerin muhtemel okuma hatalarını düzeltmelerini de sağlar.
Mukabele geleneğinin kaynağında Cebrâil (as)’in Ramazan aylarında her gece Hz. Peygamber’in yanına gelmesi ve o zamana kadar indirilmiş olan ayetleri karşılıklı okuyarak tekrar etmeleri uygulaması bulunur. Bu uygulama daha sonra Müslümanlar arasında benimsenmiş ve bugünkü mukabele geleneği ortaya çıkmıştır.
Cebrail (as) ve Hz. Peygamber, Peygamber Efendimiz’in son Ramazan’ında iki defa mukabele yapmışlardır.
Kefaret: Bir Müslümanın, dinin belirli yasaklarını ihlal etmesi halinde bu ihlale karşılık sorumlu tutulduğu ibadetler, kefaret olarak adlandırılır.
Oruç ibadeti açısından bakıldığında oruçlu bir kişinin orucunu geçerli bir mazereti olmaksızın kasten bozması kefaret gerektirir. Ramazan orucunu bu şekilde kasten bozanların bir günlük kaza orucunun dışında öngörülen üç tür ibadetten birini yerine getirmesi gerekmektedir.
Bu üç ibadet; maddi güç yetiyorsa bir köle azad etmek, güç yetmiyorsa iki ay aralıksız oruç tutmak, buna da güç yetmiyorsa altmış fakiri bir gün sabah–akşam ya da bir fakiri altmış gün doyurmak şeklinde sıralanabilir. Ramazanda orucunu bozan kişi kaza orucunun yanı sıra bu ibadetlerden birini yerine getirirse kefaretini ödemiş olur.
Bir Müslüman Ramazan ayında orucunu kasten bir kereden fazla bozsa bile, biri için ödeyeceği kefaret diğer borçları için de yeterli olacaktır. Ancak bozulmuş olan her oruç için bir gün kaza gerekmektedir.
Fitre (Fıtır Sadakası): Fitre, Ramazan Bayramı’na kavuşan ve temel ihtiyaçlarının dışında belli bir miktar mala sahip olan Müslümanların, kendileri ve bakmakla yükümlü oldukları her bir kişi için vermeleri gereken bir sadakadır.
Fitre, oruç tutan Müslümanın, oruçluya yakışmayan davranışlarla zedelenen ibadetinin eksiklerini tamamlar. Aynı zamanda fakirlerin bayram sevincine katılmasını sağlar.
Fitre, kişiyi en azından bir gün için doyuracak bir miktarda olmalıdır. Hz. Peygamber fitrenin, Ramazan Bayramı’nın birinci günü sabah namazıyla bayram namazı arasında verilmesini tavsiye etmiş ve kendi uygulaması da bu yönde olmuştur. Bunun yanında fitre, Ramazan ayının girmesinden itibaren herhangi bir gün de verilebilir.
Bu yılki fitre miktarı, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından en az 16 TL olarak belirlenmiş; kişinin, alt sınır olarak belirlenen bu miktarı, gelir durumunun el verdiği ölçüde artırması tavsiye edilmiştir.
Fidye: Fidye, oruç ibadetini yerine getirmeye güç yetiremeyenlerin tut(a)madıkları her Ramazan orucuna karşılık fakirlere verdikleri para veya yiyeceği ifade eder.
Bir Müslüman, orucunu Ramazan’da tutamaz da daha sonra kaza ederek tutarsa fidye vermesine gerek kalmaz.
Fakat oruca gücü yetmeyen yaşlılar ve iyileşmesi mümkün görünmeyen hastalar, Ramazan’da tutamadıkları ve Ramazan’dan sonra da kaza edemeyecekleri oruçlarının her birine karşılık bir fakirin bir günlük yiyecek ihtiyacını karşılarlar.
Teravih: Teravih, Ramazan ayı boyunca yatsı namazı ile vitir namazı arasında kılınan namazın ismidir. Teravih namazı evde veya camide, tek başına veya cemaatle kılınabilir.
Teravih namazı Hz. Peygamber’in en çok önem verdiği sünnetleri arasındadır ve bu ibadetin faziletine dair bir hadisinde şöyle buyurmuştur:
“Kim inanarak ve sevabını yalnız Allah’tan bekleyerek Ramazan namazını [teravih] kılarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhari, Salatü’t-teravih, 1)
Genellikle yirmi rekât olarak kılınan teravih namazının sekiz rekât olarak kılınması da mümkündür. Teravih namazı genellikle iki veya dört rekâtta bir selam verilerek kılınır. Verilen selamlardan sonra salât ve selam getirmek, Kur'ân’dan bölümler ve ilahiler okumak zamanla yerleşen uygulamalardır.
Hz. Peygamber tarafından bu ibadete “Ramazan namazı” ismi verilmişti. Teravih kelimesi ise sözlükte “rahatlatmak, dinlendirmek” anlamlarına gelen Arapça “terviha” kelimesinin çoğuludur. Peygamber Efendimiz bu namazı eda ederken dört rekâtta bir kısa süre dinlenip rahatladığı için teravih adı da ilk dönemlerden itibaren kullanılagelmiştir.
Mahya: Özellikle Ramazan aylarında birden fazla minaresi olan camilerin iki minaresi arasına kurulan ışıklı yazı veya resimlere verilen isimdir.
Mübarek gün ve gecelerde kandil yakma geleneği Müslüman beldelerde öteden beri vardı. Ancak minareler arasına gerilen ipler üzerinde kandillerle yazılar yazılması veya çeşitli şekiller tasvir edilmesi geleneği Osmanlı’ya özgüdür. Mahyacılık sanatı İstanbul’da ortaya çıkmıştır.
İslam dünyasının genelinde mübarek kabul edilen gecelerde kandil yakma geleneği yaygınken mahyacılık sanatının İstanbul’da ortaya çıkmış olmasının sebebi ise padişahların yaptırdığı iki, dört ve altı minareli selatin camilerin (Süleymaniye, Sultanahmet, Fatih Camii gibi) bu şehirde bulunuyor olmasıydı. Bu camilerin minareleri mahya kurulmasına elverişliydi.
İlk mahyanın Sultanahmet Camii’nde ve Hafız Kefevî tarafından kurulduğu rivayet edilmekte. Ramazan’ın aydınlık yüzleri olan mahyalar varlığını günümüzde de sürdürmektedir.
Kaza: Kaza, vaktinde yerine getirilmeyen bir ibadetin daha sonra yerine getirilmesi anlamına gelmektedir.
Oruç ibadeti açısından da vaktinde tutulamayan veya herhangi bir sebeple bozulan orucun, bir başka günde tutulmasını ifade eder. Kendisine Ramazan orucu farz olan kişi, geçerli bir özrü olmadığı halde orucunu zamanında tutmazsa bu orucu ilk fırsatta kaza etmesi gerekir. Bunun yanında oruç; yolculuk, hastalık, savaş, hayati tehlike arz eden açlık vb. gibi geçerli sebeplerden ötürü tutulmayabilir veya bozulabilir. Ay hali ve lohusalık döneminde de oruç tutulmayıp Ramazan sonrasında kaza edilir.
Sadaka: Sadaka, ihtiyaç sahiplerine karşılık beklemeden yapılan maddi yardımlara denir. Ramazan ayı dışındaki vakitlerde de yerine getirilmesi gereken fakat Ramazan ayında yoğunluk kazanan bir ibadettir. İslam dini, sadakanın miktarı konusunda herhangi bir sınır getirmemiştir. Hayır sahibi kişiler, maddi durumu kötü olanlara diledikleri miktarda yardımda bulunabilirler.
Peygamber Efendimiz, sadaka hakkındaki bir hadisinde “Sadaka Rabbin öfkesini söndürür ve kötü ölümü bertaraf eder” buyurmuştur. (Tirmizi, 664)
İtikâf: İtikâf, içinde cemaatle beş vakit namaz kılınan bir camide ibadet niyetiyle ve belirli kurallara uyarak bir süre durmak anlamına gelmektedir. Kişi, itikâf sırasında anlamsız konuşmalardan, özellikle kötü sözlerden kaçınmalı; vaktini namaz kılarak, Kur'ân okuyarak, dua ederek veya dini eserler okuyarak değerlendirmelidir.
Hz. Aişe, Peygamber Efendimiz’in Medine’ye hicret ettikten sonra vefatına kadar her sene Ramazan’ın son on gününü itikâfta geçirdiğini ifade etmiştir. Bu sebeple Ramazan ayının son on gününde itikâfa girmek sünnettir.
Hilal: Hicrî takvime göre her ay hilalin görünmesiyle başlar, hilalin yeniden çıkmasıyla da yerini bir sonraki aya bırakır.
Çoğu ibadet için vaktin belirlenmesinde ölçü olan hilalin Ramazan özelinde taşıdığı anlam, oruç ibadetinin yerine getirileceği ayın başlangıcını ve bitişini belirlemede ölçü olarak kullanılmasıdır.
Peygamber Efendimiz, hadislerinde “Yüce Allah hilalleri vakit ölçüleri kıldı. O halde hilali görünce oruca başlayın, onu tekrar görünce iftar edin” (Müsned, IV, 23, 321) ve “Hilali görünce oruca başlayın; onu tekrar görünce bayram yapın. Eğer hava kapalı ise içinde bulunduğunuz ayı otuz güne tamamlayın” (Buhari, Savm, 11) buyurmuştur.
Temcid: Özellikle Recep, Şaban ve Ramazan aylarında, müezzinlerin sabah ezanından önce minarelerden okudukları Arapça ilahilere temcid denir.
Günümüzde devam ettirilmeyen bu temcid okuma geleneği, eski Ramazan kültürümüzde o kadar yer etmiştir ki kimi yerlerde “sahura kalkmak” deyimi yerine “temcide kalkmak” deyimi kullanılır olmuştur.
Temcidlerin kültür hayatımızda ne denli yer ettiğinin bir göstergesi de “temcid pilavı” deyimidir. Bu deyim, sahurda yenen pilava temcidlerin eşlik etmesiyle ortaya çıkmış ve halk arasında yerleşmiştir.
Kadir Gecesi: Kadir Gecesi, Kur'ân-ı Kerîm'in indirildiği mübarek gecenin adıdır. Kadir Gecesi hakkında Kur'ân-ı Kerîm'de ayrı bir sure bulunmaktadır.
Kadir Gecesi’nin hangi güne denk geldiği tam olarak açıklanmamışsa da hadis-i şeriflerde bu gecenin, Ramazan'da ve özellikle Ramazan'ın son on günü içerisinde bulunduğu ifade edilmiştir. Bununla beraber Kadir Gecesi’nin, Ramazan'ın 27. gecesi olduğu hakkında da yaygın bir görüş vardır.
Bir hadis-i şerifte, Kadir Gecesi'ni inanarak ve mükâfatını Allah'tan bekleyerek değerlendirenlerin, geçmiş günahlarının affedileceği müjdelenmiştir.
Kadir Suresi’nin meali ise şu şekildedir:
1. Şüphesiz, biz onu (Kur'ân'ı) Kadir Gecesi’nde indirdik.
2. Kadir Gecesi’nin ne olduğunu sen ne bileceksin!
3. Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır.
4. Melekler ve Ruh (Cebrail) o gecede, Rablerinin izniyle her türlü iş için iner de iner.
5. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.
Bayram: Bayramlar, dinî veya millî özellikleri dolayısıyla ayrı bir önem verilen ve topluca kutlanan günlerdir. İslam dininde Ramazan ve Kurban olmak üzere iki bayram vardır.
Hz. Peygamber, Medine’ye hicret ettikten sonra burada İranlılardan alınma iki bayramın kutlandığını görmüş ve "Allah, sizin için o iki günü daha hayırlı iki günle değiştirmiştir ki bunlar Kurban ve Ramazan bayramlarıdır" buyurmuştur. Müslümanlara özgü bayram kutlama gelenekleri de böylece başlamıştır.
Dua: Dua; sözlük anlamı itibariyle istemek, çağırmak, davet etmek demektir. İslamî bir terim olarak da “Allah’a yalvarmak, ondan bir şeyler istemek” gibi manaları taşımaktadır. Hadislerde “ibadetin özü”, “rahmet kapılarının anahtarı”, “müminin silahı” ve “dinin direği” gibi ifadelerle tanımlanmıştır. Dille olduğu gibi kalp ve fiillerle de dua edilebilir.
Ayetlerde Allah Teala kendisine yönelip duada bulunacak kullarına “cevap vereceğini” bildirmekte: “Kullarım beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O halde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.” (Bakara, 186) (Ayrıca bkz. Mümin, 60.)
Nasıl dua edileceğine dair, bir ayette de şu şekilde buyuruluyor: “Rabbinize alçak gönüllüce ve için için dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.” (Araf, 55)
Duanın geri çevrilmeyeceğini müjdeleyen bir hadiste ise şöyle buyuruluyor: “Kul, elini açarak Allah’tan hayır bir şey dilerse; Yüce Allah, kulunun elini boş olarak geri çevirmekten haya eder” (Tirmizi, 3556)
Zekât: Sözlükte artma, çoğalma, temizlik, bereket, iyi hal ve övgü gibi anlamlara sahip olan zekât, İslami bir terim olarak belirli bir malın bir kısmının Allah rızası için belirli kişilere verilmesi demektir. Kur’an-ı Kerim’de birçok yerde namazla birlikte emredilen bir ibadet olan zekât, “varlıklı insanların malında, ihtiyaç sahiplerinin bir hakkı” olarak değerlendirilmiştir. (Mearic 24-25)
Zekât, borcundan ve temel ihtiyaçlarından fazla olarak kazanç sağlayacak mülke sahip olan her akıllı ve hür Müslüman’ın yerine getirmekle yükümlü olduğu bir ibadettir. Başka bir ifadeyle zekât, varlıklı Müslümanların, ihtiyaç fazlası mal veya paralarının kırkta birini fakirlere verme yükümlülüğüdür.
Tevbe Suresi’nin 60. ayetine göre zekât verilecek kişiler şunlardır: Yoksullar, hiçbir şeyi bulunmayanlar, zekât toplamakla görevli memurlar, kalpleri İslam’a ısındırılacak olanlar, köleler, tutsaklar, borçlular, Allah yolunda savaşanlar ve yolda kalmış kişiler.