Ruh Eğitimine Bedenden Başlamak

13 Ağustos 2010

Oruçlu insan aç olan insandır. Aç insan, tok insan gibi kendini unutarak dış âleme yönelip onu kendine konu (obje) yapan kimse değil, bilakis açlığı sebebiyle dış âlem yerine kendine yönelerek kendini, kendine konu yapan insandır.

Daima etrafına bakınıp kendine bakmak aklına gelmeyen bir insan nasıl ki kendisindeki herhangi bir uygunsuzluğu, mesela elbisesindeki toz- toprak, yırtık-sökük vb. göremezse, bu durumu fark edebilmesi için herhangi bir sebeple bakışını kendine çevirmesi gerekirse, insan da ancak kendine, kendini konu yaptığı zaman gözden kaçırmış olduğu eksiklik ve kusurlarını fark edebilir. Böylece onları kontrol altına alarak tahdit eder ve azaltabilir.

Maddi bakımdan yemeden içmeden kendimize yönelerek kendimizi kendimize obje yaparak bütün davranışlarımızı tahlil edebildiğimizde İslam'ın, "orucun bütün azalara tutturulması" prensibiyle uyum içinde olacağız demektir. Oruçlu insan, açlığı sebebiyle kendine yönelmesi bakımından maddi olarak, bütün fena alışkanlıklardan uzak durma çabasıyla da manevi olarak kendi eğitimine yönelmektedir. Bu durum, ruh ve bedenden müteşekkil insanın eğitiminin de maddi ve manevi boyutlarıyla ele alınmasının lüzumunu ifade eder.

İbadetlerin ilk gayesi, Müslümanların sağlam bir ruh, sağlam bir şahsiyet yapısına sahip olmalarını temin etmektir. Oruç, tamamen maddi bir ibadettir ve bedenle alakalıdır. Buradan şöyle bir sonuç çıkarılabilir: Beden ile ruh arasındaki sıkı münasebet nedeniyle ruh eğitimine bedenden başlama zarureti vardır. Orucun bütün ömre yayılan bir ibadet olduğunu düşünürsek bu iki yönlü eğitimin de ömür boyunca sürmesi gerektiğini söyleyebiliriz.

Oruçlu insan, açlığı sebebiyle neden aç olduğunu daima aklında tutmak suretiyle devamlı ibadet halinde olduğunu aklından çıkarmayan insan demektir. Oruçlu insan, oruçlu iken kendisinden beklenen davranışlara uyarak kendi üzerine eğilen, kendini geliştirmeye çalışan insandır.

Oruçta, oruç tutanın yaşadığı açlık sebebiyle kendi varlığını çaresiz bir kabulleniş ve Yüce Yaratıcı karşısında acziyetini idrak etme söz konusudur. Kendi varlığının kendiliğinden gelmediği fikri en ufak bir canlıyı bile yaratamadığı gerçeği ile birleşince insanı sonsuz güce sahip bir Yaratıcı'ya götürür. Bu bakımdan oruçta, kulun kendi varlığını kabul etmesi Allah'ın varlığına geçiş için bir vasıta, bir sıçrama zemini temin edebilmek içindir.

Oruçlu insanın, aç olduğu ve yemek yemesini kendisine yasaklayan hiçbir maddi güç bulunmadığı halde oruca devam etmesinde birçok müspet tesir mevcuttur. Şöyle ki:

İnsan oruç tutmak suretiyle, varlığının en temel ihtiyacı olan yeme ve içmeden Allah'ın rızasını kazanabilmek için fedakarlık yapmakta, en büyük menfaatini terk etmektedir. Maddi hiçbir karşılığı olmadan en temel ihtiyaçlarından Allah için fedakarlıkta bulunan insan, bu derecede olmayan diğer menfaatlerinden de fedakarlıkta bulunabilir. İnsanlığın, hiçbir maddi karşılık beklemeden yapılacak fedakarlıklara toplumsal dayanışma ve yardımlaşma anlamında ne kadar ihtiyacı olduğu ise aşikardır.

Yine oruç, oruç tutana aslında helal olan ve gözü önünde duran her türlü yiyecek ve içecekten, gerek kalabalıkta gerek tenhada uzak durmasını sağlamak suretiyle, içgüdüleriyle yaşayan yaratıklar olmaktan kurtulmasına yardım eder. Bu anlamıyla oruç, irade eğitiminin en önemli parçasıdır. Kendi başına olduğu yerlerde dahi davranışlarını kontrol edebilme alışkanlığı kazandır. Allah'a verdiği sözden (niyet) dolayı yalnızken bile hakkı olan yiyecek ve içeceğe elini sürmeyen insan, değil alenen, kimsenin bulunmadığı yerlerde de başkasının hakkına saygılı olabilecektir. Oruç, kişide kendini kontrol altında tutma ve yapacağı işlerin sonucunu kendine sorma alışkanlığı kazandırır.

Aklına geleni düşünmeden hemen yapmak, canının her istediğini doğru yanlış diye ayırt etmeden hemen yerine getirmeye çalışmak toplumda yapılan bütün suçların esasıdır, temelidir. Oruç, sıkıntı ve ıstıraplar karşısında eğilmeyen, kendine hakim olan, vaat edilen bir takım menfaatler karşısında hak ve gerçek bildiği prensiplerden hiçbir fedakarlık yapmayan "ideal insan" tipini vücuda getirir.

İnsanları toplu olarak eğiten namaz ibadetinden farklı olarak orucun tek başına eda edilebilir olması şu demektir: Dünyada inanan ve ibadet eden hiç kimse kalmasa da, sen tek başına hiçbir maddi destek ve yardım görmeden de Müslümanca yaşayabilirsin.

Oruç, ömrü boyunca açlık susuzluk çekmemiş zenginin, fakirlerin halini yaşayarak idrak etmesini sağlar. Kalbinde merhamet duygusunun canlanmasına, onlara yardımcı olabilmek için bir takım hayır faaliyetlerine girişmesine vesile olur.

Akşam ezanı okunmadan yani vakit girmeden bir dakika önce dahi orucun bozulması veya imsak vakti girdikten sonra yemeye devam edilmesinin kaza veya cezayı gerektireceği malumdur. Tutulan orucun boşa gitmesine sebep olan bu ciddiyet, Müslümanların zaman mefhumunun değerini kavramalarını, hayatlarını zamana göre tanzim etmelerini, zamanı en iyi şekilde değerlendirmeleri gerektiğini öğretmek içindir.

Orucun başkaları tarafından takip edilemez oluşu, oruçluyu insanların takdirini beklemeden doğru olanı yapmaya teşvik eder. Oruçlunun zihninde ve ruhunda "beşerî sorumluluk" yerini "ilahî sorumluluğa" terk eder. Oruçlu insan artık, insanları aradan kaldırarak kendini Allah'a beğendirmek için çırpınan insandır.

 Kimsenin olmadığı bir yerde orucunu bozan kimse suçunun cezasını kendi kendine verir. Bir takım mazeretlerle kendini masum göstermeye çalışmaz. Bu da, kişilerin hukuk açısından kendi aleyhine de olsa karar verebilmesini, verilen karara saygı duyabilmesini sağlar. Allah'tan korktuğu için gizlide orucunu bozan ve bunu itiraf ederek kefaretine razı olan kişi kendi aleyhine şahitlik yapıyor demektir. Allah rızası için kendi aleyhine şahitlik yapabilen bir insan ise Allah'tan korkmadan yalan yere başkası aleyhine şahitlik etmez.

Akşam ezanı okunmadan yani vakit girmeden bir dakika önce dahi orucun bozulması veya imsak vakti girdikten sonra yemeye devam edilmesinin kaza veya cezayı gerektireceği malumdur. Tutulan orucun boşa gitmesine sebep olan bu ciddiyet, Müslümanların zaman mefhumunun değerini kavramalarını, hayatlarını zamana göre tanzim etmelerini, zamanı en iyi şekilde değerlendirmeleri gerektiğini öğretmek içindir.

Tecrübi psikolojideki, "bir insanın otuz-kırk gün arasında tabi olacağı eğitim neticesinde bir takım yeni alışkanlıklar kazanabileceği" gerçeği, orucun neden peş peşe olarak otuz gün tutulmasının istendiğini açıklayabilir. Mesela, ayda üçer gün olarak bir senede de aynı sayı -üstelik fazlasıyla- elde edilebilirdi. Oruç, her sene bir ay olmak üzere bütün Müslümanları ömürleri boyunca eğitime tabi tutmak suretiyle, kötü alışkanlıklarını terk ederek iyi alışkanlıklar kazanmalarını ve böylece topluma daha faydalı olmalarını sağlıyor demektir.