Siyer Araştırmalarına Dair Tespitler II

08 Ekim 2014

Siyerin Önemi ve Bir Uyarı

Siyer ve megazi, Müslümanlar nezdinde büyük bir öneme sahiptir.

Hz. Ali (ra)’nin torunu Zeynelâbidîn Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebî Tâlib (658-713); “Rasûlullah (sav)’ın megazisi, bize Kur’ân sureleri gibi öğretilirdi.”

Hz. Peygamber’in ashabından İran fatihi ve aşere-i mübeşşereden Sa’d b. Ebî Vakkâs el-Kureşî ez-Zührî’nin oğlu Muhammed, çocuklarına megazi ve seriyyeleri öğretirken “Evladım! Bunlar atalarınızın şerefidir; onları unutmayın”, Zührî “Dünya ve ahiretin hayrı megâzî ilmindedir” demiştir. [1]

Rasûlullah (sav)’ın siyeri, tarihî bir sâbite olarak –ilmi yöntemlerle- kayda geçmiş ve insanlığa mal olmuştur.

Hz. Peygamber devri, özellikle Medine dönemi, İslam dinine ve medeniyetine kaynaklık eden pek çok ve çeşitli verilerle doludur. Bu verilerden, tarihleri bilinenler esas alınarak bir tanıtımın yapılması, o tanıtımın eksik kalmasını sonuç verir. [2] Zira hadis ve siyer kaynaklarındaki verilerin, bütüne nisbetle çok az bir kısmının tarihi tespit edilmiş, birçoğunun ise vaktine temas edilmemiştir.

Mesela Rasûlullah (sav)’ın çeşitli amaçlara yönelik yaklaşık 80 kadar gazve ve seriyyesinin çoğunun tarihi tespit edilmişken, Rasûlullah (sav)’ın gönderdiği elçiler ve yazdığı mektuplar ile O’na gelen heyetlerin büyük bir kısmı hakkında sarih bir tarih verilmemiştir. Vâkıdî’ye göre, Medine’ye ilk olarak dört yüz kişilik Mudarî Müzeyne kabilesi heyeti Receb H. 5 tarihinde geldi. Hz. Peygamber, onları kendi yurtlarında kalmak üzere muhacir kabul etmiştir. [3] Rasûlullah (sav)’ın önde gelen ashabından Müzeyne kabilesinin sancaktarı, İsfahan fatihi Nûman b. Mukrine de bu kabiledendir. [4] Arap yarımadası sakinlerinin, Recep H. 5’ten itibaren başlayan, Hz. Peygamber’e heyet gönderme süreci, O’nun vefatına kadar devam etmiştir. İbn Sa’d, bu konuyu et-Tabakât’ının ilk iki cildini oluşturan Ahbârü’n-Nebî  (Hz. Peygamber ile ilgili haberler) kısmında: Arapların, Rasûlullah (sav)’a Heyetler Göndermesi şeklinde genel bir başlık ve bunu izleyen başlıklarda Medine’ye 72 kadar heyetin geldiğini tespit etmiş ve bunlara dair rivayetleri tek tek kaydetmiştir. [5]

Yine İbn Sa’d, hem kendi çabasıyla hem de Vâkıdî’den aldığı rivayetlere dayanarak, Rasûlullah (sav)’ın Hudeybiye Antlaşması’nın ardından Medine’ye dönülmesinden itibaren vefat edene kadar civar ülke hükümdarlarıyla ve Arap yarımadasının çeşitli bölgelerinde yaşayan kabile ileri gelenleriyle 110 kadar elçi teatisinde bulunup yazışma yaptığını ehliyetle tesbit etmiştir. O, bunları: Rasûlullah (sav)’ın, Krallara ve Arapların İleri Gelenlerine Elçilerle İslam’a Davet Mektupları Göndermesi başlığı altında tek tek ele alıp tasnif etmiştir. [6]

Hudeybiye dönüşü başlayan ve Rasûlullah (sav)’ın vefatına kadar devam eden -başta altı elçi gönderme olayı olmak üzere- yaklaşık 110 kadar dinî ve diplomatik faaliyet, üç yıl gibi kısa bir zaman diliminde meydana gelmiştir. Bu 110 kadar dinî ve diplomatik faaliyetin yapıldığı zaman dilimi bilinmesine rağmen, çok azının tam tarihleri bilinmektedir. Adeta yapılan faaliyetin yoğunluğu ve kısa bir zaman diliminde meydana gelmesi, tümünün tek tek tarihlendirilmesini neredeyse imkânsız hale getirmiştir.  Bu sebepledir ki İbn İshâk, elçiler olayına tarih vermekten kaçınır, onun yerine: “Rasûlullah (sav), Hudeybiye ile vefatı arasında geçen zaman içinde ashâbından bazı kişileri, Allah’ın birliğine davet için Arap ve Acem krallarına gönderdi” şeklinde genel bir ifade kullanır. [7]

Üstelik hicretle başlayan 10 yıllık Medine döneminde o kadar çok olay vuku bulmuştur ki, söz konusu kısa zaman zarfında yeni dinin medenî hayata yönelik tüm hükümlerinin yanı sıra yeni İslam toplumunun ve devletinin gelişme çizgileri de bu dönemde belirginlik kazanmıştır.

Siyer-Megazi Kaynaklarının Tespiti

Kur’ân-ı Kerîm “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı alaktan [8] yarattı. Oku! Rabbin, en büyük kerem sahibidir. O Rab ki kalemle (yazmayı) öğretti. İnsana bilmediklerini öğretti” [9] mealindeki ilk inen ayetlerinde ve daha sonraki vahiylerde; okumak, yazmak, kalem, kağıt (kırtas) ve kitap gibi bilgi tespit ve nakil araçlarından büyük bir teşvik, övgü ve emirle bahsedilmesi bir tesadüf değil, aksine bunda bir kasıt olduğu aşikardır. Hatta Kur’ân-ı Kerîm, bazı surelerin başında vurgulu yemin üslubu ile dikkatleri etkin bir şekilde bilgi kayıt ve nakil araçlarına çekmiştir. [10]

Kur’ân-ı Kerîm, kendisine el-Kur’ân ve el-Kitâb isimlerini vermiştir. Bu isimler, onun hem okunan hem yazılan bir vahiy olduğunu bildirmektedir.

İlk ayetler, (1) insanın biyolojik kökeninin basit görünümüne, biyolojik, ruhî ve zihinsel var ediliş sürecindeki ilahi tecellilere, (2) insanın doğası itibariyle cahil olduğuna, öğrenmekle bilgilendiğine, (3) insanın var edilişinin -fıtri ve kesbi halleriyle birlikte insanlığının- ilk aşamalarındaki ilahi nimete dikkat çeker. [11]

İnsan zatı itibariyle cahil/bilgisiz, kesp/kazanma itibariyle alim olduğu: “Siz, hiçbir şey bilmezken Allah, sizi annelerinizin karnından çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi” [12] mealindeki ayette ve “İlim ancak öğrenmekle elde edilir” [13] şeklindeki hadiste de ifade edilmiştir.

Bazı alimlerin dediği gibi söz rüzgar gibidir, onu tespit edip bağlayan kalemdir. Kalem sözün yerini tutar, fakat söz kalemin yerini tutamaz. 

Tabiînden büyük hadisçi, tefsirci, dinî ve sosyal ilimlerde bir deha olan ve ilme dair her duyduğunu ezberleyen Ebu’l-Hattâb Katâde b. Dâime b. Katâde es-Sedûsî el-Basrî (60-117/680-735) [14]: “Kalem en büyük ilâhi bir nimettir. Kalem olmasaydı, din devam etmezdi, din olmayınca da hayat düzen bulamazdı. Allah, yarattıklarının/kullarının ne ile düzene kavuşacaklarını en iyi bilendir” demiştir.

Bazı alimlerin dediği gibi söz rüzgar gibidir, onu tespit edip bağlayan kalemdir. Kalem sözün yerini tutar, fakat söz kalemin yerini tutamaz. [15]

Şimdi İslami rivayetin yazılı türden bir haber olduğuna dair pek çok delil ve misal vardır. Bunlardan bazılarını şöylece sıralamak mümkündür:

Birinci misal: -İlk aşamalarında, İslam’ın ilk asırlarına ait bütün dinî haberleri içeren ve bu haberlerin rivayet şekline hakim olan [16] hadisin yazıyla tespit işi (kitabet) bizzat Hz. Peygamber devrinde başlamıştır. Bunun en açık kanıtlarından birisi –aşağıda kısaca temas edilecek olan- Hz. Peygamber devri vesikalarıdır. Hadisin yazıyla tespit işi (kitabet), zamanla tedvin ve tasnif safhalarıyla kemâle ermiştir. [17]

Evet, hadis kaynaklarının tespiti, -iç içe geçmiş ve bir sonraki safhanın nüvelerini taşıyan- şu safhalardan geçerek gerçekleşmiştir:

I- Kitâbetü’l-hadis: Sahabe ve erken tabiîn döneminde hadislerin sahife veya cüz denen defterlere yazılmasıdır.

II-  Tedvînü’l-hadis: Dağınık olarak kaydedilmiş malzemenin birinci asrın son çeyreği ve ikinci asrın ilk çeyreğinde kitaplarda bir araya getirilmesidir.

III-  Tasnîfü’l-hadis: Takribî 125 (742) senesinden sonra hadislerin muhtevaya göre düzenlenmiş bablarda tasnif edilmesidir. Hicrî ikinci asrın sonlarına doğru bu türün yanında, hadis tasnifinin sahabe ismine göre yapıldığı “müsned” denen diğer bir tasnif türü ortaya çıkmıştır. [18]

İkinci misal: Hz. Peygamber’in katipleri, ihtisas katipleri şeklinde vazife taksimine tabi tutulmuşlardır. Bu ihtisas katipliklerinden bazısı şunlardır:

(1) Vahiy katipleri.

(2) Okuma-yazma öğreten katipler: Benî Ümeyye’den Abdullah b. Saîd b. Âs gibi: Asıl adı Hakem’dir. İsmi, Hz. Peygamber tarafından Abdullah olarak değiştirilmiştir. Hz. Peygamber, iyi bir katip olan Abdullah b. Saîd’e Medinelilere yazı yazmayı öğretmesini emretmiştir. Ebû Ma’şer’e göre, Abdullah b. Saîd (ra), Hz. Ebû Bekir (ra)’in hilafeti döneminde dinden dönenlere (ridde) karşı yapılan Yemâme Savaşı’nda  (H. 12) şehit olmuştur.

(3) Ganimet malları gibi gelirleri kaydeden kâtipler: Hz. Peygamber’in mühürdarı ve ganimet mallarından sorumlu olan Muaykıb b. Ebî Fâtıma ed-Devsî (v. 40 [?]) gibi.

(4) Resmi yazışma katipleri: Mesela Zeyd b. Sâbit el-Hazrecî, -Rasûlullah (sav)’ın emriyle- civar ülke yöneticilerine mektuplar yazar ve gelen mektuplara cevabi yazışmaları yapardı. O, İbrani, Süryani, Fars, Rum, Kıpti ve Habeş diliyle yazılmış vesikaları da tercüme ederdi.

Mesela İbn Sa’d’ın, Rasûlullah (sav)’ın 110 kadar elçi teatisinde bulunup yazışma yaptığını ehliyetle tespit etmesinden bahsedebiliriz. [19]

(5) İkta katipleri.

(6) Sır katipleri.

(7) Zekat gelirlerini kaydeden katipler: Zübeyr b. Avvâm ve –Cahiliye döneminde okuma-yazmayı öğrenmiş olan- Cüheym b. es-Salt el-Kureşî el-Muttalibî gibi.

(8) Ordu katipleri.

(9) Hadis katipleri: Abdullah b. Amr b. Âs ve Ebû Hüreyre gibi.

(10) Bugün noterler tarafından yerine getirilen sosyal mukaveleleri yazan katipler. Hz. Peygamber, Müdâyene ayetinin (Bakara Suresi, 2/282) emri gereğince, katiplerinden Abdullah b. el-Erkam b. Abdiyağûs ez-Zührî ile el-Alâ’ b. Ukbe’yi bugün noterlerce yerine getirilen akitler/mukaveleler, sosyal işlemler ve borçların yazılması gibi işleri yürütmekle görevlendirdi.

(11) Hz. Peygamber’in emriyle, Hayber ve Hicaz gibi bölgelerde hurma ve üzüm gibi bağ ve bahçelerindeki ürün miktarını tahmin –zekat vb. gelirlerin tespiti için- bilirkişisi olarak takdir edip kayda geçiren katipler: Huzeyfe b. Yemân el-Absî, Hazrecli Benî Hâris’ten Abdullah b. Revâha ve –Medine’nin bilirkişisi ve muhasebecisi - Hazrecli Benî Selime’den [20] Cebbâr b. Sahr el-Ensârî gibi.

Yukarıda isimleri zikredilen katiplerden birinin meşguliyeti olduğunda onlara vekaleten hemen -Benî Üseyd b. Amr b. Temîm’in Benî Şerîf kolundan, Cahiliye devri şair ve hatiplerinden Eksem b. Sayfî’nin kardeşinin oğlu ve ashabtan Rebâh (Riyâh) b. Rebî’in kardeşi, Hanzaletü’l-kâtib veya sadece Kâtib diye anılan- Hanzala b. er-Rebî’ b. Sayfî [21] işbaşı yapıp Rasûlullah (sav)’a katiplik yapardı.

Rasûlullah (sav)’ın ihtisas katipleri meselesine dikkat çeken Mes’ûdî, katipliği sahih rivayetlerle sabit olan ve uzun süre bu işlerle meşgul olan sahabileri kaydettiğini, bunun dışında kısa süreli veya birkaç defa Rasûlullah (sav)’a çeşitli konularda katiplik yapanları zikretmediğini kaydeder. [22]

Yukarıda zikredilen vakıalar, Hz. Peygamber devrinde yazıya ne denli ehemmiyet verildiğinin ve yaygın olduğunun sadece bir misalidir.

Üçüncü misal: Hz. Peygamber, Benî Neccâr’dan 17 yaşındaki Ebu’d-Dahhâk Amr b. Hazm b. Zeyd el-Ensârî el-Hazrecî’yi (v. 53/673 [?]) Necran’a amil/vali olarak göndermiş, dini esasları, Kur’ân’ı öğretmek ve zekat toplamakla görevlendirmiştir. İşte Hz. Peygamber’in, Amr b. Hazm’a gönderdiği dini hükümleri içeren risale, O’nun sünnet ve siyerine ait bilgilerin “kitabet” safhasının yine Hz. Peygamber devrinde başladığına bir örnek teşkil eder: Başta Ömer b. Abdilazîz ve Zührî olmak üzere birçok alim, Hz. Peygamber’in Amr b. Hazm (ra) için yazdırdığı dini hükümleri, siyer (devlet ve uluslar arası hukuk manasında) ve zekat oranları gibi konuları açıklayan vesikasını ve aynı mahiyetteki Hz. Ömer’in zekat vesikasını görmüş ve kopyalamışlardır. [23]

Amr b. Hazm’ın (ra) torunu Ebû Bekr b. Muhammed b. Amr b. Hazm el-Ensârî’nin (36-120/656-738 [?]) Emevî halifesi Ömer b. Abdilaziz’in emriyle Hz. Peygamber’in sünnet ve siyerine ait bilgileri toplaması “tedvin” safhasına örnek teşkil eder.

-Tabiîn devri hadis ve siyer-megazi alimi- Ebû Muhammed Abdullah b. Ebî Bekr b. Muhammed b. Amr b. Hazm’ın (65-130/684-747) ebeveynlerinden ve ecdadından kendisine intikal eden bilgileri kendisinin topladığı diğer malzemesine katarak Hz. Peygamber’in megazisini birleştirmesi ise “tasnif” safhasına örnek teşkil eder.

Bu müşahhas misal bize Hz. Peygamber’e ait haberlerin ilahi bir ihsan olarak ve ilmî emanet içinde belli yöntemler dahilinde ve yazılı olarak nesilden nesle kesintisiz bir şekilde nasıl intikal ettiğinin açık ve güzel bir örneğidir.

Dördüncü misal: İbn Sa’d’ın, Benî Uzre heyetinin Medine’ye gelişine dair rivayetlerin kaynağı ve bunların kendisine intikal şekli ile ilgili kaydettiği bilgiler ve benzerleri, bizlere İslam tarihçiliğinin ilk aşaması olan siyer-megazinin kitabet, tedvin ve tasnif safhalarıyla ilgili başka bir misaldir.

Hadis, siyer ve megazi gibi dinî rivayetlerin tespit işi, Hz. Peygamber devrinde başlayıp iç içe ve kesintisiz bir şekilde devam ederek tedvin ve tasnif safhalarıyla kemale ermiştir.

Tebe-i tabiînden olan Ebû Amr b. Hureys el-Uzrî: “Babalarımın kitaplarında (veya yazılarında) bulduğum kayıtlara göre” diyerek bazı bilgiler kaydeder. Bu durum, onun çok erken bir vakitte yazılmış, yani Hz. Peygamber devrinde veya hemen sonrasında vücuda gelmiş yazılı bir kaynaktan bilgi naklettiğine işaret etmektedir. [24] Tabiîn ve tebe-i tabiînden bize intikal eden başka birçok rivayette: “Dedelerimin yazdıklarında gördüğüme göre” veya “babamın sahifelerinde gördüğüme göre” gibi ifadelerin yer aldığını görmekteyiz. İlk siyer-megazi müelliflerine kaynaklık eden İslâm tarihinin bu kabil yazılı malzemeleri, Ebû Abdillah Muhammed b. Yahya b. Sehl b. Ebî Hamse el-Ensârî el-Evsî [25] ve Ebû Amr b. Hureys el-Uzrî gibi birçok sahabe torunlarında bulunuyordu. [26]

Beşinci misal: [Hz. Peygamber’in amcası oğlu, tercümânü’l-Kur’ân, tefsir ve fıkıh ilimlerinde otorite ve çok hadis rivayet eden sahabilerden] Ebû’l-Abbâs Abdullah b. el-Abbâs b. Abdilmuttalib el-Kureşî’nin (ö. 68/687-88) ve [Abdullah b. Abbas’ın mevlası, müfessir, tabiî] Ebû Abdillâh İkrime b. Abdillâh el-Berberî el-Medenî’nin (21[?]-105/642[?]-723) arşivinde Hz. Peygamber’in el-Alâ’ b. Abdillah b. İmâd el-Hadramî (v. 21/642) [Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir (ra) ve Hz. Ömer (ra) devirlerinde Bahreyn valiliği yapan, okuma yazma bilen ve Benî Ümeyye’nin dolayısıyla Benî Abdişşems’in halifi olan sahabe] vasıtasıyla Münzir b. Sâvâ’ya gönderdiği mektubu gördüğünü ve kendisi için bir nüsha yazdığını söyler.[27] İşte bu ve benzeri rivayetler, siyer-megazi sahasındaki ilk çalışmaların, bazı sahabe çocukları olan muhaddisler tarafından yapıldığını açık bir şekilde ortaya koyar.

Özetle hadis, siyer ve megazi gibi dinî rivayetlerin tespit işi, Hz. Peygamber devrinde başlayıp iç içe ve kesintisiz bir şekilde devam ederek tedvin ve tasnif safhalarıyla kemale ermiştir. Bu konuda daha fazla ve ayrıntılı bilgi isteyenler: Fuad Sezgin’in “Buhârî’nin Kaynakları” başlıklı eserine başvurabilirler. F. Sezgin, özetle şu hakikate dikkat çeker: “Rivayet zincirleri: (1) yazılı kaynakların isimlerini ve (2) çok katı kurallar [28] doğrultusunda o kaynakları rivayet etme izni (icaze) verilen ravilerinin isimlerini kapsamaktadır. Arapça tarihsel eserlerde karşılaşılan rivayet zincirleri günümüz kitaplarındaki dipnotlar gibi kaynaklara işaret eder.” [29]

Bu bahsi önemli bulduğumuz bir hatırlatma ile kapatalım: Hz. Peygamber’in bi’set/peygamberlik öncesi hayatıyla ilgili pek çok şey:

Ya bizzat O’nun tarafından bildirilmiş,

Ya da dönemin tanıkları tarafından nakledilmiştir.

Bu sebepledir ki ya Hz. Peygamber’in bir münasebet vesilesiyle bildirmesi ya da ashabın sorması üzerine anlatması neticesinde siyerin bi’set öncesi dönemiyle ilgili pek çok şey hadis kaynaklarında nakledilmiştir. Ayrıca bi’set öncesi ile ilgili izler/eserler, [30] başta tabiîn dönemi hadis ve siyer-megazi uleması olmak üzere, ensab, tabakat, ahbar ve tarih bilginleri tarafından bir takım kaide ve yöntemler çerçevesinde araştırılarak tespit edilmiştir. Aynı şey, İslam’ın ortaya çıktığı muhiti çeşitli veçhelerden tasvir eden haberler için de geçerlidir. Söz konusu bilginler, muhitle ilgili haberleri de kapsamlı bir şekilde araştırıp tespit etmişler ve çeşitli şekillerde değerlendirmişlerdir.

Bu sebepledir ki İbn Haldûn, tarihçileri, tarihî haberleri ele alış tarzları bakımından, beşe ayırmıştır. Olayları, meydana geldikleri muhit ve şartlarla birlikte kaydedenlere -tarihte yöntem meselesi zaviyesinden- dikkat çekmiş ve büyük bir önem atfetmiştir.

İbn Haldûn’a göre, İbn İshâk (85-151/704-768), Hişâm el-Kelbî (Ebu’l-Münzir Hişâm b. Muhammed b. Sâib b. Bişr el-Kelbî el-Kûfî: 120-204/738-819), Muhammed b. Ömer el-Vâkıdî (130-207/747-823), Seyf b. Ömer el-Esedî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Habîb (v. 245/859), Taberî (224-310/838-923) ve Ebu’l-Hasan Ali b. Hüseyin b. Ali el-Mes’ûdî el-Hüzelî (280 [?]-346/893-957) gibi büyük İslam tarihçileri geçmişe ait haberleri çok kapsamlı bir şekilde toplayıp bir araya getirmiş ve onları kitaplaştırarak korumuşlardır. Bu tarihçilerin en önemli maharetlerinden birisi, olayları meydana geldikleri muhit ve şartlarla birlikte kaydetmeleridir.

Bazı tarihçiler ise haberleri meydana geldikleri çevreden ve şartlarından soyutlayarak kaydetmişlerdir. Bu yüzden naklettikleri şeyler, onları değerlendirmede esas alınacak unsurlardan mahrum olduğundan, kabul edilemeyecek bilgiler olarak kalmıştır. Bu tarihçiler, söz konusu olayları, temelleri bilinmeden ve özelliklerine dikkat edilmeden, eskilerin bunları zikretmiş olmasından dolayı, soyut bir haber olarak tekrarladılar. Yeni nesillerin bu olayların hakikatini anlamak için ihtiyaç duyacağı, o olayların vuku bulduğu şartlarla ilgili bilgilere yer vermediler. Bu anlayışla hareket eden tarihçiler, bir devletten bahsettiklerinde, onunla ilgili haberleri sanki bir ipliğe dizilmiş inciler gibi sıralamakla yetinmektedirler. Bunlar, yazdıkları haberlerin konusunu teşkil eden olayların başlangıçları, sebepleri ve hedefleriyle ilgili hiçbir şey zikretmezler. Bu yüzden o haberleri okuyan kişi, olayların hakikatini anlamakta veya onlar arasında tatmin edici bağlantılar kurabilmekte ihtiyaç duyacağı, devletlerin başlangıçlarındaki ve diğer aşamalarındaki durumlar ve bunların arka arka­ya gelişlerindeki sebeplerle ilgili ayrıntılı bilgileri bulamaz. [31]

 

 


 

[1] Ebu’l-Fida İsmâîl b. Ömer İbn Kesîr (700-774/1300-1372), es-Sîretü’n-Nebevviye, thk. Mustafa Abdülvâhit, Beyrut 1976, II,355 (bu eseri, “İbn Kesîr” şeklinde kaynak gösterdik); Şâmî, IV,10; Zürkânî (1996 n.), II,229.

[2] M. Hamidullah, I,201.

[3] Muhammed b. Sa’d’dan (160-230/777-845), et-Tabakâtü’l-Kebîr, Beyrut ts., I,291.

[4] Afzalurrahmân (haz.), Sîret Ansiklopedisi, çev. Mustafa Aykaç v.dğr., İstanbul 1990, I,474.

[5] İbn Sa’d, I,291-359; İbnü’l-Cevzî Ebu’l-Ferec Cemâleddîn Abdurrahmân b. Ali b. Muhammed el-Bağdâdî et-Teymî el-Kureşî (510-597/1116-1201), el-Vefâ bi Ahvâli’l-Mustafa, thk. Muhammed Zührî en-Neccâri, Riyad ts., II,494.

[6] İbn Sa’d, I,258-291.

[7] İbn Sa’d, III,237.

[8] Alak, insanın yaratılış safhalarından olan aşılanmış yumurtayı ifade eder.

[9] el-Alak, 96/1-5. Yani Allah, insana kendisinde olmayan ilmi ona öğretmiştir.

[10] el-Kalem 68/1.

[11] İbn Haldûn, I,504-505.

[12] en-Nahl, 16/78.

[13]  Nakledilen hadiste: “Allah kimin hayrını, iyiliğini ister ise onu dinde kavrayış sahibi yapar (bazı rivayetlerde: derinleştirir: şeklinde bir hüküm daha bildirilmiştir. (bkz. Buhârî, Kitâbu’l-‘İlm, 1/10. Bu hadisin bir birine yakın pek çok rivayet şekli olup hepsi birbirini teyit etmektedir. Bu rivayet şekillerinden birisi el-Müstemlî’nindir ve İbn Ebî Âsım tarafından Kitâbü’l-İlm’de İbn Ömer yoluyla Hz. Ömer’den merfu ve isnadı hasen bir rivayet olarak nakledilmiştir. Hadisin tamamı şöyledir: “Ey insanlar, öğreniniz, ilim ancak öğrenmekle (bazı rivâyetlerde öğretmekle), hilm ancak yumuşak ve merhametli olmakla, fıkıh ise ancak ilimde derinleşmekle elde edilir.” (bkz. İbn Hacer, Fethü’l-Bârî, I,161). Ebû Hayseme Züheyr b. Harb b. Şeddâd en-Nesâî el-Bağdâdî (160-234/777-849), müellifin naklettiği hadisin iki cümlesini ayrı rivayetler şeklinde nakletmiştir: 1- “Allah bir kimse için hayır dilerse, onu din ilimlerinde derinleştirir.” 2- “İlim öğrenmekle, hilm ise yumuşak ve merhametli olmakla elde edilir. Kim hayrı arar ve araştırır ise bu ona verilir, kim ki şerden kaçınır ise o kimse bundan esirgenir.” Diğer bir rivayette ise “Kimse alim olarak dünyaya gelmez; ilim elde etmek öğrenmekle mümkündür.” Bkz. Kitâbü’l-’İlm, tahkik ve çeviri: Salih Tuğ, İstanbul 1984, s. 161,178; ayrıca bkz. el-Aclunî,  I, 215; II, 285.

[14] A. Birışık, “Katâde b. Dâime”, DİA, XXV,22-23.

[15] H. Tahsin Emiroğlu, Esbâb-ı Nüzûl, Konya ts, XIV,104.

[16] Fuat Sezgin, İslam Tarihinin Kaynağı Olmak Bakımından Hadisin Ehemmiyeti, İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, İstanbul 1957, II/1, s. 82.

[17] F. Sezgin, İslam Tarihinin Kaynağı Olmak Bakımından Hadisin Ehemmiyeti, II/1,19-36.

[18] F. Sezgin, Buhârî’nin Kaynakları, İstanbul 2001, s. 25.

[19] Bkz. İbn Sa’d, I,258-291; Ebu’l-Fazl Şemsüddîn Muhammed b. Alî b. Ahmedi İbn Tolun ed-Dımaşkî (880-953/1475-1546), İ’lâmu’s-Sâilîn An Kutubi Seyyidi’l-Murselîn (sallallahu aleyhi vesellem), thk. Abdulkadir el-Arnavut – Mahmud el-Arnavut, Beyrut 1407/1978; M. Hamidullah, Mecmuatü’l-Vesâiki’s-Siyasîyye li’l-Ahdi’n-Nebevî ve’l-Hilâfeti’r-Râşide, Beyrut 1987; Ali b. Hüseyinali el-Ahmedî, Mekâtibü’r-Resûl, Beyrut ts.

[20] Nahvîler (dil bilimciler), Seleme diye fetha ile okurlar. Hadis uleması ise nahvîlerin kıyasına aykırı olarak Seleme ismini yalnızca bu kabilede “L” harfini Selime şeklinde kesreyle telaffuz ederler. Bkz. Ebü’l-Fazl İbnü’l-Kayserânî Muhammed b. Tâhir b. Alî el-Makdisî eş-Şeybânî (448-507/ 1056-1113), el-Ensâbü’l-müttefika fi’l-hatti’1-mütemâsile fi’n-nakt ve’z-zabt, s. 24 (eş-Şâmile); M. Fayda, Hz. Ömer Zamanında Gayr-ı Müslimler, İstanbul 1989, s. 59 (er-Rahbî’den naklen).

[21] Resûl-i Ekrem’in (a.s.) diğer yazışmalarında da ona katiplik yaptı. Mekke’nin fethine katılan Hanzale’yi (ra) Rasûlullah (sav), Tâif Muhasarası’nda barış isteyip istemediklerini öğrenmek için Tâif halkına elçi olarak gönderdi. Hz. Ebû Bekir (ra) döneminde de katiplik görevine devam eden Hanzale, Irak bölgesinde Sâsânîler’e karşı yapılan savaşta Hâlid b. Velîd (ra) komutasındaki orduya katıldı. Hâlid (ra), onu ganimetleri halifeye ulaştırmakla görevlendirdi. Hz. Ömer (ra) döneminde Kâdisiye ve Nihâvend savaşlarına katıldı. Hz. Osman (ra)’ın muhasara edilmesi üzerine Mısırlı muhasaracılara karşı Medinelilere yardımda bulunulmasını teşvik etti. Hz. Osman’ın şahadetinden sonra fitneden uzak kalmak düşüncesiyle Cemel Vakası ve Sıffîn Savaşı’na katılmadı. Kûfe’ye yerleşmekle beraber Hz. Osman’a yapılan hakaretlere bir tepki olmak üzere buradan ayrıldı. Fırat ile Habur nehri arasında bulunan Karkisiyâ şehrine yerleştiği ve 45 (665) yılında burada vefat ettiği tahmin edilmektedir. Onun Hz. Ömer (ra) döneminde (634-644) veya 50 (670) yılında vefat ettiği rivayet edilmiştir. Hz. Peygamber Hanzale’den unuttuğu hususları kendisine hatırlatmasını ister, bazen de mührünü ona bırakırdı. Bir ara, Rasûl-i Ekrem (sav)’den ayrı kaldığı zamanlarda onun yanında iken aldığı manevi hazzı duyamadığı için kendisinin münafık olduğunu düşünmüş ve bu durumu önce Hz. Ebû Bekir’e (ra), daha sonra Hz. Peygamber’e bildirmişti. Hz. Peygamber de insanın her zaman aynı manevi seviyede bulunamayacağını belirterek bu durumun münafıklık alâmeti olmadığını bildirmiştir (Müslim, “Tevbe”, 12-13; Tirmizî. “Kıyâme”, 59). Ebû Osman en-Nehdî, Yezîd b. Abdul­lah eş-Şıhhîr, Kays b. Züheyr ve Hasan-ı Basrî gibi âlimler Hanzale’den (r.a.) hadis rivayet etmişlerdir.

[22] Bkz. el-Mes’ûdî, et-Tenbîh, s. 282-284; ayrıca bkz. Muhammed Abdülhay el-Kettânî, Rasûl-i Ekrem (sav)’in Yönetimi: et-Terâtîbü’l-İdâriyye, çev. A. Özel, İstanbul 1990, I,257-259, s. 199 vd.; M. Hamidullah, “Allah’ın Elçisi ve Sahabe Devrinde Yazı Sanatı”, çev. Hasan Çağlar, İslami Araştırmalar, Ankara 1988, II/7,98.

[23] Bkz. Ebû Muhammed Cemâlüddîn Abdülmelik İbn  Hişâm b. Eyyûb el-Himyerî el-Meâfirî el-Basrî el-Mısrî (ö. 218/833), es-Sîretü’n-Nebeviyye, thk. Mustafa es-Sakkâ - İbrahim el-Ebyarî - Abdülhâfız Şelbî, Mısır 1936, IV,241-243; Ebû Ubeyd el-Kâsım b. Selâm b. Miskin el-Herevî (154-224/771-838), Kitâbü’l-Emvâl, thk. Ebû Enes Seyyid b. Receb, Dârü’l-Hedyi’n-Nebevî (Mısır) – Dârü’l-Fazîle (Suudi Arabistan) neşri, 1428/2007, I,5-9; Ebû Abdillah Muhammed b. Ali b. Ahmed İbn Hudeyde el-Ensârî (v. 783/1381), el-Misbâhu’l-Muzî fî Kuttâbi’n-Nebiyyi’l-Ümmiyyi Ve Rusulihi İlâ Mülûki’l-‘Arz Min Arabiyyin Ve Acamiyyin, thk. Muhammed Azimuddin, II. Baskı, Beyrut 1405/1985, II,217-219; M. A. Köksal, İslam Tarihi, XVII,42-49.

[24] İbn Sa’d, I,70,331.

[25] Dedesi, babası ve amcası Ebî Afre’den  ilim almış, kendisinden ise İbn İshâk ve Muhammed b. Sadaka el-Adenî rivâyet almıştır. Bkz. Ebu’l-Fazl Abdurrahîm b. Hüseyin el-Irâkî (v. 806), Zeyl Mîzâni’l-İ’tidâl, thk. Ali Muhammed Meûz – Âdil Ahmed Abdilmevcûd, Dâr el-Kutub el-İlmiyye Neşri, Beyrut 1416/1995, s. 188 (eş-Şâmile).

[26] İbn Sa’d, I,70, 331,332; II,290.

[27] Zürkânî (1996 n.), V,34; M. Fayda, “Siyer Sahasındaki İlk Telif Çalışmaları,” Uluslararası I. İslam Araştırmaları Sempozyumu, İzmir 1985, s.   358.

[28] Tahhammülü’l-ilm/hadis kuralları.

[29] Fuat Sezgin, İslam’da Bilim Ve Teknik, çev. A. Aliy, Ankara 2007, I,6.

[30] Burada eser kelimesi hadis usulü ıstılahındaki manası kastedilerek kullanılmıştır. Bkz. Ek 2: “Eser” md.

[31] İbn Haldûn, I, 4-5.