Her yıldız bir iddia gibi durur başımızın üstünde. Uzayın, çok uzaklarındaki derinliğin bir selamı gibi ışıldar orada. Ve her yıldız şunu söyler gönderilmiş iddiasında: “İnançsızlık karanlıktır!”
Kendini küçük bir kara parçası kadar bilmek, teninden uzayına; ruhuna uzanamamak gibi midir bilinmez bu inançsızlık denilen şey… Ona kendi iç sesi “Nasılsın?” dediğinde, “Hiiç…” demek durumunda kalmak mıdır? Gerçekten de bilmemek midir kendini... Bilinmez.
Tarık/ yıldız budur işte: inanmanın aydınlığı...
İnançsızlık karanlıkta kalmadır. Yıldızsız gecelemek… Bir yıldız takmama o boşluk dolu göğsüne… Aydınlık fikirleri serpmeme.
Her kalp hayatı boyunca o iç karanlığından çıkmak için kendisine özel bir yıldız ister. Bir aydınlanma, kendisine çeken ve ikna eden bir yaşam biçimi arar durur. Yıldızlı bir uzayı olmadan, tek bir yıldızı olmadan kendi kara parçasına, kalıbına sıkışmış halde yaşar. Nefes almadan yaşamak gibidir bu. Herkes ikna olmak ve kalbini sabaha erdiren bir kabul yaşamak ister. Hayatı boyunca kendisine gönderilmiş, gerçekten de ışığına kanaat ettiği bir yıldız bekler. O kimsesizliğine, o belirsizliklere, çıkmazlara, daralmalarına son veren bir bilgi bekler.
İkna olunca bilincini yakar ve o yıldızın ışığında bir hayat sürer.
“Düşün gökleri ve gece vakti geleni! Bilir misin nedir gece vakti gelen? O, yıldızdır inanmadan yaşanan hayatın karanlığını delip geçen. Zaten hiçbir insan korunmasız bırakılmamıştır.” (1-4)
İnanmadan yaşanmaz. İnanmadan yaşamak; güneşsiz, sabahsız, gündüzsüz, akşamsız yaşamaktır. Aysız, yıldızsız. Yani bir gökyüzün olmadan yaşamak… Düşünsene; nefes alıp verdiğin, onunla düşünüp onunla karar verdiğin bir ölçün, bilgin yok. Bilgilerini tatlandıran, ışıklandıran, ruhlandıran, hayata geçmelerine, doğup büyüyüp yaşamalarına imkân veren bilincin yok! Farkındalığın lezzetine varman ve “ben işte bu amaç ve anlamla bunu gerçekleştiriyorum, neyi neden yaptığımı çok iyi biliyorum” güvenin yok!
İnanmadan yaşamak; kalbinde ağırladığın ve seni yaşamaya razı etmiş, sana “işte yaşamak budur” demiş bir bilginin ve bilincin olmayışıdır. Seni sana bildiren, seni sana anlatan, kendini onda bulduğun bir gökyüzünün, yüksek bir düşünüşünün olmayışıdır.
Uzayın; kendinden, kendi kara parçandan çıkıp giden bir uzayın yoktur inanmadığında. Kendinden başlayamamış ve güvenle çıkıp gidememişsindir. İnanmamak gelişememektir. İnanmazsan keşfedemezsin. Sadece bulursun. Buluşların anlam bütünlüğüne ermez. Ortada kalırsın. Sahipsiz. Bir başına… Kendi karana, ruhsuzluğuna sıkışıp kalırsın. Hapissindir karanlığına. İçin kararmış ve yığılıp kalmışsındır kalıbına. Kalpsiz. Mahkûm.
Gökyüzün; bilinen, basit, zahir, açık seçik olanın dışında bir gizin, bir yükselen değerin yoktur. Yüksek bir düşüncen, düşünsel bir çıkışın, ilerleyişin, başlangıcından özgürleşmen, ilkelliğinden mükemmelliğe yolculuğun, hep daha yukarıya terakkin, gelişimin yoktur.
Yıldızın yoktur. Ansızın kapını çalan bir aydınlığın… Hayatını gerçekten de nasıl yaşayacağın konusunda seni bilgilendiren ve bilinçlendiren, sana en güzelinden, en idealinden bir amaç sunan bir ışıltın… Seni anlamlandıran bir nedenin yoktur.
Yıldızsız kalmak ağırdır. Sadece yıldızsızlık da değildir yıldızsız kalmak. Uzaysız; kendine tutukluluktur. Gökyüzüsüz; düşecek, düşkün olduğun, vazgeçemediğin bir yüksekliği olmama; düşsüzlüktür. Güneşsiz; hakikatsiz ve yalan olmadır. Gündüzsüz; anlamlı telaşları olmamadır. Sabahsız; heyecansız ve başlangıçsız olmadır. “Tarık”sız kalmak ağırdır.
Herkes, her insan kendisine “ansızın gelecek o yıldızı/ tarığı, kapısını döven o samimi hoyratlığı, gece vakti aniden gelen o anlamlılığı, hayatının ışığını” bekler. O aydınlığı ister. Hayatında kendisinin hayranlıkla baktığı o gökten, yani anlamını beğendiği o hayat görüşünden bir parça ışığın kendisine özel yakılmasını, kendi sabahını, gününü, gündüzünü, karanlığını apaydınlık kılanını ister. İnsanın asıl açlığı gökyüzüne doğrudur, toprağa değil. Karnı bir şekilde doyar. Fakat kalp öyle değil… Kalpler sadece ilahi değerlerle doyabilecek bir uzay boşluğudur. Uçsuz bucaksız bir boşluğu; doyabileceği, tam ikna olduğu bir düşünsel yükseklik, bir hayat biçimi, bir değerler bütünü ile karşılaşmadığı sürece asla doygun hissetmeyeceği, mutmain olmayacağı uçsuz bucaksız bir boşluğu saklar içinde her insan.
Tarık mutmainliktir. Seni, beni, insanı kendi bilgi ve bilinç düzeyine çıkararak, tatmin edici bir ışıkla uzayını doygunlaştıran yıldızdır.
Tarık Kur’ân’dır. Kur’ân, insanın, insanlığın gecelerine serpili yıldızların kitabıdır. O uzaklara uzanabildiğin bir kitaptır.
Arayan her insanın kalbini çalar günün birinde tarık… Onu kendisine bağlayan aniliktir. Ansızın gelen ve kapısını döven sezgisel bir aydınlık. Bir samimiyet. Açık açık duyduğu etkin bir ilahi cümle. Bir ayet! Hakikatli bir söz! Bir hayat tecrübesi. Denenmiş ve yanılmamışlık. Parlak ve tesirinden gece gündüz uyuyamadığı, kabul edip yaşamadıkça onu rahat bırakmayan baskın bir gerçek… Onun tarığı; yıldızı olur.
Her insan bir yıldız takmak ister göğsüne. Tarığını, yıldızını aramayan gökyüzüsüz, soluksuz, ışıksız, başsız, düşsüz bir ölüdür.
Düşünsene; sadece toprağın olduğunu ve gökyüzünün olmadığını… Sadece bedeninin olduğunu ve ruhunun olmadığını bir düşün. Sadece karanlığın var olduğunu ve tek bir yıldızın bile olmadığını…
Tarıksız/ yıldızsız kalmak ölümdür. Hakikatin her insanın kendi başıyla; düşünerek uzanmak ve almak isteyebileceği kadar uzağa, uzaya atılması insanın o hakikati kendi zihinsel emeğiyle elde etme mutluluğuna ulaşması, o hakikati elde ederkenki emeğine de duyacağı saygıyla sahiplenmesi ve iyi yaşaması için olabilir. Hakikate ulaştıran, gerçekliğe, yanılgısızlığa götüren her bilgi bir yıldızdır. İnsanı iknaya, etkilemeye, aklını ve gönlünü iyi ve güzel bir anlama çelmeye çağıran her bilgi uzaya, insanın o iç boşluğuna, gönül uzamına fırlatılmış bir yıldızdır. İnsan o aydınlıkları kendisine özgü akli ve kalbi bir çaba ile bir zihinsel sancılanma ile keşfetsin ve kendisini en iyi ikna eden hangisiyse onu alıp göğsüne taksın diye bir yanıp bir sönerek beklemektedir.
Her yıldız; vahiy, vahyin parçaları; sureler, ayetler, mesaj, anlam, hikmet, hayat tecrübeleri, olayların ana fikirleri, varlığın her parçası, tecelliler, açık fikri davetler, gizli çağrılar… Hepsi hepsi insan içindir. İnsanın aniden kapısını çalmak içindir. Kalp kapısını…
Şüphesiz hiçbir kalp ve hiçbir akıl; kendi gerçekliğini, hakikatini bir yıldızın aynasında seyretmedikçe feraha eremez. Gerçek anlamda yaşayamaz. Bir insan, kendi göğsüne bir yıldız takmadıkça; onu hayata razı eden bir yaşama nedenine ulaşmadıkça, yaşamını anlamlı bulmadıkça rahat bir uyku uyuyamaz.
Düşünsün dursun insan… Kara kara… Ya da bir yıldız bulsun içini yakan.
“Düşün! Dönüp duran gökleri.” (11)