Sona dayanmış bir düşmanlıkla karşı karşıya isen…
Tenden öte düşünsel rengin farklıysa; mesela siyahı tek renk bilenlerden farklı olarak beyazsan ya da beyazı yeryüzünün biricik rengi bilenlere göre karanlık geliyorsa senin güneşin…
Kalbin ilahi bir yazgının öz fikrini seçmişse kendine ruhunun giysisi olarak… Ve kaderini gökten alıp yere yaymayı yeğlemişsen… Başkalarının aksine…
En başta sen! Kendini oturt önüne. Düşüncesinin rengi başka diye ve yazgısını başka bir yerden aldı diye, kaderini kendi başına çizmek istedi diye onu ötelemiyorsun ve küçümsemiyorsun değil mi. Biliyorsun ki farkından/ zıtlığından alırsın apaçık hazzını varlığının.
Zıtlıkla didişeceğine, onun düşmanlığının yanında, var olmanın o kıyastan arta kalan kendine özgü tadını çıkarmayı denemelisin.
En başta sen gülümsemelisin.
Sen selam vermeli, sen akşamının veda tadı olmalı, sen ılık olmalısın. Sen de biliyorsun ki bir fikre, bir dünya görüşüne taban tabana zıt başka bir çok dünya görüşünün olması evrenselliğin gereklerinden ve doğal sonuçlarındandır. Evrenin her yerinde ne aynı düşünebiliriz ne de böyle bir zorunluluğumuz var.
Bu özgür düşüncelerine rağmen, gülümsemeye gerek duyulmayan bir varlık oluyorsan, sabahların selamsız ve akşamların vedasızsa, birlikteliklerinizde böyle sert ve emrivaki ayazlar varsa… Manava inen komşularken yan yana oturan; insanca bir merhaba sarmıyorsa yanaklarınızı, aynı iş yerinde koşup yoruluyorken durup bir yorgunluk kahvesini paylaşamıyorsanız…
Ne zorunlu birlikteliklerde insani paydanızda dinleniyor ve ne de her insanın yapa geldiği paylaşımlarda gönüllü birliktelikleri asla yaşayamıyorsanız, insan ol/gunluğunuzda bir sorun var demektir. “Üst kimliğiniz” kayıp demektir.
Sen her yolu deniyorsan, ona kendini, iç dünyanı, ortak paydalarınızı gösteriyorsan ısrarla, aynı olan yanlarınızdan başlayan ve farklı olan yanlarınızda aniden biten samimiyeti saygıyla selamlıyorsan.
Fakat buna rağmen o seni bir türlü anlamıyorsa. Seni kınıyor, eleştirilerini kıra döke belirtiyor, sorun çıkarıyor ve seni aynı sokakta, iş yerinde, meydanda, kulüpte, apartmanda hiç istemiyorsa…Yararlandıklarından yararlandırmıyor, fırsatları senden saklıyor ve kıskançlıkla güneşinin önüne geçiyor ve yokluğunu istiyorsa…
İşte bu yüzden, sadece farklı olduğun için suçlanıyor ve bu nedenle kem bakışlara/bakış açılarına, alaylı sözlere, saygısız tavırlara ve daha birçok haksızlıklara maruz kalıyorsan bile…
Yine de nefret etme.
Nefretin çağırdığı tepkiselliğe, aşkın etkisinde uslanmış bir olgunluğu koş…
Sana dilediğin bir başlangıcı bile layık bulmayanların sonunu düşünerek durdurma iç dünyanın mutlu döngüsünü. Sana yakışmayan hiçbir duyguya devinmesin kalbin. Ve hiçbir kötü düşünceye adım atmasın aklın.
Kin ve nefret, nasılsa kendi sonunu hazırlayacaktır. Bırak yersiz düşmanlığı kötü kaderinin kollarına, bırak anlamsız kini kendi halsizliğine. Ayrıl güzellikle.
Çünkü kendi başına karşılık vermeye kalkışırsan belki yanılırsın. Belki de hiç istemediğin halde tepkisel davranır, haddini aşar ve haklıyken haksız konuma düşebilirsin. O yüzden çığrından çıkmış bir kinin aslında kendi sonuna doğru hızla koştuğu bilinciyle bağla haklı öfkeni. Uslandır zorla yakılan bu kıskanç ateşi. Böylece bunca tahrike rağmen, düşmana bile hakça davranma erdemini yaşa! Hâlâ iyi kalmanın zorluğuna dayan…
Sen çok yaşa! Öldürülsen bile yaşamaya değer izlerin sahibi kalarak ve gerekirse bir kinin kurşun damlalarını yudumlayarak.
Yalnızca seçmiş olduğun yaşam biçimini; hem de başkalarının özgürlüğüne/ yaşamına hiçbir zarar getirmeksizin yaşadığın için…
Sadece bu nedenle düşmanca tavır takınanlar olduğunda acıyarak ve istemeyerek baktığın şey; onların sonu olsun. Kendi kendine hazırladığı bir bitiş, tükeniş, kuruyup yanma halinde olanı bir düşün… Bırak, tutma sana kaldırdığı ellerini. Dostluğu içmeyen o dalların kuruyup kaldığını göreceksin emin ol. Ki dostluk her konuda aynı olmanın kolaycı samimiyeti değil, farka/ zıtlığa rağmen insanlığın zorluğunu başarmak değil midir.
Sen elinden geleni yapmışsan fakat o, varlığını ve bütün kazanımlarını nefretine adamışsa senin kendini koruman için alman gereken tedbirden öte, ona karşı bir şey yapmana gerek yok. Çünkü o kendi kendini yiyip bitirecektir. Tükenişini kendisi başlatmıştır. O halde kendi haline bırak ve seyret bu kıvranan yokluğu.
Ki başkalarının varlığına tahammül gösteremeyen bir kalp, kendi çarpmalarını durdurmuş olacaktır. Başkalarının varlığını hazmedemeyen bir akıl, renksizliğin, çeşitsizliğin, farksızlığın, monotonluğun, aynılığın ve giderek koyulaşan yalnızlığın o bütün arzuları kimsesiz bırakan keyfinden ölüp gidecektir.
Oysa yaratanı bile onun farklılığına saygı duyuyor. Onu düşüncesinde, dilediği görüşü seçmesinde ve yaşamasında özgür bırakıyor. Sanki her şeye gücü yeten İlahi Kudret, önü alınmayan bu karşı tutumun, nereye kadar varabileceğini gözlemliyor ve kendi kendini yok edecek kadar var olmasına kasten seyirci kalıyor.
Bırak kendi kendine yok olsun! Senin yokluğunu beklerken kendi kendine.
Amacına ulaşamayacak göreceksin.
Öldürmeye çalışırken ölecek nefretinden.
Hiçbir dünyevi kazanım böylesine bir nefreti üstüne almayacak, sonuna kadar koruyamayacaktır. Kendi sonunu başlatan bir kini hiçbir fani varlık yüklenmeyecektir.