Ümmet, İslam’ı Yaşama Sanatını Sünnetten Meşk Etmiştir

01 Mayıs 2018

İslam’ı Yaşamak Bir Sanattır

Meşk terimi ve uygulaması, güzel sanatlar alanında kullanılan asalet/orijinalite ilkesi ve bir tür icazet anlamı taşır. Bu sebeple de “güzellik ve özellik” özü ve vurgusu demektir. Ehil ve usta birinden meşk edilmiş olmak, alışılagelmiş/klasik ağız-tavır ve üslubun sürdürülebilmesi ve geliştirilebilmesinin olmazsa olmaz şartı konumundadır.

Özel anlamda güzel sanatlarda aranan bu temel özellik, İslâm hayatı ya da Müslümanca yaşama sanatı gibi her yönüyle İslam imanına yaraşır bir estetik ve güzellik gerektiren konuda, “kulluk kıvamı” niteliğiyle elbette bir meşk odağına muhtaçtır.

Burada mesele, İslam’ı yaşamanın, hayatın her alanını kapsayan bir sanat olduğunun bilincinde olmak veya olmamaktır.

“Allah katında makbul din İslam’dır”[1] ayet-i kerimesi ve Nevevi merhumun, İslam’ın tüm kavâidini kapsayan hadislerden[2] olduğunu söylediği “Allah her konuda ihsanı/güzelliği emretmiştir”[3] hadis-i şerifi, İslam’ı yaşamanın bir güzel sanat olduğunu göstermektedir. Bu sebepledir ki en güzel (ahsen) şekilde yaşamayı kimlerin başarabileceğini denemek için ölümün ve dirimin yaratılmış olduğu gerçeğine[4] de ayrıca ve açıkça dikkat çekilmiştir.

Peygamber Efendimiz, “Allah Teâlâ verdiği nimetin izini kulu üzerinde görmeyi sever”[5] buyurduğuna ve İslam bu nimetlerin en önünde geldiğine göre, Müslümanca yaşamanın bütünüyle insan hayatını kapsayan bir sanat ve “nimet-i ilahi” olduğu ortadadır. O halde “sayımı mümkün olmayan, istatistiğe sığmaz ilahî nimetlerin”[6] tecelli ve tezahür alanı olarak bireysel ve toplumsal Müslüman hayatı, bu konuda tartışmasız ve denetimli bir güzellik kaynağından meşk edilmesini gerektirmektedir.

Efendimiz’in örnekliğini dikkate almayanların, Allah’a ve ahirete kavuşmak ve Allah’ı çokça zikretmek gibi özellik ve güzelliklerinin olmadığına dolaylı olarak işaret buyurulmaktadır.

İşte tam da bu noktada “üsvetün hasenetün - en güzel hayat örneği/modeli”[7] ayetinin takdir ve takdimiyle Resûl-i Ekrem’in (sav) hayatı yani sünneti, ümmet-i Muhammed’e meşk kaynağı olarak ilan edilmiş bulunmaktadır. Her ne kadar bu ayet-i kerime Hendek Savaşı bağlamında inmiş ise de ulemamız hayatın her alanında herkes için Hz. Peygamber’in örnekliğinin geçerli olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Nitekim Peygamber Efendimiz de “Namazı benim nasıl kıldığımı görüyorsanız siz de öyle kılın”[8] hadisinde olduğu gibi hem dini konularda hem de “Bende senin/sizin için güzel bir hayat örneği yok mu?”[9] diye giyim-kuşam gibi güncel yaşamı ilgilendiren ve “sünen-i zevâid” diye bilinen mevzularda dahi kendisinin örnek alınmasını istemiştir. Bu sözlü ve fiili sünnet de göstermektedir ki Efendimiz’in örnekliği, Müslümanlar için hayatın her alanında geçerlidir. Yani ayet-i kerimenin nüzul sebebi özel (Hendek Savaşı) olsa da anlamı ve hükmü hayatın tüm alanlarını kapsamaktadır, geneldir.

Ayrıca ayet-i kerimede, kendileri için Rasûlullah’ta güzel bir hayat örneği bulunduğu bildirilen muhatapların, “Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çok ananlar” diye iki ayrı sıfatla nitelendirilmiş olması da dikkat çekicidir. Yani Efendimiz’in örnekliğini dikkate almayanların, Allah’a ve ahirete kavuşmak ve Allah’ı çokça zikretmek gibi özellik ve güzelliklerinin olmadığına dolaylı olarak işaret buyurulmaktadır. Bir başka ifade ile söyleyecek olursak, sünneti, hayat için yegâne meşk kaynağı bilmekle iman arasında sıkı bir ilgi bulunduğu ortaya konulmuş olmaktadır.

Peygamber’in ümmete şahit/örnek ve meşk odağı olduğu ayet-i kerimelerde dikkat çekici bir üslupla bildirilmiş bulunmaktadır.

Önce şu özelliğe işaret edelim: Kur’ân-ı Kerim’de “üsve-i hasene / güzel bir hayat örneği” beyanı,[10] “İbrahim ve onunla beraber olanlarda sizin için (üsvetün hasenetün) güzel bir örnek vardır”[11] diye Hz. İbrahim hakkında da aynen ifade buyrulmuştur. Hz. İbrahim ile Peygamberimiz bu noktada “öne çıkarılmış olmak” bakımından bir birlikteliği paylaşmaktadırlar.

Bu nokta dikkate alınınca, aşağıdaki ayet-i kerimede Hz. Peygamber ve ümmetine verilen emir, konumuz açısından hem dikkat çekici bir derinlik hem de tam bir açıklık kazanmaktadır:

“Atanız İbrahim’in dinine sarılın. Allah, sizi bundan evvel de bu Kur’ân’da da Müslümanlar diye isimlendirdi. Neticede, Peygamber size şahitlik (örneklik) edecek, siz de diğer insanlara şahitlik (örneklik) edeceksiniz.”[12]

Elmalılı merhum bu ayet-i kerimeyi şöyle açıklamaktadır:

“Yani hakkiyle mücâhedenin, diyânetin, müslümanlığın nasıl olacağını Peygamber size fiilen göstersin öğretsin, hak şâhidi bir nümûne-i imtisâl olsun. Siz de ona ittiba ederek bütün insanlara nümûne-i imtisâl hak şâhitleri olasınız.”[13]

Yine, Efendimiz’in “şâhit/örnek/önder” olarak gönderildiği,[14] ümmet-i Muhammed’in öteki ümmetlere, Hz. Peygamber’in de ümmetine şahit/örnek olması için ümmet-i Muhammed’in vasat/orta/adil/dengeli bir ümmet kılındığı bildirilmektedir.”[15]

Bu ayetler ve Elmalılı merhumun aktardığımız yorumu, ümmet-i Muhammed için Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) tam anlamıyla örnek yani meşk kaynağı olduğunu ortaya koymaktadır. Bir başka ifade ile ümmetin şahitliği yani örnekliği ve adaleti, Hz. Peygamber’in şahitliği ve örnekliğine bağlı olarak ancak bir anlam ve değer ifade etmektedir.[16]

Bize öyle gelmektedir ki Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) sünnetinde yer alan herhangi bir uygulamaya şu veya bu sebeple karşı çıkan, aykırı hareket edenler, Efendimiz ile ümmeti arasındaki örneklik ilişkisine karşı çıkmış olmanın yanında, “Bende senin için güzel bir hayat örneği yok mu?” ikazının günümüzdeki muhatapları konumundadırlar. O halde, “on dört on beş asır öncesi hükümlerine göre” hayatı tanzim etmenin isabetsizliğini ifade eden beyan ve açıklamalar, yegâne meşk kaynağı Peygamber Efendimiz’e, daha açıkçası Risalet/Peygamberlik kurumuna yönelik talihsiz ve sakıncalı sözler olmaktan başka hiçbir anlam taşımamaktadır. Zira “on dört on beş asır önce”, sadece Kitap ve Sünnet hükümleri vardı. Herhangi bir fıkhî mezhep ve dolayısıyla mezhep görüşü de söz konusu değildi.

Sünnetullah

İnsanlık tarihi boyunca hayat kalitesinin bozulduğu, olması gereken güzellik çizgisinden kaydığı zamanlarda yeni bir meşk kaynağı elçi-peygamber göndermek suretiyle Yüce Yaratıcı’nın dini yaşama sanatını yenilediği bilinmektedir. Bu ilahî uygulama/sünnetullah dahi dini yaşamanın bir güzel sanat özünün ve yönünün bulunduğunu göstermektedir. Görev yöreleri ve süreleri çerçevesinde nasıl bütün peygamberler birer “güzel hayat” örneği ve meşk kaynağı iseler, Peygamber Efendimiz de evrensel çapta kıyamete kadar dini yaşama sanatının İslâmî örneği ve meşk odağıdır.

Başlangıçta olduğu gibi bugün de yarın da İslâm’ı yaşama sanatını Peygamber Efendimiz’in sünnetinden meşk etmek mecburiyeti ve sorumluluğu ümmet-i Muhammed’in omuzlarındadır.

Bütün açıklığı ve kesinliği ile bir kez daha ifade edelim ki Ümmet-i Muhammed, İslâm’ı yaşama sanatını Sünnetten meşk etmiştir. Bu sebeple de ümmet ile sünnetin arasını açma anlamına gelecek sınırları belirlenmemiş “güncelleme” düşünce, teklif ve girişimleri, bu iki değere yabancı ve hatta hasmane yaklaşımları temsil etmektedir.

Sünnete ya da onun bilgi ve belgeleri olan hadis-i şeriflere, his-heves kaynaklı ve bilimsellikten uzak tevil ve iddialarla karşı çıkanlar, ümmet bireylerinin bir sanat eseri gibi -güçleri ölçüsünde- yaşamak, zorunda olduğu İslam’ı “isteğe bağlı” olarak kayıtsız, ilkesiz yaşanabilir bir din konumuna düşürme girişimi içinde bulunduklarını, böylesi bir cinayete sebep ya da alet olduklarını artık anlamalıdırlar.

Şah Veliyyullah ed- Dihlevi’nin (v. 1762) isabetle belirttiği gibi, hata işlemekten korunduğu (ismet) sabit olan Peygamber Efendimiz dışında kalan “ğayr-i ma’sum kişileri taklid etmek dinin tahrifine sebeptir.’[17] Yegâne meşk odağının konumuna layık görülecek, günah işlemekten korunmuş olmayan kişilere, -sıfat, unvan, görev, cinsiyet, şekil-şemâil ve saygınlık bakımından ne durumda olurlarsa olsunlar- onların hayatı dinin kendisiymiş gibi yönelmek, bir başka ifade ile onları dini hayat için meşk kaynağı kabullenmek dini tahrif etmek/bozmak demektir. Böyle yanlış bir tavrın temelinde cahillik ve idrak kıtlığı kadar Sünnet karşıtlığı ve hadis düşmanlığı girişimlerinin etkisi de büyüktür. Bu ise, dinin tahrifine sebep olduğu için hem ilkesel olarak hem de dinin, aslına uygun yaşanmasına engel olmak bakımından büyük bir cinayettir.

Netice olarak, bütün açıklığı ve kesinliği ile bir kez daha ifade edelim ki Ümmet-i Muhammed, İslâm’ı yaşama sanatını Sünnetten meşk etmiştir. Bu sebeple de ümmet ile sünnetin arasını açma anlamına gelecek sınırları belirlenmemiş “güncelleme” düşünce, teklif ve girişimleri, bu iki değere yabancı ve hatta hasmane yaklaşımları temsil etmektedir. İş bu noktaya gelince artık isimler, sıfatlar, makamlar ve unvanlar söz konusu yaban ve düşman yaklaşımları mazur göstermeye ve örtmeye kesinlikle yetmeyecektir.


Dipnotlar:

[1] Al-i İmran (3), 19
[2] Bk. el-Minhac, XIII, 107 Beyrut, 1392
[3] Müslim, Sayd, 57; Ebû Dâvûd, Edâhî, 11; Tirmîzî, Diyât, 14; Nesaî, Dahâyâ, 22,26, 27; İbn Mâce, Zebâih, 3.
[4] el-Mülk (67), 2
[5] Tirmizî, Edeb, 54; Ebû Dâvûd, Libas, 14.
[6] Bk. en-Nahl (16), 18
[7] el-Ahzab (33), 21
[8] Buhari, Ezan, 18, Edep 27, Âhâd 11; Dârimî, Salat, 42.
[9] Buhari, Fedailü's-sahabe, 8; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 364.
[10] el-Ahzab (33), 21
[11] el-Mümtehine (60), 4
[12] el-Hac (22),78
[13] Elmalılı, Hak dini Kur'an Dili, V, 3424
[14] Bk. el-Ahzab (33), 45
[15] Bk. el-Bakara (2), 143
[16] Allah Teâlâ Peygamber Efendimiz’e ve O’nun ümmetine, diğer peygamberlerin tebliğ vazifesini yapıp yapmadıklarına şâhitlik etme görevi de vermiştir. Konu ile ilgili hadis-i şerif (Buhârî, Enbiyâ, 3, Tefsîr 2/13, İ’tisâm 19; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 32) yer almaktadır.
[17] Huccetullahi’l-bâliğa, I, 352 (trc. I, 444), Ayrıca bk. Çakan, Dindarlık Dinde Olanı Yaşamaktır, s. 37-38.