Terazi sarsıldı. Kefe ağdı. Sessizliğin göğsüne Söz düştü. Kalbin odacıklarına ateşli telaşlar taştı. Sessizliğin yatağına maviler aktı. Dünyanın kıyısına göklü tebessüm vurdu. Sıcacık. Yakın. Saydam. İncitmeyen. Tül edalı. Sözün sıcağı buzdan kılıçlara dokundu. Dal uçlarında rüzgâr kıpırtısı başladı. Sözün ateşinden uyuyan tene köz sıçradı. Gömleği yırtıldı sessizliğin. Kıvılcım sıçradı gözlerine uykulu karanlığın. Derin yara açıldı vaktin göğsünde. Söz’ün ateşi vurdu insanlığın nabzına.
Elçi’nin titreyişi bundandı. Bütün zamanların sorusunu yüklenmişti. Henüz ‘elçi’ diye seçildiğinden bile emin değildi. Tüm varlığı çırpınan bir kalp oluverdi. İnsan yanıyla taşırdığı soru seli kalbinin çeperlerini zorladı. Beli büküldü mekânın.
Muhammed-i Emin (sav) var oluşa anlamın gömleğini giydirmek üzere adımladı dar sokakları. Söz’ü taşımanın bedeli, insan olmanın her kıvrımını duyumsamaktı. Kâinatın karşısına insan diye konulmanın ışığı göz kamaştıracaktı. Kalbi bir tül gibi dalgalandı. Avuçlarında artık rüzgârı ağırlayacaktı.
İlk şaşkınlığını gidermek üzere danıştığı Varaka'nın sesi titredi. Varaka, ezelî rüzgârın serin dokunuşunu tanıdı. Aşinasıydı şeffaf nesimin. Biliyordu gerçeğin acıtacağını. Söz’ü taşımanın bedeli vardı. Bulutlandı yüzü.
İç geçirdi: "Keşke senin davet günlerinde genç olsam!"
İnsanlığı dünya darlığından çıkarmak üzere gelen vahye elçilik etmenin karşılığında, dar getirilecekti yurdu Muhammed Mustafa (sav)'ya: "Keşke, kavmin seni yurdundan uzaklaştıracağı zaman hayatta olsam!"
Kendini gönüllüce Hira'ya sürgün eden Muhammed-i Emin (sav), Hira'nın emanetini taşımak uğruna yeni sürgünlüklerin kapısını aralamıştı. "Olsun" dedi gözleriyle. Sessizce yüklendi sürgünlüğü. Sevinçle sarılıp öptü Varaka'yı. Sürgünlerin mayası Muhammed-i Emin (sav)'in kalbine emanetti. Sözün humması dudaklarında pınarlaşacaktı.
Söz, insanı dünyanın kıyısına çekecek. Lüzumsuz yükleri omuzlarından atacak. Kendini ebedi hafifletecek başka bir yükü omuzlanacak. Ebedî liman olacak Söz dünya sürgünlerine. Yuva olacak Kur'ân, ümidini yitirmiş mültecilere. Yetim ve öksüzlerin canla başla ağırlanacağı ebedi vatanı kuracak hece hece. Merhamet nehrine annelik edecek Söz’ün yamaçları. Vicdanları geri çağıracak Kur'ân’ın kanat sesleri. Ruhundan ayrı düşmüş insanı yeniden ruhuna dokunduracak. Yeniden üfleyecek insana ruhunu. Elçi'nin hatırı sofra olacak muhtaçlara; sıcacık ekmek diye sunulacak açlara.
İnsandan insana merhamet gözenekleri açacak Kur'ân. Gönülden gönüle gizli yollar yapacak. Kendine yabancılaşmış insanı, iyilikle tanıştıracak Allah'ın Elçisi. Kendi uzağında kalmış insanı, cümle yakınlıkların serinliğine çağıracak.
Sancısı çekilmiş bir kutlu doğumun müjdecisidir artık Muhammed Mustafa (sav). Kalbin susturulmuş çığlıklarına nefes sunacak. Vicdanın saklı sancılarını avuçlarında kelebek nezaketinde ağırlayacak. Aklın sarsıcı arayışlarına taze bir ufuk gösterecek.
“Keşke, senin davet günlerinde genç olsam...”
Varaka’nın hasretli çığlığı hiç susmadı. Çünkü kalbin çeperlerinden taşmıştı hasreti. Bugün O’nun “davet günü”dür. Sessizliğin bağbozumu başladı bir kere. Suskunluğun özünden ümit sözleri tutuştu.
Varaka’nın kalbinden emanettir “keşke”lerin cümlesi. “Keşke”lerin cümlesine cevap Söz’ün her cümlesi…