Ve Ay Vakti Geldiğinde

28 Temmuz 2016

O gece parmağını göğe uzattı Peygamber. Aya yöneldi gözleri. Gökten hiç ayrılmayan gözleri. Sağırlaşmış arzın kulağına, semanın göğsünden ana sütü aklığında sözler emdiği günlerdi. Göklü ayın, göklü Söz’e sessiz yoldaşlığının gözle görünür olacağı gece geldi çattı.

Ki “göklü bir ayet”tir ay. Gökçe söz… Her dem itaat çizgisinde. Zerrece ihtilafı yok Rabbine. Ak alnı hep secdede. Göklü heyecanların yeryüzüne uzanan ışıltılı dal ucu. Semavî gündemlerin mahcup edası. Dünyayı geride bırakan önceliklerin süt beyaz öncüsü. Gecenin göğsüne sokulmuş ‘yed-i beyza’. (Araf, 103)

Gecenin elini göğsünden sıyırma vaktiydi. Firavunların gözlerini kamaştıran “beyaz el” olmak üzere, ay çıkıverdi ortaya. “Ve saat yaklaştı.” (Kamer, 1) Apaçık, apak bir “ayet” olarak göründü ay yeni baştan. “…yarıldı ay!” (Kamer, 1)

Beklenmedik bir şeydi bu. İkiye ayrıldı hilalin kavsi. Olacak şey değildi. Olmazları olduranı inkâr ederek yaşayanların yürekleri yarıldı. İmkânsızı mümkün kılanın hükümlerini yok sayanların acı firarları başladı. Kamer’in yarılması, kaderin yarılmasıydı aslında. “Şakk-ı kamer, şakk-ı kader oldu. “Sihir!” dediler sadece, “…hep süregelen bir sihir!” (Kamer, 2) Bağrıştılar. “Ebu Talib’in yetiminin sihri göklere kadar uzandı!” İç seslerini bastırmak için gürültüye boğdular vicdanlarını.

“Sihir bu!” diye bağırdıkça, kendi aldanışlarını itiraf ettiler. Olan biteni inkâra güç yetiremediklerinin belgesi oldu çığlıkları. Her şeyi görüntüden ibaret sandıklarını açığa vurdular. “Göz yanılması” saydılar, ay yarılmasını. Gördüğüne aldandıklarını gördü gözleri, ilk defa. İnce bir zar gibiydi güvenceleri; her an yırtılabilir, her an parçalanabilirdi. Kaçıştılar. Her şeyin olağan gidişine, her şeyin sıradan akışına aldanışları gün yüzüne çıktı.

Ayın yarılması, ayın yarılmamasının da mucize olduğunu haber vermek içindi. Yarılınca ay, ayın yarılmaksızın duruşu da sıradan olmaktan çıktı. Taşın Mûsâ (as)’nın asası karşısında yumuşaması, taşın katılığının da mucize olduğunu göstermek içindi. Ama taşın yumuşadığını gören kalpler yumuşamamıştı. “Ne olmuş ki kalplerinize, taş gibi katılaştı, hatta taştan da…” (Bakara, 74) acı sitemini duyacaktı insanlık. Taşları utandıran katılık ancak insan kalbinde vardı. Aynı şekilde, ateşin İbrahim (as) teni karşısında serin ve selim oluşu, (Enbiya, 69)  ateşin yakıcılığının da olağan olmadığını hatırlatmak içindi: “Taşın sessiz kaderini yazacak kadar yakın Allah. Çılgın ateş yalımlarının uçlarını tutacak kadar yakın Allah.”

Münkirlerin zannını yırttı o gece ay. Eğildi yeryüzüne ve fısıldadı inceden: “Gözlerinizin inanılmaz bulduğu o gerçek, göğün gündemini sarsacak kadar ciddi. Kaçtığınız hakikat, gökyüzü kadar sakin ve sınırsız. Maviler kadar müjdeli ve kuşatıcı. Göğün altından kaçamazsınız; nereye gitseniz gök var. Ayı inkâr edemezsiniz, hep başucunuza doğar. Ayın da aya bakan gözlerin de ayan beyan Sahibi O.”

O gece, Peygamber’in hatırının göğe kadar taştığını gördü kalabalıklar. İşaret parmağının dokunmasıyla yarıldı insanlığın kaderi. Göklü Söz’ün elçisi, Söz’ün göklü olduğunu ayın yüzünde gösterdi. İşaret parmağı ay’ı gösterdiğinde Peygamber, ay da işaret parmağı olup Peygamber’i gösterdi. Mekke’nin sadık dostlarına dost oldu ay. Başını yerden kaldırdı ezilmişlerin. Söz’ün hükmünün dağlardan ağır olduğunu gösterdi suskunlara. Vahyin müjdesinin gök kadar mavi olduğunu fark ettirdi. Sevindirdi. ‘Ay vakti’ne uyandırdı dostlarını. Ay kadar yükseltti ümitlerini. Aydan ışıklı pareler düşürdü kederli avuçlara. Dünyanın parçalanmışlığının üstüne çıktı garipler. Hayallerini göğün yüzüne kondurdular. Adlarını apaçık zaferin beyaz sayfasına yazdırdılar.

Gözlerinizin inanılmaz bulduğu o gerçek, göğün gündemini sarsacak kadar ciddi. Kaçtığınız hakikat, gökyüzü kadar sakin ve sınırsız. Maviler kadar müjdeli ve kuşatıcı. Göğün altından kaçamazsınız; nereye gitseniz gök var. Ayı inkâr edemezsiniz, hep başucunuza doğar. Ayın da aya bakan gözlerin de ayan beyan Sahibi O.

Allah'ın Elçisi'nin ‘ay vakti’nde işaret ettiği gerçek ayan beyan şimdi. Gökte ay gibi. Vaktin gözbebeğini büyütüyor durmadan. Mekânın yüzüne gökten ince gamzeler düşürüyor. Parçalıyor alışkanlıkları. Yırtıyor cehaletin tozlu perdelerini. Ümitsizliğin kara gömleğini hilal inceliğiyle yırtıyor. Göğ(s)ümüze ay çarpıntısı düşürüyor. Yeryüzünün heyelânı göğe kayıyor.

İki parçası iki kanat oluyor ay'ın. "Kâb-ı Kavseyn" fotoğrafı veriyor. “Birbirine bitişik iki yay” oluyor. En güzel hâle ayna oluyor ay. Allah'ın hem kulu hem elçisi olan Muhammed (sav)'in hâlini çiziyor göğün göğsüne: “İki kanatlı.” Aşağıdan yukarı kulluğuyla çıkıyor. Yukarılardan aşağı elçiliğiyle iniyor. “Yere bağlı, göğe asılı bir gece yürüyüşçüsü.” Az sonra gelecek, gece yürüyüşünün ilk çıtırtısı duyuluyor âlemde. Miraç yolculuğunun ilk adımının titretmesiyle yarılıyor ay. Dağları parçalayan Söz’ün izzeti kanatıyor göğün avuçlarını.

Ay ayna oluyor Elçi’ye. “Ay”na…