Ne etti ki Elçi? Nasıl hak etti “Sen, ey Müddessir…” [1] diye hitap edilmeyi?
“Sen, ey örtüsüne bürünen…” hitabı, adresini veriyor insanın temel acılarının. Yurdunu gösteriyor ağlayan kalbin. Kapısına vuruyor utandırılmış arzuların. Avuçlarına yağmur indiriyor yakarışların. Alnını öpüyor hasretli arayışların.
Söz nehri insanın fıtrat yatağında kıvranır uslu uslu. Söz’ün göğü insanın kuytu yerlerine yağar damla damla. Söz’ün güneşi kalbin doğusunda yükselir ışıltıyla. Siyahını yırtar ümitsizliğin yumuşacık dokunuşlarla.
Belli ki “içine kapandı” Elçi. Taşradan derununa hicret etti. Kadem bastı kalbinin yaralı eşiğine. Dünyanın önceliklerini sonraya bıraktı. Haricî telaşların ateşinden kalbini çekti. Dünya yakınlıklarından uzaklaştı. Kalbine yakın durmayı tercih etti. Ruhunun gündemine eğildi. Eşyaya mesafeli olmanın sancısını aldı göğsüne. Uçarı şeylerden uzaklaşmaların uçurum başlarına gönüllendi. Kalabalıkların külünü savurdu. Yalnızlığın közünü avuçlarında yana yana ağırladı.
Hira’ya tırmanarak başlattığı ruh yolculuğunun sürgününü içine doğru eğdi. Duygularının yamaçlarını adımladı. İçine doğru ışıdı. Siyaha razı etti dış yüzünü. Kalbine beyazı yazdı. Bir “yed-i beyza” [2] hükmüne baş koydu. Elini çekti afaktan; dışarıdaki değişimler için, içinin tuğlalarını yeniden dizmesi gerekti. Dilini çekti kof sözlerden, nefesini aldı boş seslerden. Göğsüne yapıştırdı iradesini. Vicdanının avuçlarına bıraktı sebeplere çarpa çarpa kanatları kırılmış ümidini. Ruhunun serin gölgelerinde dinlendirdi vefasız suretlere vara vara yorulan hasretlerini.
"Kalk ve uyar!" [3]
Uyarmak uyanıkların işidir. Uyarıda bulunmak kendi benliğine kıyanların harcıdır. Düşeni tutup kaldırmak, kirleneni temizlemek, vicdanından dışarıya şefkat taşıranların vazifesidir. Bedeli ödenmemiş sözler geçersizdir. Acıdan nefeslenmemiş sesler kalbe inmez.
"Şimdi, sadece Rabbini büyükle…" [4]
Kendi benliğimizi büyükleye büyükleye hatırını küçülttüğümüz, adını unuttuğumuz, iznini sormaz olduğumuz Rabbimiz'i hatırlatmak için aramızda Allah'ın Elçisi. Vicdanından vicdanımıza doğru bir iltica seferinde… Mültecisi olmaya lâyık Rabbimiz'in rahmet göğünü anlatmak üzere… Aramızda. Hiç susmamacasına. Ümitlerimizin soğumuş tomurcuklarına dokunuyor bahar busesiyle... Kalbimizin seferlerine eşlik ediyor sıcacık bakışıyla. Nihayetsiz anlayışla eğiliyor uyuttuğumuz hasretlerin şaşkın yanağına.
O gün bugündür, O’ndan bulduğumuz yüzle topraktan gövdemizi göğe ağdırıyoruz. O’nun içine kapanarak ödediği sessiz kefaretle, dünyanın kuyusundan sıyrılıp Allah'a tutunuyoruz. Kalıbımızı koyduğumuz yerde kalbimizi buluyoruz. Yeryüzündeki cılız varlığımızı kutlu bir başkaldırıya dönüştürüyoruz. Nefeslerimizi kıyametin yıkamayacağı bir ışık sütunu yapıyoruz. Utanmış seslerimizi hece hece cennet havuzlarına akıtıyoruz. Saklı sancılarımızı, gizli ahlarımızı kirlenmiş avuçlarımızdan göğe kaldırıyoruz. Yaralarımızın epriyen eteğinden tutup ebedî bir şiirin kafiyesine katıyoruz. Çaresizliklerimizin çölüne teselli sağanağı oluyor ümitli yakarışlarımız.
Allah'ın Elçisi'nin durduğu yere firar ediyoruz şimdi. En güzel sığınmacının sığındığı secdeye baş koyuyoruz. Ne güzel nasip bu. Başımızı sokacak aşkımız var. Baş koydukça büyüyor aşk. Aşk oldukça baş tacı oluyor. Ölmelerden doğruluyoruz. Tükenişlere direniyoruz. Soluşlara, batışlara, terk edişlerden ümitli usaresi damıtıyoruz. Fenadan bekaya doğru doğruluyoruz. Hiç olmadığımız kadar dik duruyoruz aşkın göğsünde.
Aşkı uzun biliyoruz ölümden. Kalbin başkentine kabul ediliyor alnımız. En izzetli saklanış, en asil direniş alnımıza yazılıyor. Gönlün örtüsünü çekiyoruz gövdemizin üzerine. Sadece Allah’a görünmenin telaşıyla duruluyor kaygılarımız. Hitabı hak ediyoruz yeniden. Sebeb-i nüzulü oluyoruz en ümitli seslenişin. Eğiliş nedeniyiz göksel tesellinin dünyanın kuytu yerlerine:
“Sen, ey örtüsüne bürünen…”
Dipnotlar:
1. Müddessir, 1
2. TâHâ, 22
3. Müddessir, 2
4. Müddessir, 3