Yeni bir Hacc mevsimiydi. Peygamber Kâbe'yle göz göze geldiğinde bakışlarını yere indiriyordu. Tek Allah'ın evinde sahte tanrıların doluşması ve insanların Kâbe'nin gerçek sahibini hatırlamamakta direnmeleri onu üzüyordu. Onu bir dinleseler, şöyle gerçek bir kulakla, yürekten işiterek bir dinleseler, belki de bu kadar karşı durmayacaklardı.
Fakat o sabah şafak Kâbe'nin üstünden ağır ağır tülünü kaldırdığında, içinde garip bir umutla hacıların kalabalığına karıştı Hz. Peygamber. Akşama kadar hiç durmadı. Hacca gelen misafir hacılar için kurulmuş panayır tıpkı uluslar arası bir fuar, bir çarşı gibiydi. Panayır (fuar)da öbek öbek toplanan kabilelere yaklaşıyor, en nazik Allah selamını veriyor ve anlatmaya başlıyordu.
- Bakın sevgili hacılar! Bu çevresinde sevgiyle dönüp durduğunuz evin sahibi Allah! Tek tir. Ondan başka ilah (tanrı) yoktur. Ben de O Allah'ın elçisiyim. Size O'ndan yepyeni mesajlar getirdim.
Bütün gün böyle güzellikle anlatmış durmuştu.
O gün akşama doğru on altıncı görüşmesini yaparken günün gidişi birden değişiverdi. Hz. Peygamberin yüzünü aydınlatacak bir gelişme oldu. Akşamın dar vaktinde sabahın neşesi gülümseyiverdi sanki.
Bir dine inanmaları için insanları imana çağıran yorgun elçi, Medine'den gelen Hazreç kabilesinin dediklerine inanamıyordu.
-Yoksa siz Yahudilerin bahsedip durduğu kişi misiniz? Diye sordu içlerinden biri. Diğeri sözü devam ettirdi;
-Bir Mesih( kurtarıcı) seniz eğer? Bizi kurtarmanıza izin vermek isteriz...
Hz. Peygamber onlara salt Allah'ın sözlerini iletmeye başlayınca bu sözlerin duruluğu gönüllerini iyice yatıştırdı. İçlerinden her biri Yahudi komşularının, ısrarla, - peygamber içimizden bir çıksın, sırtımız yere gelmeyecek ve sizi yeneceğiz!- sözlerini hatırladı. Bunu Yahudi komşuları sürekli söyler ve peygamberin sadece ve sadece kendi ırklarından biri olabileceğine vurgu yaparlardı. Böylelikle geleceğe dair bir üstünlük peşindeydiler. Şimdi karşılarında duran ve üstün sözleri söyleyen bu Kureyşli adamsa onlardan daha üstün bir insana benziyordu.
Birden bu ayrıcalıklı adama bir şans vermek gerektiği kararına vardılar. Sözlerindeki uyum, anlam güzelliği, akılcı yaklaşım ve davranışlarındaki nezaket, incelikle bu olgun adam bu şansı hak ediyordu.
-Biz İslam'ı sevdik ey Muhammed (sav)! Seni de, dediler.
Allah'ın elçisi sevgiyle gülümsedi. Onlar da kendi memleketleri olan Medine'ye, kendi insanlarına bunu anlatacaklarına, gelecek yıla büyük umutlarla döneceklerine söz vererek oradan ayrıldılar.