Hira’dan yokuş aşağı indikten sonra Hira’nın yokuşuna tırmanmadı Elçi. Yeni yokuşlara yürüdü Hira'dan sonra. Daha dik yokuşlar bekliyordu kendisini. Kendi sarplığını aşmalıydı insan.
Var olmak, düşünmek içindi ama insan biriktirmeye daldı. Düşünmek, teşekkür etmek içindi ama insan sahip olmaya heveslendi. Baştan ayağa hayret aynası olmak üzere var edildi, ama insan kalbiyle değil kalıbıyla var olmayı tercih etti. Kalbi göğsüne kâinatla hemhal olsun diye verildi, ama insan kalbini düşürdü, kalbine körleşti, kalbini susturdu. Varlığın titreşimlerini nabzına taşıması beklendi insandan, ama çoğaltma tutkusu yüzünden şefkatini yitirdi, kendine yonttu.
Yaratmak, sürekli yine yeni yeniden yaratmak, Yaratıcı’nın insana şefkatle konuşmasıydı; insan kendi yalnızlığına eğilen bu eşsiz konuşmayı duymadı. Kendisini unutan insana, insan olduğunu hatırlatma emeğiydi varlık, ama insan emeğe saygısızlık etti. Kendinden ümit kesmiş insana, “Sen ümitsin, sen ümitsin, öyle ümitsin ki her an yenilenirsin, her gün yenilenmeye değersin!” diye dil dökmekti gün doğumları ve baharlar. Dünya darlığına hapsetti kendini insan. Ateşten parmaklıklar ardına koydu kalbini. Deli gömleği giydirdi kendine. Bulduğunu aradığı sana sana, eşyanın dizi dibinde dilenmeye durdu. Ucuza sattı kendini. Vahşileşti ruhunun elleri. Avuçlarında tutamadı sevdiklerini.
Sağır duvarlarını aşmalıydı nankörlüğün. Merhamet gözeneklerini açmalıydı. Bencilliğin soğuk kalesinde bir çatlak bulmalıydı. Susuşları çoğaldı. Susayışları arttı. Yükü ağırlaştı.
"Şerh etmedik mi Biz senin sadrını?" (İnşirah,1)
Ah bir anlatabilse… İnsana kendi gerçeğini gösterebilse. Her kalbe dokundurabilse dilini. Heceleri yağmur edebilse. Dağıtabilse uykunun büyüsünü. Göklere dil olsa. Ufkun ardına inandırabilse insanları. Çırpınıyor. Göğsünde ana yüreği ile. Şefkat kanatlarının indiriyor kavminin hırçın yüzüne.
"Şerh etmedik mi Biz senin sadrını?"
Üzerine toprak atılmış tohumlar gibi insan. Şaşkın. Bıkkın. Buraya razı olmuş çoktan. Ötelere ağmaya yüzü yok. Kabuğunu kırmaktan korkuyor. Darlığın kuyusunda uyuyor. İçindeki cevheri unutmuş. Kalbine yazılan söz ağacını çürütmeye meyilli. Azalmaya sürgün ediyor kendini. Göğe bakmayı unutuyor. Göğe bakmaya utanıyor. Ağrılarını susturmayı çare sanıyor. Kalbinin ağlayışlarına sağırlaştıkça, hayatını cesetleştiriyor. Ölüyor nefesleri.
“İndirmedik mi üzerinden yükünü?” (İnşirah, 2)
Yükü ağır insanın. Huzurla var olamıyor an içinde. Geçmişin hüzünlerini yüklüyor kalbine. Geleceğin korkuları altında eziyor bugününü. Hayallerinin uzandığı yerde ayrılık acılarıyla tanışıyor. Kırılıyor kendine yar ettiği aynalar. Düşlere düştükçe, solduruyor ümitlerini. Taşıyamıyor kendini. Kalbinin çığlıklarına sağırlaşmaktan başka çare bulamıyor. Uyutuyor duygularını.
…ki o [yük] bükmekte belini. (İnşirah, 3)
Uçurum başlarından çekip almak istiyor kulunu Rabbi. Kaldırıyor ağırlıkları belinden. “Unutulmuş değilsin, asla! Varlığın önemseniyor. Acıların ciddiye alınıyor. Saklı sancılarına çare var. Gizli sevdalarının karşılığı var. Takılıp düşecek değilsin dünya eşiğine. Kalk!”
Kalbinin olduğu yere çekip alıyor insanı. Ezildiğiyle bırakmıyor. Varlığını sonsuzluğa açıyor ayetler. Kalbini göğe uçuruyor nezaketle. Elçi'nin nefesiyle diriliyor ölü kelebekler. Zamanın dal uçlarında tomurcuklanıyor ümitler. Başını betondan çıkarıyor hüzün renkli çiçekler.
“Yüksekte tutmadık mı hatırını?" (İnşirah, 4)
Dünya kuyusunda unutulmadığını söylüyor insana Sahibi. “Yüksekte tutmadık mı hatırını?” deyişi bile, eşsiz bir hatırşinaslık. Kadrini biliyor insanın Söz Sahibi. Kadrini bildiğini bildirecek kadar biliyor insanın kadrini. İnsanı düştüğü yerden kaldırmak için kelimeleri tutamak olarak indiriyor âlemlerin Rabbi. “Kelimelere tutunarak” dönsünler diye. İlk “düşen” Âdem (as) gibi. İnsana değer yüklemek için çırpınıyor Söz’ün Elçisi. Dünya varlığını, sonsuza yazılı varlığının önüne engel yapan insana ihtimamla yolu gösteriyor. Koptuğu yerden onarmak istiyor insanın sonsuzla bağını. Dünyanın fani astarını ahiretin sonsuzluğuna ilikliyor.
“Zorlukla beraberdir kolaylık...” (İnşirah, 5)
Düşüşün yanındadır çıkış. Yokuşların ardındadır düzlük. Fena yokuşunun sonundadır sonsuzluk. Kışın göğsünde saklıdır baharın renkleri. Karın soğuğunda ninnilenir yeni dirilişin kârı. Göklü Söz'ün yağmurunda kalbinin çölü yeşillenecek insanın. Adının iyiler arasında anıldığını öğrenecek. Sevdalarının sonsuzluğa yazıldığını fark edecek. Göğsüne bu kalbi koyanın, bu kalbin kanatlarına göre bir gök hazırladığını görecek. Bu böyle yarım kalmayacak, üstü tamamlanacak.
İnsanı dünyanın dert duvarları arasından çekip almak bunca dil döküşü Rahman'ın. Kolaylığın haberini vermek için. Çünkü biliyor ki "her zorluğun yanında bir kolaylık var."
“Evet, evet, her yokuşun sonu düze çıkar…" (İnşirah, 6)
Zor yokuşları adımlıyor Elçi. Elinden tutarak yokuş ehlinin. Dizleri kanaya kanaya… Sözleri yaka yaka…
“Haydi yola koyul!” (İnşirah, 7)
Yokuşa koy adımını. Hira’ya ada adını. Yürü! Kalbinin adımlarıyla. Başka her türlü rağbeti ayaklar altına alasıya…
“[Yokluğunda bile sana rağbet eden] Rabbinin varlığına rağbet et!” (İnşirah, 8)
Hemen şimdi!