"HAKLAR VE SORUMLULUKLARIN KAYNAĞI VAHYDİR"

26 Eylül 2009
Prof. Dr. Hayrettin Karaman   

Meridyen Destek Derneği'nin Altunizade Kültür Merkezi'nde "Aile: Dün, Bugün, Yarın" konulu konferanslar dizisinin Kasım ayı konuğu Prof. Dr. Hayrettin Karaman'dı. "İslam'da Aile: Haklar ve Sorumluluklar" başlıklı konferansın bir bölümünü siz sonpeygamber.info okuyucuları için yayınlıyoruz.

"İslam medeniyeti ve kültürünün tanımladığı, var ettiği cemiyet ailesiz olmaz. Bizim temel tezimiz, İslam kültürünün tanımladığı ailede onu mezara kadar devam ettirecek hem maddi hem manevi unsurların olduğudur."

Ailenin İslam'a Göre Kuruluşu

Image

Müslüman olarak bizler aile nedir, nasıl kurulur, kurulduktan sonra bu aile bireylerinin hak ve sorumlulukları nelerdir sorularını öncelikle vahiy kaynağına sormak durumundayız. Biz Müslüman isek hem Allah, Peygamber, melekler, vahiy, ahiret, ölüm sonrası varlık, mebde-meâd konularındaki bilgileri, hem de dünya hayatımızdaki bilgileri edinmek durumundayız. Bu ayrıma göre dünya ile alakalı bilgileri almak istediğimizde öncelikle vahiy kaynağına müracaat etmemiz gerekir. Bu bütün dünya bilgileri Kur'an'da ve Sünnet'te vardır anlamına gelmez. Fakat biz behemehal bir kere orada bununla ilgili ne var sorusunu sormalıyız. Vahiyden Kur'an-ı Kerim ve Peygamberimizin sahih hadislerini kastediyorum, bunlar birer metin olarak elimizde. Hadisler de metinleşmiş bir şekilde elimizde bulunmaktadır. Dünya hayatımızla, teknikle, teknolojiyle, işimizle, gücümüzle ilgili her şeyin mutlaka vahiy kaynağında var olduğunu ya da olması lazım geldiğini düşünenler var, bu doğru değil. Mesela işin teknolojisiyle alakalı, dünya hayatımızda eşya ile aramızdaki ilişkiyi düzenleyen faaliyetlerimizde ve dünyadan yararlanma konularında bilgi söz konusu olduğunda bunun Kur'an'da veya vahiy kaynağında yer almayacağını, Allah Teâlâ'nın verdiği öğrenme-bilme kabiliyeti ile, akıl ve tecrübe ile insanların bunu daha iyi bilecekleri hem Kur'an-ı Kerim'de hem de Peygamberimizin ifadelerinde yer alır. Bunun çok meşhur bir örneği de var:

Peygamberimiz biliyorsunuz Mekkeli. Mekke'de ticarî hayat daha gelişmiş, yaygın. Medine'de de ziraat yaygın. Bu sebeple mesela hurma ziraatı hakkında Peygamberimizin fazla bilgisi yok. Şimdi bunu söylemekte bir sakınca yok. Çünkü peygamber olmak hurma ziraatını de bilmeyi gerektirmiyor. İnşaatı bilmeyi, tıbbı bilmeyi gerektirmiyor. Peygamberliğin fonksiyonu, Allah Teâlâ'nın Peygamber göndermesinden maksadı, insanların kendi bilme-öğrenme kabiliyetleriyle elde edebilecekleri bilgileri peşinen önlerine serivermek değil. Asıl amaç insanlara akıl ve tecrübeleriyle bilemeyecekleri, yanlış bilecekleri, karıştıracakları alanlarda onlara bilgi vermek. Böyle olduğu için de Medine'ye geldiğinde Peygamberimiz bir gün dolaşırken bakıyor ki, hurma yetiştiricileri hurmanın döllenmesini sağlamak için erkek unsurlar taşıyan hurmanın dallarından kesiyorlar ve öbür dişi olan asıl meyve veren hurmanın dallarına asıyorlar. "Bunu niye yapıyorsunuz? Yapmasanız olmaz mı?" diye soruyor. Onlar da "bunu yapmayın, bu doğru değil" diye anlıyorlar. Ve o yıldan sonra mevsimi geldiğinde aşılama yapmıyorlar. Takip eden yılda hurma verimi düşüyor. Bunu gelip Peygamberimize arz edince "ben size yapmayın, yaptığınız yanlış demedim. Eziyet çekiyorsunuz, oradan kasıp oraya getiriyorsunuz, bu bir meşguliyet, bunu yapmazsanız olmuyor mu? diye sordum. Siz bunu yanlış anlamışsınız" diyor. Asıl bundan sonra çok önemli bir cümle söylüyor. "(Entüm a'lemu bi emri dünya) Bu tür dünya işlerini siz benden daha iyi bilirsiniz."

Mesela 21. yy.'da İstanbul'da yaşıyorsunuz ve bir aileniz var. Bu aile için bir ev ediniyorsunuz. Bu evin planını Kur'an'ın, vahyin size vermesi gerekmiyor. Bunu kendi ihtiyacınıza göre ayarlayacaksınız. Bu evde siz Müslümanca yaşayacağınız için o Müslümanca hayatı kolaylaştıracak bir düzenleme söz konusu olabilir. İşte orada dinin bir ev düzenine tesiri olsa olsa bu kadar olur. Bunun ötesi tamamen sizin ihtiyacınıza ve tecrübenize göre olur.

O halde biz ailede haklar ve sorumluluklar konusunu vahye sorduğumuz zaman burada dînî hüküm açısından, yaptığımızda Allah'ın emrini yerine getirmiş, yapmadığımızda da Allah'ın emrine aykırı davranmış olacağımız ilişkiler bağlamında vahye müracaat ediyoruz. Birincisi bu, yani ne tür bilgi alanında vahye müracaat edeceğiz?

İkincisi, Peygamber Efendimizle birlikte yaşayanlar hem Onun gönderiliş amacıyla alakalı dine dahil olan sözlerini, davranışlarını kaydetmişler, hem bununla alakası olmayan sözlerini ve davranışlarını kaydetmişler.

Peygamber Efendimizin hadislerini bağlayıcılık açısından değerlendirdiğimizde 13 kısma ayırmak mümkündür. Kur'an-ı Kerim'e müracaat ettiğimizde de Kuran-ı Kerim'de; mesela aileyle alakalı, aile hukukuyla alakalı, bir takım haklar ve sorumluluklarla alakalı ayetler var. Ama bu ayetlerin bir kısmı hiç şüphe yok ki o günkü cemiyet hayatıyla ve o cemiyet hayatını yaşayan insanların kültür ve medeniyetiyle alakalı. Yani bir kısmı tarihsel bir kısmı da tarihsel değildir. Kur'an-ı Kerim o dönemdeki bir topluma inmiş olduğu halde mesela 21.asırda Türkiye'de yaşayan bir toplumu hedef kitle seçip onların problemlerinden yola çıkarak bir aile hayatı, bir aile düzeni anlatsaydı olmazdı elbette. Bunun doğru olanı şuydu; o toplum hedef kitle olarak alınmalıydı. O toplumun acil problemleri, adı anılarak çözülmeliydi. Ama o çözümlemeler yapılırken öyle ifadeler kullanılmalıydı ki onlardan sonraki asırlarda da bu sefer kendi şartlarımıza göre onları rehber edinebilelim, onların ışığında yürüyebilelim. İşte Kur'an-ı Kerim de bunu böylece uygulamıştır. Vahye müracaat ettiğimizde bu ayette biri tarihsel diğeri evrensel olan iki taraf var. Tarihî olanı günümüze taşımamalıyız.

Müslümanlar dinlerini öğrenirken ve dinde şu nedir sorusuna cevap verirken sadece vahye mi dayanıyorlar? Yoksa herkesin geleneğe dayalı olarak öğrendiği bir din var da onu mu ifade ediyor, onu mu yaşıyorlar? Uzmanlar, "dinde ne nedir?" sorusunun cevabını ararken vahiy kaynağına müracaat ediyorlar. İlk olarak doğrudan Kur'an'a  ve hadise, söylediğim metodu da kullanarak yani tarihi olanı olmayandan ayırarak müracaat ediyorlar. Sonra da geleneğe, fıkha. Fıkhı da dinin kültürü olarak, dolayısıyla gelenek olarak almak lazım Çünkü fıkıh vahye bakan insanın çıkarımlarını yansıtır.

Dînî bilgimiz kaynaklara dayalı ve tahkikî olmadığından doğrusu aile hayatımız da dahil olmak üzere yaşadığımız din büyük çapta ne vahye dayanır ne sağlıklı Fıkıh geleneğine.

Ve onlara da baskındır ayrıca. O halde bizim şu anda içinde yaşadığımız zamanda aileyi kuran unsurlarla bu unsurların karşılıklı hak ve vazifeleri konusunu Kur'an'dan, Sünnet'ten, Fıkıhtan öğrenmeliyiz. Bunu yaparken tarihi olanı ve olmayanı, yani geleneğimizde olup da dine uygun olanı ve olmayanı birbirinden ayırmak durumundayız. Eğer bunları ayırmazsak o zaman biz insanlara " İslam ailesini" yanlış anlatmış oluruz.

Boşanma Hakkı:

Kadının, nikah olurken, bir çoğunun bilmediği, bir çoğunun da o sırada heyecandan unuttuğu bazı haklar var. Bunlardan biri boşanma hakkı. İslam'da aile hayatını sona erdirmek münhasıran erkeğin iradesine bırakılmıştır, yani erkek istemezse kadın evlilik hayatında ne kadar rahatsız olursa olsun bu evlilik hayatını sona erdiremez bilgisi yanlıştır. Bunu söylerken modern bir açıklamada bulunmuyorum ben, bir reform veya bir ictihat yapmıyorum. Eski ictihatlara dayanarak söylüyorum. Bugün kadın veya erkek evlilik hayatını sona erdirmek istediğinde ne yapıyor? Elbette mahkemeye gidiyor. İslam'da da aynen böyle. İslam'da bu hakkın yanı sıra erkeğin res'en (mahkemeye gitmeden boşama) boşama hakkı var. Hem kadının hem erkeğin mahkemeye baş vurup boşanma sebeplerini ortaya koyarak mahkeme aracılığıyla boşanma hakkı tâ 14 asır evvelinden beri hem kadın hem erkek için mevcuttur.

Peygamberimizin zamanında bir kadın gelip "ben filandan ayrılmak istiyorum ya Rasûlüllah."demiş. Neden? "(Ekrahu) sevmiyorum, sevmediğim için mutlu değilim, boşanmak istiyorum". cevabıyla boşanma nedenini açıklamış. Peygamberimizin buna: "Bu ne demek? Hiç sevmiyorum diye koca boşanır mı? Katlan, Allah Teâlâ seni yarın Cennet'ül Firdevs'e koyar demiyor. Kocasını çağırarak hanıma diyor ki; "Kocanın sana mehir olarak verdiği nesne duruyor mu? Ver onu evliliğinizi sona erdirelim".

Bir imkan daha var. Eğer kadın res'en (mahkemeye gitmeden boşama) boşama hakkında da eşit olmak istiyorsa evlilik akdi yaparken, boşama hakkını alabilir.

Mehir:

Çoğu kez mehir konuşulmuyor. Utanılıyor mu, unutuluyor mu bilmiyorum. Mehir çok önemli bir teminattır. Ölüm, ayrılık vs. olursa kadın birilerine, bir yerlere muhtaç olmadan yeni bir hayat kuruncaya kadar bundan istifade eder. Bu bakımdan mehir meselesini bir sembol gibi almamanızı tavsiye ederim.

Nafaka:

Nafaka sadaka demek değil. Nafaka hukûkî bir alacak-borç meselesidir. Hem evlilik devam ettiği sürece hem de -Allah korusun- evlilik bir şekilde sona erdiğinde. İster boşanma yoluyla ister ölüm şeklinde olsun devam eden bir borç münasebetidir nafaka ve son derece de önemlidir. İslam kadının çalışmasını yasaklamaz. Ama kadının maddi ihtiyaçlarını karşılaya bilmesi için mutlaka kendinin kazancı olması lazım da demez. Bunu nafaka sistemiyle sağlar. Böylece Allah Teâlâ hukuken ona bir gelir bağlar. Bunun adı nafakadır. Nafakanın yükümlüsü kimi zaman babadır, kimi zaman kocadır, kimi zaman da kardeştir. Ama bu bir lütuf değildir. Lütuf olsaydı ekonomik özgürlük de olamazdı. Ama ayrıca çalışıp daha çok kazanayım diyorsa onun da yolu açık. Mutlaka çalışacağım diye özgürlüğünü başka türlü kısıtlaması, feda etmesi gerekmiyor.

İzin ve itaat :

Bu hak ve sorumluluklar bakımından çok tartışılan bir konudur. Yani kocaya itaat ve kocanın izni olmadan kadının yapamayacağı bazı işler meselesi. Hem izin hem itaat konusunda fıkıh kitaplarında yer alan ifadeler büyük ölçüde tarihseldir. Bunu bugüne taşırsanız işin içinden çıkamazsınız. Bunu Allah'a ve Peygamber'e izafe ederseniz, bunlar içinde yaşanılan şartlarda, o günün fıkıhçılarının genel hükümlerden çıkarttıkları sonuçlar olabilir. İslam'da itaat mutlak değil sınırlıdır. Kadın erkek, çoluk çocuk büyük küçük herkes önce Allah'a ve Rasûlü'ne itaat eder. "Mümin kadınlar ve mümin erkekler birbirlerinin velileridir." Bu velilik hukuki bir ilişki. Hem birbirlerinin velileridir hem her ikisi de Allah Teâlâ'ya eşit ibadet ederler. "Ve yutıunallahe ve rasulehu" "birbirlerinin velileridir, namaz kılarlar, oruç tutarlar, ikisi de Allah ve Rasulü'ne itaat ederler." (Tevbe suresi 9/ 71). Erkeğin olsun kadının olsun bütün talepleri Allah'ın ve Resûlü'nün taleplerine uygun olursa geçerlidir yoksa geçerli değildir. "İşte Allah bunlara rahmetiyle muamele buyuracaktır."