Temel Kuramsal Problematikler
Çocuklara yönelik siyer çalışmalarının ele alınacağı tartışmalardan önce, bir üst perspektif sağlaması amacıyla çocuk edebiyatının ülkemizdeki genel durumu hakkında analizlerde bulunuldu. Bu konuda öne çıkan temel dikkat noktası Türkiye’de çocuk edebiyatının ilk başlarda “ideal nesil” yetiştirme projelerinin güdümünde kalması ve bu sebeple dünya çapında etkili ve itibar sahibi bir çocuk edebiyatı literatürümüzün geliştirilememiş olmasıydı. Buna bağlı olarak çocuk edebiyatı çalışmalarının edebiyat kuramlarından çok eğitim odaklı kuramların gölgesinde kalması gibi bir sonuç ortaya çıkmış ve söz konusu alanda edebî/estetik değerlendirme kriterlerinden ziyade didaktik ve yüzeysel değerlendirme kriterleri esas alınmıştır. Buna bağlı olarak da çocuğun algı ve dikkat dünyası hep ötelene gelmiş, belirli bir aşama kaydedilmesi bir yana kendini tekrar eden bir literatür yığınıyla araştırmacılar karşı karşıya kalmıştır.
Türkiye’nin çocuk edebiyatı alanındaki bu problemlerinin aynı zamanda genel olarak dinî, özel olarak siyer alanındaki çocuk yayıncılığını da etkilemiş olduğu tespit edilmiş; buna karşın sahada ortaya konulmuş çalışmaların değerlendirme/eleştiri faaliyetlerinde öncelikle edebî/estetik kriterleri temel alan kuramsal yaklaşımların sergilenmesi ve bu bağlamda didaktik kaygılara saplanmadan önce edebiyat kuramlarının birikiminden istifade edilmesi teklif edilmiştir. Bu alanda sürdürülecek tartışmalarda artık neyin öğretilmesi gerekliliğinden önce neyin nasıl bir üslupla yahut biçimle ifade edileceği tartışılmalıdır. Şunu da ifade etmek gerekir ki bu örnekten maksat konuyu belirli bir çerçeveye hapsetmek değil, öncelikli olarak güçlü bir kuramsal çerçevenin gerekliliğine işaret etmektir.
Yazılı yayınların dışında görsel medyada çocuklara genel olarak dinin, özel olarak da siyere dair konuların sunumu konusunda da benzer problemlerin varlığı atölyede tartışılan konular arasındaydı. Didaktizm hatasına düşülmeden öncelikle çocuğun algı ve dikkat dünyasına hitap eden bir dil ve üslubun benimsenmesi ve yukarıda belirtilen kuramsal hassasiyetlerin medya alanında da gözetilmesinin başlıca hususlar arasında olduğu belirtildi.
Gerek yazılı gerek görsel yayıncılık bağlamında yapılan değerlendirmelerin ortak paydası; içerikten önce biçimin ve dilin belirlenmesi, çocuğun zihin dünyasının esas alınması ve konuya yaklaşırken her şeyden evvel ilgili kuramlardan hareketle bir yol haritasının benimsenmesiydi. Aksi takdirde her ne kadar büyük bir samimiyetle yola çıkılmış olursa olsun, sağlam bir kuramsal zemin oluşturulmadığı takdirde uzun vadede faydadan çok zarara yol açma tehlikesinin varlığı karşımızda durmaktadır.
Başlıca İçerik Tartışmaları
Hz. Peygamber’in sîretinin çocuklara aktarımı hususunda yürütülen spesifik tartışmaların başında -konunun itikadi boyutu da dikkate alındığında- öncelikle kaynak ve bilgi kullanımı noktasından meseleye yaklaşmak gerekliliği tartışmasızdır. Bugüne dek kaleme alınmış ve yaygınlık kazanmış birçok siyer çalışmasında öne çıkan kimi içerik problemleri arasında ilk göze çarpanlar bu minvalde analiz edildi.
İçerik sorunları arasında sıkça rastlanan problemlerden biri yetişkinlere yönelik kurgulanmış siyer anlatımlarının birebir olarak çocuk eserlerine aktarılmasıdır. Eğer çocuklara yönelik bir anlatı kurgulanmak isteniyorsa burada farklılaşması gereken sadece dil, üslup ve mizanpaj değil, aynı zamanda kaynak seçkisi ve oluşturulacak çatı hikâyedir. Kaynak kullanımı hususunda yetişkin siyerlerinin bire bir örnek alınmaları yerine hedeflenen kitlenin hazırbulunuşluk ve ilgi odakları esas alınarak bir düzenlemeye gidilmelidir.
Yine aynı düzlemde karşılaşılan sorunlardan birinin de yetişkinlere yönelik kronolojik anlatımın aynen benimsenmiş olması tespitine yer verildi. Siyer Atölyesi’nin geçtiğimiz yıllarda yapılan oturumlarında, artık yetişkinler için dahi bu kronolojik anlatım geleneğinden vazgeçilmesi sunulan teklifler arasındaydı. Hâl böyleyken çocuk siyerlerindeki kronoloji ısrarından vazgeçilmesi, daha tematik anlatımların benimsenmesi günümüz insanının algı düzeyini kavramak açısından son derece önemlidir. Nitekim siyer belirli bir tarihsel bilgi alanı olmaktan çok karakter ve değer eğitimi noktasında çocuklar için önem arz etmektedir.
Siyer anlatımındaki esas amaç Allah Rasûlü (sav)’nün örnekliği bağlamında vahyin muhatap kitleye uygun biçimde ifade edilmesidir. Üstmetinde sîret anlatısı sürdürülürken, altmetinde tevhid ve iman anlatısının gerekli düzeyde işlenmesi gerekmektedir. Çocuğun kronolojik bilgiden öte, siyerin arka planındaki duygu ve düşünce dünyasını keşfetmesi amaçlanmalıdır. Ancak bu şekilde Hz. Peygamber’in güzel örnekliğinin yansıtılması ve benimsetilmesi mümkün olacaktır.
En önemli tartışma alanlarından biri de eserlerdeki bilgi hataları ve İslam tarihi açısından kesinliği bulunmayan kimi konuların da içeriklere dâhil edilmesiydi. Herhangi bir tarihsel konuda çocuk kitabı kaleme alan bir yazarın bilgi ve kaynak kullanımı konusunda kimi serbestiyetlere sahip olması elbette tartışılabilir niteliktedir ve öznel bakış açısına tabi bir durumdur. Ancak siyer gibi aynı zamanda kutsalın bilgisi niteliği taşıyan bir alanda yapılan çalışmalar için böylesine bir özgür hareket alanından bahsetmek mümkün değildir. Yazarların ve editörlerin bilgi hataları konusunda daha dikkatli davranmaları yayıncılık etiğinin ötesinde varoluşsal bir anlam taşımaktadır. Bu konuda yayın öncesi uzman görüşlerine başvurulması elzemdir.
Çocuk kitaplarında referans sistemi ve bibliyografya gibi bilgi kullanımı haritalarının bulunmaması ise başkaca bir sorun teşkil etmektedir. Bu bakımdan yazar ve yayıncıların kullandıkları kaynakları çocukları rahatsız etmeyecek/onların dikkatlerini dağıtmayacak bir şekilde söz konusu eserleri değerlendirecek bilim insanları ve ebeveynlerin denetimine açmaları asgari düzeyde bir sorumluluğun gereğidir.
Yetişkinlere yönelik yapılan siyer çalışmalarında sıkça karşımıza çıkan problemlerden biri olarak Kur’ân’a yapılan atıfların yetersizliği ve hatta kimi durumlarda tamamen ihmal edilmesinin çocuk siyerleri için en önemli eksiklikler arasında olduğu da ayrıca dile getirildi. İslam Peygamberi’ni vahiyden bağımsız olarak anlatmak, en başta onun anlatılış gayesiyle, siyerin hikmetiyle ters düşmektedir.
Ele alınan örneklerde göze çarpan içerik problemlerinden biri de çocukların hazırbulunuşluk düzeylerinin elvermeyeceği kimi hadiselerin de içeriğe dâhil edilmiş olmasıydı. İçerikte aktarılacak siyer kesitlerinin, her şeyden evvel muhatap kitlenin zihinsel ve duygusal olgunluğuna/ gelişmişliğine uygun örnekler arasından seçilmeleri gerekmektedir. Aksi takdirde çocuğun zihninde meydana gelebilecek kırılmalar uzun vadede ciddi sorunlara yol açacaktır.
Çocuk siyerlerinin muhtevası hakkında sunulan önemli tekliflerden biri ise, muhatap okur kitlesinin kendi gündelik hayatlarıyla bağ kurabilecekleri bir çerçevenin gerekli olduğuna dairdi. Çocukların gerek sosyal gerekse bireysel yaşamlarındaki ilişkilerini kurmakta ve sorunlarını çözmekte kendilerine rehberlik edecek davranış örneklerinin siyerdeki varlığı öne çıkarılmalıdır. Bu konuda Hz. Peygamber’in yaşamında sayısız örnek hadise bulunmaktadır. Klişeleşmiş muhteva seçimleri yerine böylesine özgün yaklaşımların sergilenmesi elzemdir
Dil, Üslup, Kurgu ve Görsellik
Bugün artık üzerinde tartışma gereği bile duyulmayan yazınsal hakikatlerden biri de herhangi bir konuda en az “Ne, ne ölçüde anlatılmalı” sorusu kadar “Nasıl anlatılmalı?” sorusunun önemidir. Metin her ne kadar ideal boyutlara ve muhtevaya sahip olsa da onun biçimsel değeri yeterli ölçüde değilse, anlatıdan beklenen verimin sağlanması mümkün olmayacaktır. Bu sebeple kimi hususlar çocuk edebiyatı penceresinden masaya yatırıldı.
Söz konusu nirengi noktası esas alındığında, siyer yazımında dikkat çeken en önemli eksiklerden birinin bu alanda verimler ortaya koyan yazarların üslup konusunda gerekli hassasiyeti göstermeyişleri olduğu saptandı. Anlatı dilinde asgari düzeyde sağlanan editöryal ve teknik intizam, bir eserin üslup sahibi olması anlamına gelmemektedir. Üslup, her şeyden evvel eseri literal anlamda aynı kategorideki diğer yapıtlardan ayıracak, özgünlük payesini ona kazandıracak temel etkendir. Bu özgün bakışın yakalanamaması, tekdüze bir literatür yığınının ortaya çıkmasına sebep olacak, her daim algıları gelişmekte olan, heyecan duyma ve farklılık yaşama beklentisiyle esere yaklaşan muhatap kitleyi pek de cezbetmeyecektir. Tüm yazınsal kategorilerde gerekli olan özgünlük kıstasının sağlanması adına yazarların ve yayıncıların üslup konusunda daha dikkatli ve gelişime açık bir perspektif edinmeleri gerekmektedir.
Dile getirilen anlatım problemlerinden bazıları ise gereğinden fazla tahkiye tekniğine başvurulması ve sadelik ile basitlik arasındaki ince çizgiye yeterince dikkat edilmemesi gibi hususlardı. Yazarların tahkiye tekniği kullanım aşamasında modernist bir yaklaşıma örnek sayılacak derecede kimi boşlukları kendi hayal güçleriyle doldurma gayretleri, çocuk yaştaki okurların sonraki hayatlarında edinecekleri asıl tarihsel bilgilere yaklaşımlarını olumsuz şekilde etkileme tehlikesini beraberinde getirmektedir.
“Siyer-Edebiyat İlişkisi” temasıyla 2010 yılında gerçekleştirilen atölye çalışmasında da üzerinde durulan konulardan biri yazarın hayal gücünün ne derece belirleyici olabileceğiydi. Burada yine değinmekte fayda gördüğümüz o tartışmalarda dile getirilen önemli bir husus, siyerin herhangi bir tarihsel bilgi olmadığı, aynı zamanda din bilgisi niteliğine sahip olduğu; diğer yandan Hz. Peygamber’in hayatından herhangi bir kesitin hayal gücüyle doldurulmasının “kavlî sünnet” bağlamında kimi sakıncalara yol açacağıydı.Tahkiye tekniğine başvuracak yazarların bu konuda gerekli dikkatleri hassas biçimde göz önüne almaları ve sorumlu davranmaları gerekmektedir. Kur’ânî bakış açısına bu anlamda da başvurulması ve Kur’ân’ın sunduğu Peygamber anlatımının bu spesifik noktada da dikkate alınması yararlı sonuçlar doğuracaktır.
Paralel biçimde, kullanılan dilin basitliğe kaçmadan sade bir çizgide inşa edilmesi gerektiği sunulan teklifler arasındaydı. Kurulacak dil, çocuğun ileriki yaşlarında edineceği daha mürekkep bilgilere temel oluşturacak bir zemin işlevi yüklenmelidir.
Dinî yayıncılık sahasında sürdürülen tartışmalar içerisinde “dilde sadelik” denildiği vakit kavramlar ve terimlerden vazgeçme veya onları olduğu gibi kendi ağırlıklarınca aşılama gibi tamamıyla birbirlerine zıt refleksif yaklaşımlarla karşılaşılmaktadır ülkemizde. Temamız bağlamında ele alınan bu konuda sunulan önemli bir teklif; kavramlar ve terimlerden vazgeçmemek, ancak onları da didaktik bilgi aktarımı şeklinde değil, kurgusal düzeyde eserin genel akışına sindirerek sunmak şeklindeydi.
Tepeden bakan ve nasihat ağırlıklı metinlerin günümüz dünyasında yetişmekte olan çocuk okurlara uygun olmadığı da göz önünde bulundurulmalıdır. Ülkemiz dinî yayıncılığının genel karakteristiklerinden biri olan vaaz üslûbunun ilgi çekici olmadığı artık yaşanan tecrübelerle sabittir diyebiliriz. Israrlı nasihat çabalarının yerine okurların gerekli bağlantıları bizatihi kendilerinin kurmasına olanak sağlayacak kurgusal dikkatlerin geliştirilmesi daha yapıcı sonuçlar verecektir.
En az dil ve üslup kadar kurgunun da –bilhassa çocuk edebiyatında-taşıdığı önem bağlamında somut tekliflere de atölye çalışmasında yer verildi. Genel olarak çocuk edebiyatı için de geçerli olan kurgusal dikkatler çocuk siyerlerinde de gözetilmelidir. Okurun ilgisini her daim canlı tutacak, sonraki aşamalara dair merak uyandıracak, aynı zamanda okuma sonrası gerçekleştirilecek kimi etkinliklerle bütünleşik biçimde bir kurgu inşa edilerek hareketli bir sunum yaratılmalıdır. Kurgu tasarımında aynı zamanda okuma sonrası çocuğun edineceği alışkanlıkların planlanması, hedeflenen yaş grubuna göre karakter sayısının ve niteliğinin belirlenmesi, gereğinden yoğun bilgi aktarımından uzak durulması vb. hususlar dikkate alınmalıdır.
Peygamber Tasavvuru
Muhatap kitle ister yetişkinler isterse çocuklar olsun, siyer anlatılarının günümüzde en temel problemi bütünlüklü bir okuma sonucu telkin ettikleri peygamber tasavvurlarıdır. Özellikle modernleşme sancılarını ağır gerilimlerle yaşayan İslam dünyasının son iki yüzyılda yaşadığı bocalama siyer yazımına da etki etmiş, birbirlerine neredeyse taban tabana zıt peygamber tasavvurları ortaya çıkmıştır. Ana literatürdeki bu problem ister istemez çocuk literatürünü de etkilemektedir.
Çocuk literatürü dikkate alındığında bu minvaldeki bazı konular daha da hassasiyet kazanmaktadır. Her şeyden evvel aşırı yüceltmeci anlatımın bir ürünü olarak ortaya çıkan mucizevi/ulaşılamaz bir peygamber tasavvurunun çocuklar için çok da uygun bir model olmadığı atölye çalışmasında vurgulandı. Bunun yerine küçük yaştaki okurlara yönelik olarak, insani yönüyle ön plana çıkan ve gündelik hayatla iç içe düşlenebilecek bir peygamber imgesinin sunulma gerekliliği dile getirildi. Herhangi bir tahfife mahâl de verilmeden, kendi dünyaları içerisinde “arkadaş” olarak görebilecekleri bir peygamber tasavvurunun çocuklara sunulması daha yararlı sonuçlar ortaya koyacak, örnekliğin benimsenmesi için temel şart olan özdeşleşim böylelikle daha sağlıklı biçimde sağlanacaktır. Hz. Peygamber’in çocuklarla ilişkisinde ortaya koyduğu tutum ve davranışlar bu bakımdan ilgililer için önemi ipuçları ve ilhamlar barındırmaktadır.
Günümüz dünyasında fantastik edebiyatın kazandığı yaygınlık ve hem yetişkin hem de çocuk zihinler nezdinde gördüğü ilgi de başta mucize bağlamı olmak üzere alanı hem doğrudan hem de dolaylı olarak etkilemektedir. Fantastikle muhatap olan zihinlerin mucize kavramını algılamakta ister istemez yanılgıya düşmeleri karşı karşıya kalınan bir vakıadır. Bu bağlamdan hareketle nasıl bir yol haritasının izlenebileceğine dair başlıklar da irdelendi.
Öncelikle mucivevi peygamber tasavvuru ve Hz. Peygamber’in hayatındaki mucizelerin birbirinden ayrı olarak ele alınması gerekliliğini ortaya koymak gerekmektedir. İslam Peygamberi’ne mucizeler bahşedilmesiyle O’nun mucizevi bir kişilik olması ayrı ayrı hususlardır. Bu ayrım gözetilerek ilk planda, sözgelimi mucizenin aslında Allah (cc)’ın, yarattıklarına bir koruyucu olarak işaretler vermesi gibi soyutlamalar yoluyla aktarılmasının daha isabetli olacağının altı çizildi. Soyut kavramsallaştırmalar yoluyla sunulacak anlatım çağdaş fantastiğin seküler telkinlerine karşı ön almak için de yararlı olacaktır. Aynı düzlemde dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da siyerin bilgisinin fantastik bir anlatıya malzeme olarak algılanmamasıdır.
Yükseltme ve yüceltme tavrına karşın normalleştirme tavrı esas alınması gerekendir. Yalın gerçekliğin aslında mucizenin kendisi olduğu, mucizenin ise kâinatın yaratılışındaki yalın gerçekliğin bir parçası olduğu asıl vurgu noktasını teşkil etmelidir.
***
“Türkiye’de Çocuklara Yönelik Siyer Çalışmaları” temasıyla gerçekleştirilen atölyede ayrıca görüldü ki şu ana dek bu alanda yapılan çalışmaları niteliksel kaygılardan çok
gündelik-niceliksel kaygılar yönlendirmiştir. Eğer inananlar olarak Hz. Peygamber’i sonraki kuşaklara tanıtma vazifemizi gerektiği gibi yerine getirmek istiyorsak, artık niteliksel kriterlerin belirlenimi noktasında daha kapsamlı ve spesifik tartışma ve müzakerelerin yürütülmesi gerekmektedir. 2012 Siyer Atölyesi’yle birlikte ortaya çıkan giriş mahiyetindeki bu panoramanın, ilgilileri söz konusu yönde teşvik etmesini temenni ediyoruz.
Dipnotlar
1. 21-22 Nisan 2012, İstanbul. Katılımcılar: Prof. Dr. Adem Apak, Prof. Dr. Mehmet Zeki Aydın, Prof. Dr. Yaşar Kandemir, Yrd. Doç. Dr. Ahmet Ekşi, Dr. Faruk Görgülü, Dr. Melike Günyüz, Öğr. Gör. Şafak Tavkul, Alpaslan Durmuş, Ayşe Pehlivan, Cem Kızıltuğ, Elif Konar, Emine Eroğlu, Esra Ceceli, Fatih Okumuş, Fatma Ekinci, Fatma Şengül, Gönül Yonar, Hümeyra Bostan, Meryem Akbal, Nurdan Damla, Osman Turhan, Özkan Öze, Sevde Sevan Usak, Tubanur Saraçoğlu, Ümit Özkan.
2. Bu husustaki kimi analizler için bkz. Siyer-Edebiyat İlişkisi: Siyer Atölyesi 2010 tebliğler Kitabı, Meridyen Kitaplığı, İstanbul, Nisan 2010.
3. 2009, 2010 ve 2011 yılı atölye tebliğlerinde bu hususlara dair zengin içerikli analizler mevcuttur.