Çaresizlikten yaşanan açlığı bir aile büyüklerimizin savaş ve kıtlık anılarında dinledik, bir de romanlarda okuduk çok şükür. Artık burnumuzun dibi sayılabilecek Afrika’da ve nispeten daha ötelere düşen Uzak Doğu ve Güney Amerika’da yaşanan mahrumiyetler ise dünyanın geri kalanına bir film setinde çekilmiş görüntüler kadar bile etki etmiyor.
Açlık, Knut Hamsun’un midenize kramplar sokan tasvirlerinde anlatıldığı haliyle insanlar arasındaki paylaşımın adaletsizliğinden ve çaresizlikten kaynaklandığında isyan ettiricidir. (Nitekim romanın kahramanının yaşadığı trajedi de Tanrı’ya isyanla sonuçlanır.) Ama oruçlunun açlığı öyle değildir. O, her türlü imkâna sahip olsa bile Rabbi bu duyguyu yaşamasını istediği için açtır. Onun açlığı seçilmiş bir açlıktır. Bu nedenle de isyana değil, empatiye yol açar.
Hayatında hiç oruç tutmamış insanlar açlık hakkında hiçbir fikre sahip olmadığı gibi, gerçek açlığın bir nevi demosu sayılabilecek oruçta da bizi bekleyen muhteşem iftar sofralarının hayali açları tam olarak anlamaya engeldir Yine de kibrin her nevi toklukla olan yakın ilişkisi oruçla sekteye uğrar ve oruçlunun kolu kanadı kırık hali ondaki haddi aşma potansiyelini terbiye eder. Yıllar ve yıllar boyu her Ramazan’da oruç tuttuğu halde haddine riayet etme alçakgönüllülüğünü kazanamamış olanlara rastlarsanız şöyle düşünmeyi deneyin: Ya bir de hiç oruç tutmasaydı!