Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Ağaçların Sökülüp Geldiği Çetin Boykot Günleri (616-619)

3 Mart 2015 Salı Sonpeygamber.info / Yazarlar


Şer olarak görülen boykot hayırlara vesile oldu ve hac, umre ve ticaret gibi sebeplerle Mekke’ye gelip de ambargoyu duyanlar ne sebepten bu zulmün reva görüldüğünü merak etmeye kendi aralarında konuşmaya tartışmaya başladılar.

Peygamberimiz İslam’ı tebliğ edince Mekke karıştı. Dünyevi çıkarların kollanmasına yarayan putperest tanrı sistemi temellerinden sarsılıyor, ayrıcalıklar ortadan kalkıyor, insanlar arasındaki üstünlük iddiaları yerle bir oluyordu.   

İlahi mesajdan etkilenen, yürekleri imanla buluşan insanlara azap günleri başlamıştı, atalarından kalma, adaletten yoksun inançlarının sorgulanmasından rahatsız olanlar, onları takibe almış ve aşağılanmaları için formüller düşünmeye başlamışlardı. İyi bir Hristiyan olan Habeşistan kralı Necaşi’ye sığınanların iadesini isteyen Kureyş’in ileri gelenleri, ret cevabı alınca sarsıldılar. Peygamberimiz’i yakınlarını ve iman edenleri bertaraf edebilmek için yollar aradılar.

Maddi manevi büyük sıkıntılar içinde kalan yakınlarını sözünün geçtiği bir yerde, Mekke’nin dışındaki bir vadide, adıyla anılan Ebu Talib Mahallesinde (Şib-i Ebû Talib) toplayan amca, topluluğu büyük bir özveriyle manen himaye etmekle kalmadı, bütün servetini de bu ezilen topluluk için harcadı. Çünkü vahyi duymak istemeyen Kureyşliler, bu sesin sahibini ortadan kaldıracak bir kuşatma yok etme sahifesi hazırlamış kendi aralarında ahitleşmişlerdi.

Peygamberimiz’i ve onunla dost olan Müslüman olsun olmasın bütün akrabalarını, Haşimoğulları ve Muttalipoğulları’nı sosyal hayattan tamamen silecek bir anlaşmaydı bu. Üzerine üç mühür basılıp Kâbe’ye asılan ambargo sahifesinde yazanlara göre:

Müslümanlara acımak asla söz konusu olmayacak; Peygamber öldürülmek üzere onlara teslim edilinceye kadar barış istekleri asla kabul edilmeyecek; kız alınıp verilmeyecek; akraba da olsalar oturmak, görüşmek, konuşmak yasak olacak; onlarla ticaret ve alış veriş tamamen yasaklanacak ve evlerine girilmeyecek.

Peygamberiniz’in duası üzerine metni yazan Mansur bin İkrime’nin eli kuruyunca, kafası karışıp bu zulmün reva olmayacağını musibet getireceğini düşünenler olduysa da sesleri zayıf kalmıştı. Kimileri bunu sadece tehdit olarak algılasa da hızla uygulamaya konmuştu bile.  Asım Köksal’ın İslam Tarihi’nde ellerin kuruması hadisesi delillendirilir, ama bu rivayetin abartı olduğunu düşünenler de olmuştur. Önemli olan kararların haksız ve zalimce olduğunun yürekleri içten içe kemirmesidir.  Peygamberimiz’in amcası Ebu Talib onlara bunun doğru bir yol olmadığını, akrabalık bağlarına böyle kastetmenin pahalıya mâl olacağını söylemiş ve yeğenini olası bir suikasttan korumak için yatağına her gece bir başkasını yatırmaya art niyetlileri şaşırtmaya başlamıştı.

Peygamberliğin gelişinden yaklaşık yedi yıl sonra Muharrem ayının başlangıcında başlayıp üç yıl süren ambargo günlerinde büyük bir açlık ve yokluk yaşanmış. Aç kalan çocukların feryatlarının vadiyi inletmesi, ağaç yapraklarıyla yetinilmesi, evlerine gidemeyen aşağılanan hiç sayılan insanların asla eğilip bükülmemesi ve daha nice ayrıntılar. Yollar kesilmiş, yiyecek içecek ve giyecek ulaşmasın diye ticaret için gelen bütün kafilelerin mallarına yüksek fiyatlarla el konulmuş, görülmemiş bir tecrit uygulanmıştı. Yüzlerce sene önce yaşanan bu olayların günümüzde Suriye’de, Gazze’de ve daha birçok İslam beldesinde yaşandığını görmek, hatta ‘Müslümanım’ diye ortaya çıkan bazı insanların bunu başka halklara yaşatması insanın ilerlediği fikrini iyice geçersiz kılıyor, değişmeyen özüne, temel çatışmalara işaret ediyor.

Yaşananlar sadece müminlerin acısı olmayıp insanım diyen herkesin imtihanıydı. Nitekim Kureyşliler’den kimileri durumdan sevinç duyarken, bazıları son derece rahatsızdı. Sonuçta bir koldan akrabaydılar ve yapılanların zulümden başka bir şey olmadığını vicdanen görebiliyorlardı ki bu kendilerine yapılmasını asla dilemeyecekleri bir kötülüktü. Böyle durumlarda kitlenin genel eğiliminden kopmak ve hakkı dile getirmek hiç de kolay değildir. Yaşadığımız dünya da bunun tecrübesiyle dolu. Fakat insanlık tarihini yazanlar da Allah’ın inayetiyle öne çıkabilenler. Yaşananların akıl almaz boyutları karşısında kendilerinden ve inançlarından kuşkuya kapılmayan müminlerin imani bir zafiyet yaşamaması gerçekten takdire şayan. Peygamberimiz’in bu amansız günlerde hiç geri adım atmadan tebliğine ve sağlam duruşuna devam etmesi tarihin en çarpıcı onur levhalarından. Hz. Hatice’nin bütün varlığını kardeşleri için harcamasını ve yaptığı fedakârlıkları da unutmamalı.

Üç yıllık kuşatmanın ardından Peygamberimiz’e Cebrail (as) tarafından gelen bir bilgiyi teyit için giden ulaklar gördüler ki ağaç kurtları bildirildiği gibi Kâbe’de asılı sahifenin zulüm içeren bütün kelimelerini yiyip sadece Allah lafzını bırakmışlar. Akrabayla ilişiği kesme, Peygamber’i öldürme gibi cümleler yok olup gitmiş. Müşriklerden bazıları durumu görünce etkilenip pişmanlık duydular, bu kardeşlerimize karşı tarafımızdan yapılmış bir zulümdür diye düşündüler. Kendi aralarında yaptıklarının insanlığa sığmayacağı hakkında konuşmaya başladılar. Sahifedeki maddelerden vazgeçenler aktif bir çaba içine girince bir kısmı akrabaları olan Şı’b’deki insanları silahlanarak gidip evlerine getirdiler böylece evlerine normal hayata karıştı müminler. Sürdürülebilir olmayan anlaşma ve yemin sahifenin kurtlarca yenmesiyle birlikte yok olup gitti.

Hiç kimsenin adı kalmasa da o günden bu güne Hişam bin Amr bin Haris hatırlanıyor. Bu azim meselede imtihanı geçen kişilerdendir. Aynı inancı paylaşmasa da bir gurup insana üstelik de akraba sayıldıkları bir topluluğa reva görülen haksızlığa boyun eğmek istemedi. Kötülük üzerine bir ahitleşme olmayacağını, bunu kabul etmeyeceğini söyleyerek devesine erzak yükleyip boykot altında bulunan Haşimoğulları’yla Muttaliboğulları’nın mahallesine getirdi. Devenin yularını boynundan çıkarıp hayvanı serbest bırakırdı. Müslümanlar gece vakti gelen bu deve üzerindeki erzak yükünü boşaltır, deveyi tekrar geldiği yöne gönderirlerdi. Bunu Kureyş’e muhalefet olarak görmedi. Günahkâr bir ahde vefa göstermesi lazım gelmezdi. Kavminin işlediği zulme ortak olmayı reddettiği için şimdi adını biliyor ve rahmetle anıyoruz.

Şer olarak görülen boykot hayırlara vesile oldu ve hac, umre ve ticaret gibi sebeplerle Mekke’ye gelip de ambargoyu duyanlar ne sebepten bu zulmün reva görüldüğünü merak etmeye kendi aralarında konuşmaya tartışmaya başladılar. Peygamberimiz’in adını, iddiasını, önerisini duymayan kalmadı böylelikle. Arapların önemli şahsiyetlerinin çarşı pazarda görülmemesi, men edildiklerini işitmek büyük bir sorgulama başlattı. Gelenlerin Haşimoğulları ve Müslümanlarla ilişki kurmalarının engellenmesi hak davetin mahiyetini anlamak için büyük merak uyandırdı. Daveti duyanlardan birçoğu da iman etmeye başladı.

Ebu Talib’in ölümünden sonra, onun soyunun başına kardeşi Ebu Leheb geçmişti. O da bir uzlaşma aradı ve putperest ataları da dahil hepsinin hukukunu soy üzerinden korumaya dayalı bir dayanışma önerdi yeğeni Hz. Muhammed (sav)’e. Bu koşulla O’nu himaye edebileceğini söyledi. Peygamberimiz’in bunu reddetmesi ve soy dayanışması üzerinden gidilemeyeceğini kesin bir dille ortaya koyması önemli. Zalimler hangi soydan olurlarsa olsunlar cehenneme gidecekti. İnsanlar soylarına göre değil, ancak takvalarına göre esenliğe çıkacaktı. Buna çok öfkelenen Ebu Leheb onu toplum dışı ve illegal ilan etti. Soyundan gelen herkesin cennete gideceğinin ilanını bekliyordu belli ki. 

Büyük bir açlık, kıtlık, susuzluk yaşanır toplu ölümler vuku bulur Kureyş arasında. Peygamberimiz’e gelip dua eder ve bu bela kalkarsa iman edeceklerini söylerler; O da dua eder, ama bolluk gelir gelmez vazgeçerler. Bu sadece iman meselesi değil, ‘Müslümanım’ diyen bizler de zorlukta daha iyi bir kul olma sözleri verip sonra rahata erince hiç söylememiş gibi dünyaya dalıp gitmez, zalimlere karışmaz mıyız.

Hiçbir can güvenliği olmayan Peygamberimiz Taif’e gitti durumu bazı hemşerileriyle istişare etmeye. Fakat onlar, O’nun gizli konuşmasını ifşa ederek çoluk çocuk bütün halkın O’nu taşlamasını sağladılar, yaralanıp berelenmiş halde kendini şehrin dışında bir bahçeye attığında burada oturan Hristiyan ev sahibinin O’nu kolladığını, iyi davrandığını yazar Muhammed Hamidullah İslam Peygamberi kitabında. Putperest yakınlarından görmediği anlayışı bir Ehl-i Kitap’tan görmüştür.

Akrabaya zulmetmenin ağır sonuçlarından bahsetmişti onlara Ebu Talib. Büyük bir açlık, kıtlık, susuzluk yaşanır toplu ölümler vuku bulur Kureyş arasında. Peygamberimiz’e gelip dua eder ve bu bela kalkarsa iman edeceklerini söylerler; O da dua eder, ama bolluk gelir gelmez vazgeçerler. Bu sadece iman meselesi değil, ‘Müslümanım’ diyen bizler de zorlukta daha iyi bir kul olma sözleri verip sonra rahata erince hiç söylememiş gibi dünyaya dalıp gitmez, zalimlere karışmaz mıyız. Duhan Suresi 9-16 arası ayetlerde nasıl da kuraklık ve kıtlık azabı kaldırılınca eski şirklerine döndükleri, öldükten sonra dirilmek hakkında şüpheye düştükleri, kendilerine gelen ve hakikati apaçık anlatan peygamberle alay ettikleri anlatılır. 

İnanmayan birini mucizelerle ikna etmek mümkün değil. Peygamberimiz’in en büyük mucizesi güzel ahlak diğerkâmlık ve adalet iken bazı mucizeler verilmişti desteklemek adına. 

Boykot zamanında bir vadide karşılaştığı Kureyşli Rükâne sırtı yere gelmemiş bir güreşçi idi mesela. Bir dağ başında Peygamberimiz’in tebliğine muhatap oldu hatta güreş teklifiyle karşılaştı. Yenerse tebliğinin doğruluğunu kabul edecekti. Hemen yere çalacağından emindi Rükâne. Neye uğradığını anlamadan kendini ilk hamlede yerde bulunca güreşi üç kere tekrarladı ve her seferinde sonuç aynıydı. Bunun bir sihir olabileceğini ve ne olduğunu anlamadığını söylemesi, hatta yalancılıkla suçlamaya başlaması dokundu Peygamberimiz’e. “Peki” dedi “Allahtan korkar ve davetime uyarsan sana daha acayip bir şey gösterebilirim.” Uzaktaki bir ağacı çağırınca yerinden dallı budaklı sökülerek yanlarına gelip durmasına ne demeli. Talha ya da Semur ağacı olduğu rivayet ediliyor. Allah’ın izniyle dön yerine denilince de dönüp gitti. Bunu gören Rükâne hâlâ O’nu yalancılıkla sihirle suçluyordu. Ancak Mekke’nin fethinde Müslüman oldu. 

Peygamberliğin 9. yılında da ayın ikiye ayrılması hadisesi vuku buldu. Kureyşli müşriklerden bazıları “eğer gerçekten peygambersen bize yarısı Kubeys yarısı da Kuaykıan Dağı üzerinde görülmek üzere Kamer’i ikiye ayır” dediler. Bunu yaparsa iman edeceklerdi. 

Ay’ın (Bedir, Kamer) dolunay olduğu bir gece Peygamberimiz Allah’a yalvardı. Allah ayı ikiye ayırıp Hira Dağı iki ayrı ayın arasından görününce Peygamberimiz “şahit olun” dedi etrafındakilere. Müşrikler bunun bir göz yanılması olduğunu düşünüp uzaklara haber yolladılar, başkaları da aynı şeyi görüyor mu diye. Bütün haberlerde doğrulandı ki, aynı anda sayısız insan şahit oluyordu yaşananlara. Fakat müşrikler iman etmedi. Kamer Suresinde “O halde sen de onlardan yüz çevir” (1-8)  buyurulduğu an.

Müminler ağır imtihanlardan geçtiler. Zaman görece bir kavram ve helezonik bir yapı olduğuna göre tarih ve şimdiki zaman birbirinin içinde yoldaş ve sırdaştır. İslam uğruna yaşanan nice sırların, çekilen nice acıların anısına, adaleti ve İslam’ın değerlerini her şeyin üzerinde tutmak, modern zamanların iniltili dünyasına taşımak Müslümanların borcu. Sökülüp gelen Semure ağacının hürmetine.