Karar Gazetesi yazarı Prof. Dr. Alaaddin Karaca, 04.12.2017 tarihli köşe yazısında "Sîreti Sûrette Görmek" çalıştayına yer verdi.
Alaaddin Karaca’nın yazısı şu şekilde:
Peygamberimizi romanla anlatmak mümkün mü?
29 Kasım’da Meridyen Derneği ve Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’nin işbirliğiyle düzenlenen “Sîreti Sûrette Görmek- Hz. Peygamber’i Kurmaca Dünyada Yazmak” konulu bir çalıştaya katıldım. Çalıştayda, M. Fatih Andı, Ömer Lekesiz, Mustafa Özel, Şaban Sağlık, Mehmet Narlı, Ertan Örgen, Yılmaz Daşcıoğlu, Necip Tosun, Cemal Şakar, Güray Süngü, Özlem Fedai, Bedia Koçakoğlu, Ahmet Murat Özel, Turgay Anar, Mesut Koçak, Zeynep K. Şerefoğlu Danış, Ebru Burcu Yılmaz, Esra Fahriye Poyraz, Şerif Eskin dikkate değer bildiriler sundular... Çalıştayın amacı, Hz. Peygamber’i (s.a.v) İslâm adap ve ahkâmına bağlı kalarak, özellikle roman ve hikâyede, etkili ve güzel biçimde anlatabilir miyiz, nasıl anlatabiliriz, sorusuna cevap aramaktı.
Evvelâ şunu belirteyim; dinî konuların dahi seviyesiz bir dille tartışıldığı bir ortamda, böyle önemli bir meseleyi ele aldıkları için Meridyen Derneği ve Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi yetkililerine, hassaten kıymetli meslektaşım Prof. Dr. M. Fatih Andı’ya teşekkür ediyorum.
Çalıştayda hararetle tartışılan konulardan biri, modernitenin ürünü olan romanın Hz. Peygamber’i anlatmaya uygun bir edebî tür olup olmadığıydı. Fatih Andı Hoca, haklı olarak, çatışmaya, trajediye dayanan, mahrem hayatı ifşadan haz duyan “roman”ın, Hz. Peygamber’i adap ve ahkâma uygun biçimde anlatamayacağını savundu. Gerçekten de Hz. Peygamber’i anlatan bir romanda, tüm tarihsel gerçeklere uyma mecburiyeti, ayrıca eserde Peygamberimizin mahrem hayatına girme, ona ait olmayan diyaloglara, jest ve mimiklere yer verme ihtimali, hatta bilinçaltına ve halet-i ruhiyesine dair yapılabilecek yanlış tahliller, Müslüman yazarları bu konuda hassas davranmaya sevk ediyor...
Kanaatimce meseleye “biyografik roman” bağlamında bakarsak, bu endişeler doğru. Ancak başkahramanı ve öyküsü farklı olan bir romanda, meselâ olayların günümüzde geçtiği bir öyküde, metinler arası kimi yöntemler kullanarak, modern insanın metafizik ürpertileri veya hâlleri ile sahabe döneminde yaşanan bazı olaylar/durumlar, figürler arasında ilişkiler kurulabilir, Peygamberimiz dolaylı yoldan, alegori, metafor ve anıştırmalarla anlatılabilir. Elimizde iyi örnekler yok ama, Peygamberimizi anlatmak hususunda, yeni bir “dil”, başka form ve anlatım teknikleri aramak gerek diye düşünüyorum.
Bizde maalesef, meselâ Kierkegaard’ın “Korku ve Titreme” gibi, kutsal bir olayı lirik/felsefî bir şekilde yorumlayan eserler yok… Meselenin genelde menkıbevi/olağanüstü “serüven” tarafıyla ilgileniyoruz, olayların asıl “hikmet”ini, mesela Kierkegaard’ın eserindeki gibi Hz. İbrahim’in ve oğlu İsmail’in (onlara göre İshak) korkularını, kaygılarını, ürpertilerini, teslimiyetini, -yani vakanın metafizik boyutunu- kavrayıp yorumlamada zayıfız, dinî eserler, metafizik ve ontolojik derinlikten yoksun, tarihi hâl ile irtibatlandıramıyoruz. Bir de “din dili”miz, retoriğe dayalı, menkıbevi, klasik didaktik/somut, hatta ağdalı bir vaaz, nasihat dili; soyut, “hikemî” ve estetik değil… İşte bundan dolayı -Esra Fahriye Poyraz’ın tespit ettiği üzere- meydan, Hz. Peygamber’i ticarî bir meta hâline getiren söz bezirganlarının yazdığı şöyle romanlara kalmıştır: “Ümmetin Canısı”, “Allah’ın Sırdaşı”, “Aşkın Peygamberi”, “Âşık-ı Sâdık”, “Canfeda”, “Aşkın Elçisi”, “Aşkın Peygamberi”, “Babam Muhammet”, “Aşk-ı Hüzün”, “Aşkın Meali”, “İlham-ı Aşk”, “Tûba Kokusu”, “Aşkın Öncüsü Muhammed”… Biliyorsunuz, eski İstanbul’da “goygoycu” denen dilenciler, ellerinde torba, kapı kapı dilenir ve şu nakaratı tekrar ederlermiş: “Gökte melek, yerde her şey ağlıyor, hey goy goy canım!”… Hâsılı gidiş iyi değil!..
Geçen haftalarda donanımsız kişilerin “kültür üreticisi” olarak arzını eleştirmiştik. İşte bunun vahim sonuçlarından yalnızca biridir bu romanlar ve bunların ürettiği yanlış “peygamber imajı”!..
Yazıyı görmek için tıklayın.