04 Ekim 2017

Şiirleriyle cehenneme odun taşıyan, kelimeleriyle Müslümanları vuran, hiciv ustası bir şairdir Ebu Azze. Bedir’de Mekke’li müşriklerin safında yer alıyor, kelimelerini ok yapıp Müslümanların üzerine fırlatıyordu. Bu savaşta müşrikler yenildikleri gibi yetmiş kayıp, bir o kadar da esir vermişlerdi. Ebu Azze de esirler arasındaydı ve onu kurtaracak ne malı-mülkü ne de onun adına dört bin dirhem fidye ödeyecek zengin bir akrabası vardı. Tek umudu Hz. Peygamber’le görüşmek ve dili kullanmaktaki bütün maharetini göstererek ona durumunu anlatmaktı.

Boynunu büküp halini arz etti Ebu Azze. Büyük bir dikkatle dinledi onu Allah Rasûlü; haline acıdığı belliydi. Fakat onun serbest kaldıktan sonra yine İslam’a düşmanlık eden şiirler okumasından endişe ediyordu. Bir şartla serbest kalmasına izin vereceğini söyledi Rasûlullah; bundan sonra Müslümanların aleyhine hiçbir faaliyette bulunmayacak, o keskin diliyle İslam’ı hicveden şiirler okumayacak. Söz verdi şair, hatta o sevinçle Hz. Peygamberi öven bir de kaside söyledi: “Sen Allah’ın Rasûlü Muhammed’sin. Sen öyle bir insansın ki büyük Allah’ın yardımıyla insanları hak ve hidayete davet ediyorsun.”[1] Neredeyse bir Müslüman gibi okuyordu şiirini! Hayatını doğruluk ve güven üzerine bina eden Allah Rasûlü onun sözüne inandı ve serbest kalmasına izin verdi.

Mekke’ye döndükten sonra Hz. Peygambere verdiği sözde durduğunu söyleyen de var, hemen Müslümanları hicveden şiirler okumaya başladığını söyleyen de. Fakat kesin olarak bilinen şey o ki, kendisine vaadedilen dünya malının etkisiyle Uhud savaşında Mekke’li müşriklerin yanındadır Ebu Azze. Yine coşturuyordu İslam düşmanlarını şiirleriyle, yine galeyana getiriyordu kâfirleri. Hatta o kadar ki, kin ve nefretten gözleri dönen müşrikler, Müslümanların şehitlerine bile eziyet etmekten çekinmiyordu bu harpte.

Kimin kazandığı belli olmayan savaş bittiğinde, kaçan müşrik birliklerinden bir grup içinde yakalandı Ebu Azze. Huzura getirildiğinde Bedir’de verdiği sözü hatırlatırcasına baktı onun yüzüne Allah Rasûlü. Fakat Ebu Azze aynı Ebu Azze’ydi. İhanet ettiği yetmezmiş gibi birbiri ardınca yaldızlı laflar sıralayarak kurtuluş yolları aramaya başladı. Ebu Azze karşısında sadece merhametli bir Peygamber değil, aynı zamanda akıllı, uyanık, dikkatli bir ordu komutanı ve devlet başkanı olduğunu bilmiyordu. Hayatı boyunca verdiği bütün sözleri tutan, müşriklerin bile Muhammed’ül-Emin dediği Allah Rasûlü “Mü’min bir yılan deliğinden iki defa ısırılmaz.”[2] buyurdu ve savaş suçundan dolayı cezalandırılmasını emretti Ebu Azze’nin.[3]

Allah Rasûlü’nün, merhametinden dolayı hainlik eden birine karşı müsamaha göstermesi düşünülemezdi. O bize acıma ve şefkat duygusunun sınırlarının ne olması gerektiğini de göstermiştir bu tavrıyla. Şahsı adına asla intikam almayan Hz. Peygamber, Allah’ın yasaklarını çiğneyenler ve İslam’a düşmanlık edenler söz konusu olduğunda gerekeni yapmaktan hiçbir zaman geri durmamıştır. Beni Kurayza olayında ve Mekke’li müşrikler Hudeybiye barış antlaşmasını bozduklarında da aynı şekilde davranmıştır Efendimiz. Her ikisinde de antlaşmayı bozanlar sözlerinde durmamanın bedelini ödemişlerdir.

Hz. Peygamber, Allah’ın yasaklarını çiğneyenler ve İslam’a düşmanlık edenler söz konusu olduğunda gerekeni yapmaktan hiçbir zaman geri durmamıştır. Beni Kurayza olayında ve Mekke’li müşrikler Hudeybiye barış antlaşmasını bozduklarında da aynı şekilde davranmıştır Efendimiz.

İnsanın tarihinde aldatma ve aldanma ironik bir şekilde cennette başlamış ve o günden bugüne âdemoğlu çeşitli sebeplerle, sayısız kere aldanmıştır. Tevrat’ta Hz. Âdem ile Hz. Havva’yı kandıran şeytanın yılan kılığında onlara göründüğü anlatılır. Şeytan tatlı tatlı konuşarak, yasak ağacın meyvesinden yediklerinde melek olacaklarına ve ebediyyen cennette kalacaklarına ikna eder onları.[4] Allah, emri birlikte çiğneyen atalarımızın derin pişmanlıklarını ve tövbelerini kabul etse de kalınacak yurt artık cennet değil yeryüzüdür.

Kıyamete kadar inananları doğru yoldan çıkarmak için yemin eden şeytanla[5] âdeta bir savaş meydanı olan dünyada karşı karşıya kalır insan. Bundan sonra şeytan, insanın cehenneme girmesi için, insan da yeniden cennete dönmek için çalışır durur.

Yeryüzünde yılanların saklandıkları karanlık delikler çok oldukları kadar çekicidir de. Aldanmaya hazır nefislerin gerekçeleri dünden hazırdır; bazen mal-mülk, bazen makam-mevki, bazen soy-sop, bazen eş-evlat sevgisiyle yılanın deliğine tekrar tekrar uzanır eller. Gönderdiği kitaplar ve peygamberle insanları şeytanın tuzaklarına karşı uyaran Allah’ın koyduğu sınırlar bir bir aşılır. Çeşit çeşittir işlenen günahlar; gizli-aşikâr, küfre götüren-götürmeyen, küçük-büyük, içinde kul hakkı bulunan-bulunmayan…

Allah’a inananlara süslü tuzaklar kuran şeytan, haram kılınan kötü şeyleri onlara güzel gösterir. İşledikleri günahlardan dolayı hemen cezalandırılmayan insanlar cesaret bulur ve devam ederler yanlış yollarda yürümeye. Allah’ın ihmal etmeyip mühlet verdiğini, adaletini ve hesap görücü olduğunu unutup sadece O’nun merhametini esas alanlar büyük bir yanılgı içine düşerler. Hatalarından ders almayan, aynı günahları ısrarla işleyen, pişmanlık duymayan, tövbe etmeyen ve elini yılanın bir deliğinden diğerine sokan kişinin ahiretteki durumunun gerçekten acıklı olacağını yüce kitabımız bildirmektedir.

Rabbimiz insanın günahsız olamayacağını elbette bilmektedir. Mümine yakışan tavır ise hata ettiğinde pişmanlık duyup tövbe etmesi ve bir daha o günaha dönmemesidir. Böyle yaptığında yeniden cennet ona yaklaştırılır[6].

O büyük günde “Ey insan, kerem sahibi Rabbine karşı seni ne aldattı?”[7] sorusuna muhatap olmayı hangi akıl sahibi ister!

 


[1] İbn-i Hişam, es-Siyre, c.III, s.110

[2] Buhârî, Edeb 83; Müslim Zühd 63

[3] İbn-i Hişam, a.g.e, c.III, s.6,110,111.

[4] A‘râf,  sures,i ayet 20-22.

[5] A‘râf,  suresi, ayet 16-17

[6] Kaf suresi, ayet 31-35.

[7] İnfitar Suresi, ayet 6.