Ali Bardakoğlu Söyleşisi: ''Kur'ân'ı Anlamada Nerede Hata Ettik?''

23 Şubat 2016

Kur’ân Araştırmaları Merkezi Türkiye’de ilk defa sanıyorum. Nedir amacınız?

1,5 milyarlık bir İslam dünyası var ve İslâm dünyası tek Allah’a, Hz. Peygamber’e, ahirete inanıyor, Kur'ân-ı Kerîm’i kutsal kitabı biliyor. Ancak bugünkü haliyle Müslümanlar ile Yüce Kitabımız ve Efendimiz’in sünneti arasında ciddi bir örtüşme görmüyoruz. Bir yerde bir arıza var, bir yerde bir şeyler yanlış yapılıyor oluyor olmalı. Su bu kadar bulanık kapımızın önüne gelmemeliydi. Bu su nerede kirlendi? Onun için biz bir grup, bu işin gönüllüsü, bu işin sızısını yüreğinde hisseden akademisyen, gönül insanı, işadamıyla Kur'ân-ı Kerîm Araştırmaları Merkezi'ni kurduk. Yüce Kitabımızı biraz daha derinden anlamaya ve anladıklarımızı toplumla paylaşmaya çalışalım dedik.

Nasıl bir çalışma yapıyorsunuz?

Vahiy, dinler tarihi, nüzul ortamı, siret, Mushaf tarihi ve sünnet çalışma alanlarımız arasında... Tabii, tek hakikatçi, her şeyi ben bilirim, hiç kimse şimdiye kadar bunları anlamadı, ilk defa biz anlıyoruz gibi bir iddiayla yola çıkmadık. 14 asırlık zengin bir mirasımız var, Kur'ân-ı Kerîm’in, Peygamber Efendimiz’in sünnetini, İslâm’ın tarihini bir de biz anlayalım hatta biraz daha geriden başlayalım dedik. İnsanlığın ortak tecrübesi nedir, bu tecrübe içerisinde Kur’ân'ın mesajı neye tekâbül ediyor? Allah’ın iki kitabı var: Biri kâinat kitabı, yani yerleri gökleri önümüze serdiği kâinat. Bir de kelâmının insana ve dünyaya indirilmiş hali olan Kur'ân-ı Kerîm. Kur’ân’ın getirdiği vahiy ile Allah’ın diğer kitabı olan kâinat kitabı arasındaki uyum nedir? İkisi arasında çelişki olamaz çünkü hepsinin kaynağı kâinatın yüce yaratıcısıdır. Böyle bir düşünceyle Kur'ân-ı Kerîm’in bu evrensel mesajı ile günümüz insanını buluşturalım istedik.

Mesela günümüzde Batılıların İslâmofobya’da kullandıkları ve sürekli gündeme taşıdıkları belli ayetler, Hz. Muhammed (sav)’e ait belli örnekler var. Bu ayetler Kur’ân’da yok diyemeyiz. O ayetler Kur’ân’da var. Öyleyse Batılıların istismar ettiği, İslâmofobiya için malzeme olarak kullandığı, İslâm’ı şiddet, uzlaşmazlık, kavga, öfke dini olarak tanıtmada öne çıkardığı ayetleri doğru anlamaya çalışmamız lazım.

Ne göreceğiz bu çalışmaların sonucunda?

10-12 ciltlik, Kur’ân’ı sağlıklı doğru anlamanın olmazsa olmaz ön bilgilerini topluma sunmak istiyoruz. Kur’ân’ı anlamanın zihnî bilgi veri tabanları olacak bunlar. Ayrıca kavramlarla ilgili kitap çalışmalarımız var: Gayb, mucize, yaradılış gibi...

Kur'ân-ı Kerîm'i bazı insanlar gökten tek seferde bir metin olarak indi diye algılıyor. Bu nedir, neden geldi, nasıl geldi? İlahi kelâm nedir, ilahi kelâma insan nasıl ulaşır, nasıl anlar? Bizim anlama dünyamıza bu kelâm nasıl geldi, gelirken neleri getirdi, neleri öne çıkardı, peygamberlerin misyonu nelerdir? Bütün bunların bir felsefi, kelâmi bir incelemesi gerekiyor. Ayrıca dinler tarihi çalışmaları çok önemli. Çünkü İslâm dini sadece ve sadece son din. Son ve tamamlayıcı din. Bunların öncesindeki semavi dinlerle, Sami dinleriyle, kültürleriyle Kur'ân-ı Kerîm'in irtibatının görülmesi gerekiyor. Aralarında ortak noktaların olması gayet tabii bir durum, çünkü orijinal haliyle hepsinin temeli ilahi vahiy.

Tefsir ötesi bir çalışma yapıyorsunuz yani...

Evet, Kur'ân-ı Kerîm’in  nüzul ortamını ve onun Arap kültürü ile Arap tarihi içindeki yerini anlamak önemli. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm ayetlerini okuduğunuz vakit, o günkü Arap dünyasının, Hicaz Araplarının günlük hayatını, aile hayatını, kibrini, gururunu, faziletlerini, erdemlerini birçok şeyi görüyorsunuz. Bu kültürü bilmeden, Kur’ân’ın neden böyle hitap ettiğini, neden bazı şeyleri öne çıkardığını, neden bazı metaforları kullandığını anlamamız zorlaşıyor. Dolayısıyla yaptığımız çalışma bir tefsir çalışması değil. Tefsir ötesi bir çalışma. Kur’ân’ı sağlıklı, doğru, soğukkanlı anlamak için olmazsa olmaz bilgilere ilişkin geniş kapsamlı bir çalışma. Hz. Peygamber’in hayatını anlamadan yaşadığı 23 yıllık peygamberlik serüvenini bilmeden Kur’ân ayetleri konuşulmaz diye düşünüyorum. Kur'ân-ı Kerîm’in yaklaşık üçte biri, o günkü yaşanan olaylarla birebir ilişkilidir ve onların bir bakıma canlı belgeleridir.

İslâm dünyasının içinde bulunduğu sıkıntıları da Kur’ân’ı anlayamamasından mı kaynaklanıyor?

Din bir bütündür. O bütünlük içinde dini anlamamız lazım. Bugünkü Müslümanların bir sorunu da dinin belli alanlarına dindarlıklarını yoğunlaştırıp yani görselliği öne çıkarıp görsel dindarlığı öne çıkarıp diğer alanlarda adeta dünyevileştiler. Diğer alanlarda hayatlarını kendi akışına bıraktılar. Hâlbuki bütüncül bir din mesajını anlamamız lazım. Çevrede, insan haklarında, temizlikte, çalışkanlıkta, üretmede, çocukların eğitiminde, sağlıkta, sosyal adalette... Hayatın her alanında dinin o rahmetinin, adaletinin, merhametinin gerçekleşmesi lazım. Dindarlık tarzımızı, bilincimizi gözden geçirmemiz lazım. Daha kapsayıcı, daha bütüncül bir dindarlık tarzı inşa etmemiz lazım. O zaman zaten kendiliğinden sorunlar çözülür.

İsrâ Sûresini açın bakın en temel genel ahlak prensiplerini orada bulursunuz. Bir huzurlu toplumun, refah toplumun olması için ne gerekiyorsa o normların her birinin işaretleri orada var. İslâm toplumu merhamet ve adalet üzerine gelişti. Şimdi biz bunu kaybettik. İslâm dünyasında sosyal adaletten neden söz edemiyoruz? Eğer biz Kur’ân’ı doğru anlasaydık bunu topluma aktaracaktık. Allah’ın nimeti herkese yetecek kadar boldu. İslam dünyası neden bu halde? Bu kadar acımasızlığın olduğu, sosyal adaletin olmadığı bir İslam dünyasında şiddetin, öfkenin, nefretin, ayrışmanın olmaması mümkün değil. Biz İslam’ı anlayamadık. Batılıların iddia ettiği gibi, biz İslam’ı anladık da içimizden IŞİD çıktı değil yani.

Kur'ân-ı Kerîm zor anlaşılacak bir kitap mı, biz mi anlayamıyoruz? Sorun nerede?

Kur’ân bir kere mübin bir kitap. Kur'ân-ı Kerîm anlaşılır bir kitap. Şifreli bir kitap değil. Sihir büyü içeren bir kitap değil. Kur'ân-ı Kerîm’in etkisinin hikmetinin böyle sihirde büyüde harfleri arasında gizli kapaklı şeylerde aranmaması lazım. Allah “Ben bu kitabı mübin bir kitap olarak gönderdim” diyor. Yani Arabi bir kitap. ‘Arabi’ demek apaçık demek. Meramını apaçık ifade eden kitap demektir. Arapça demek değildir. Bir Müslüman kendi dindarlık ahlakı, yol haritası için Kur’ân’ı okuduğu vakit, gerekli mesajları  alır. Bunun için hiç bir aracıya hiç bir kademeye ihtiyaç yoktur. Ama Kur'ân-ı Kerîm’i derinlemesine, ilmî şekilde dediğimiz zaman elbette biraz kafa yormak gerekir. O zaman bir tercüme bürosunun yapacağı iş değil. Yani iki şeyi birbirinden ayırmak lazım. Kur'ân-ı Kerîm'in bir de o siretle, sünnetle, tarihle diğer kutsal kitaplarla ilişkisi, o metaforları, kıssaları anlatmak ise büyük bir ilmi birikimi, ciddi bir çabayı gerektirir. Zaten birey bu işlerle mükellef değildir. Bu ilmî bir meseledir. Onun içinde elbette Kur’ân üzerinde ciddi araştırmalar yapmamız gerekiyor.

Ebu Hanife, Malik, Şafi bir şey Kur’ân’da varsa "Allah Kur’an’da buyuruyor" derlerdi. Peygamberimiz buyurmuşsa "Efendimiz buyurmuş" derdi. Ondan sonra da "Ben derim ki..." derdi. Yani "Benim görüşüm, benim yorumum" derlerdi. Ne kadar mütevazı bir şey. Biz o tevazuyu, o sivil dili kaybettik. Yerini buyurgan ve yanıltıcı bir dil aldı.

Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılması önündeki engellerden bahsediyorsunuz internet sitenizde. Nedir o engeller?

Çok engel var. Yani Kur'ân-ı Kerîm hakkında gelenekte üretilen bilgileri de zaman zaman kutsallaştırabiliyoruz. Yani âlimlerin kendi dönemlerinde kendi şartlarına göre yaptığı yorumlar ile Kur'ân-ı Kerîm’i, Allah’ın beyanını ayırmak lazım. Kul sözü ile Allah sözünü ayırmak lazım. Kul sözü ile peygamber sözünü ayırmamız lazım. Bir de Müslümanların daha sonra bunlar üzerinde geliştirdiği yorumlar görüşler var ki bunlar farklı şeyler. Allah ne diyorsa doğru söyler. Peygamber ne diyorsa doğru söyler ama ondan sonraki kişilerin sözleri bir yorumdan ibarettir. Onları anlamalıyız onlara saygı göstermeliyiz. Kendi zamanlarında çok önemli işler yaptılar ama Kur'ân-ı Kerîm’i anlarken, gelenekte öğretilmiş yorumların arasında sıkışıp kalmamalıyız. Onları kendi dönemlerine göre bir beşeri, bir anlama çabası olduğunu bilmeliyiz. Her dönemde Müslümanlar olarak biraz da "Bu Kur’ân bana geldi aynı zamanda ben bundan ne anlamalıyım?" sorusunu sormalıyız.

İslâm âlimlerinin sorumluluğu var tabii...

İslâm âlimlerinin çoğu din hakkın da konuşurken  "Kur’ân’da ..." diyerek "İslâm’da ..." diyerek, Kur’ân’da ve İslâm’da değil de kendi düşüncelerinde olan şeyleri öne sürüyorlar. Yani Allah’ın sözüyle kul sözünü ayırmak lazım. Kur’ân’da diye başlayan, İslâm’da diye başlayan cümlelerin önemli bir kısmı bugün sorunlu cümlelerdir. Kur’ân’da ve İslâm’da dediğimiz cümleler mutlaka Allah’ın kitabında, peygamberin sünnetinde açık beyan edilmiş şeyler olmalıdır. Kendi yorumlarımızı "İslâm’da..." diye söylemeye başlarsak ortaya binlerce İslâm çıkar. Herkese göre bir İslâm çıkar. Bugün radikal grupların dini grupların her birinin yaptığı da bu yanlış. İslâm’a haksızlık ediyorlar. Hâlbuki eski âlimlerin güzel bir geleneği vardı. Ebu Hanife, Malik, Şafi bir şey Kur’ân’da varsa "Allah Kur’an’da buyuruyor" derlerdi. Peygamberimiz buyurmuşsa "Efendimiz buyurmuş" derdi. Ondan sonra da "Ben derim ki..." derdi. Yani "Benim görüşüm, benim yorumum" derlerdi. Ne kadar mütevazı bir şey. Biz o tevazuyu, o sivil dili kaybettik. Yerini buyurgan ve yanıltıcı bir dil aldı.