Oğulları anlatmadan önce, babalarını anlatmak gerekir bazen. Halid (ra)’den önce Velid’in gölgesi düştü çünkü dünyaya. Putlara ve geleneklere bağlı zengin bir tüccar Velid. Mahzumoğulları’ndan. “Idlu Kureyş/Kureyş’in Dengi” olarak anılıyor; çünkü bir yıl o, bir yıl Kureyş’in tamamı değiştiriyor Kâbe’nin örtüsünü. Tek başına Kureyş’in tamamına denk Velid. İrade sahibi, kendine şarap içmeyi yasaklıyor mesela cahiliye çağında, Kâbe’ye girerken ayakkabılarını çıkartıyor. Fakat iradesi şirk elbisesini üzerinden çıkartmaya yetmiyor. Hz. Muhammed (sav)’in davetine icabet edemeden ayrılıyor dünyadan, Kureyş’in akıl hocalarından biri olarak.
Mahzumoğulları Kureyş’in askeri gücünün merkezinde. Süvari birlikleri onlardan soruluyor. Ata binmeyi, ok, yay, mızrak, kalkan ve kılıç kullanmayı onlardan öğrendi Halid (ra). Ukaz panayırındaki güreş müsabakalarında yendi akranlarını. Ömer (ra) de yendiği gençler arasında.
Bedir gazvesi felaketi oldu Mahzumoğulları’nın. Yirmi dört kişi öldü, on kişi esir düştü kabileden. Esirlerden biri de babasının adını taşıyan kardeşi Velid. Savaştan sonra diğer kardeşi Hişam’la birlikte Medine’ye giden Halid (ra), fidyesini ödeyerek kurtardı Velid’i esirlikten. Ancak onu Mekke’ye götürmeyi başaramadı. Müslüman olmaya karar veren Velid, yolda ağabeylerini bırakıp Medine’ye kaçtı. Halid (ra) peşine düşüp yakaladı onu Medine’de ve Mekke’ye götürüp hapsetti. Fakat Velid ne yapıp edip kurtuldu hapsedildiği yerden. Hürriyeti Rasûlullah (sav)’ın yanında tatmıştı çünkü. Hz. Peygamber, müşriklerin elinde esir bulunan Ayyaş b. Ebu Rebîa ve Seleme b. Hişam’ı kurtarma göreviyle Mekke’ye gönderdi onu. Böylece yalnız hürriyetine kavuşmadı, hürriyete de kavuşturdu Velid.
Her ok atışında, “Ben Ebû Süleyman’ım!” diye çınlatıyordu Uhud’u Halid (ra). Ayneyn Tepesinin önemini fark ettiğinden Müslümanları arkadan kuşatmanın bu tepeyi zapt etmekten geçtiğini düşünüyordu. Bu yüzden savaşın başında defalarca Ayneyn’e saldırmış, her seferinde Müslüman okçuların direnişi karşısında geri çekilmişti süvarileriyle. Dırar b. Hattab, bir ara tepenin boşaldığını görüp “Ebû Süleyman! Arkana bak!” diyerek Halid b. Velid (ra)’i uyarmış, okçuların yerlerinden ayrıldıklarını gören Halid (ra) sevinçle hücuma geçmişti o yöne doğru. Abdullah b. Cubeyr ve emrindeki on Müslüman okçu şehit oldu orada. Arkadan kuşatılan Müslümanlar’da bozgun.
Hendek Gazvesi’nde Ebû Süfyan’ın komuta ettiği on bin kişilik Kureyş ordusunun süvari birliğinin komutanıydı Halid (ra). Ahzab gazvesi de denilen bu savaşta Kureyş başta olmak üzere, Gatafanoğulları, Fezâre ve Eşcaoğulları, Süleymoğulları, Murreoğulları, Kinâne ve Sakîf gibi Arap kabileleri ile Benî Nadîr ve Benî Kureyza Yahudileri Hz. Peygamber’e karşı ittifak kurmuşlar, bu birlik Kur’ân’ın otuz üçüncü suresinin adına “Ahzab/Hizipler” olarak yansımıştı. Şer ittifakı hendeklerin önünde aciz düştü. Halid (ra)’in kuvvetleri Hz. Peygamber’in çadırı hizasındaki bölgeden şiddetli bir saldırıya giriştiyse de gece yarısına kadar devam eden bu saldırıdan sonuç alınamadı. Mekke’ye gerisin geri dönen Kureyş ordusunun arkasını emniyete alma vazifesi Amr b. Âs’la beraber Halid b. Velid (ra)’e verilmişti.
Hicretin altıncı yılında bir başka tepe girdi Halid (ra)’in hayatına. Umre için Hudeybiye’ye gelen Hz. Peygamber ve Müslümanları Mekke’ye sokmak istemeyen Kureyşliler’in seçtiği bir suikast mevkisiydi Gamîm ve oraya yerleştirdikleri iki yüz kişilik süvari birliğinin başına Halid b. Velid (ra)’i geçirmişlerdi. Manzarayı değil, peygamberlerinin arkasında öğle namazını kılan Müslümanları seyrediyordu Halid (ra). Ansızın hücum etmek işten bile değildi. İbadet halinde olduklarından savunmasızdılar. Fakat duruşları hiç de öyle göstermiyordu. Kendilerinden emin bir halleri vardı. İçine bir şüphe düştü Halid (ra)’in. “Bulunmaması gereken bir yerde bulunduğunu” hissettiğini anlatmıştı yıllar sonra o ânı paylaşırken. Askerlerine saldırıyı bir başka namaz vaktine ertelediğini söyledi. Sonra pişman oldu bu kararından, “Onlar savunmasızdılar, keşke saldırsaydık. Bir kısmını öldürürdük. Fakat zararı yok, nasılsa canlarından ve çocuklarından fazla sevdikleri namazın vakti tekrar gelecektir” diyordu.
İkindi namazını zor bekledi Halid (ra). Fakat o da ne! “Korku namazı/Salâtu’l- havf” kıldırmaya başladı Rasûlullah (sav) arkadaşlarına. Halid (ra)’in cümleleriyle hissedelim o sahneyi: “... İçimizden geçenleri sezdi de ashabına ikindiyi korku namazı şeklinde kıldırdı. İşte o vakit hakikat ortaya çıktı benim için: Kendi kendime ‘Bu adam korunmuştur!’ dedim.” [1] Küfür ateşinin bir anlığına söndüğü bu hâl yüzünden saldırmadı Halid (ra) Müslümanlara. Ancak yine de umre için izin vermedi Müslümanlara Kureyş, Mekke’ye giremedi Hz. Peygamber. Bir anlaşmayla döndü Hudeybiye’den, “Feth-i Mubîn/Apaçık fetih”in [2] anahtarıydı bu anlaşma. Her ne kadar Müslümanlar o yıl Kâbe’yi ziyaret etmeyeceklerse de ertesi yıl umreye geldiklerinde Kureyşliler üç gün boşaltacaklardı Mekke’yi. Mekke’ye iltica edenler Medine’ye iade edilmeyecek ancak Medine’ye iltica eden Mekkeliler Kureyş’e geri verilecekti. Diğer kabileler istedikleri tarafla anlaşma yapmakta serbestlerdi. On yıllık bir anlaşma lehlerine göründüğünden Kureyşliler zafer havası içindeydiler. Oysa Hudeybiye’de Halid (ra)’in kalbi fethedilmişti. Onlarca İslam fethinin komutanı olacak Halid (ra)’in kalbi. Henüz İslam’a girmese de sarsılmıştı Halid (ra), “Geriye ne kaldı? Gidiş nereye? Necâşî’ye mi? O da Muhammed’e tabi oldu. Ashabı onun yanında emniyet içindeler” diyordu kendi kendine.
Fakat alışkanlıklardan kopmak kolay değildi. Rasûlullah (sav) “Umretu’l- Kaza/Kaza Umresi” için Mekke’ye geldiğinde O’nu görmemek için Mekke’den ayrıldı Halid (ra). Hz. Peygamber’le beraber Mekke’ye gelen Halid (ra)’in kardeşi Velid (ra) ağabeyini bulamayınca bir mektup bıraktı ona:
“Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
İslâm’dan yüz çevirip uzaklaşmanı hayretle karşılıyorum. Senin gibi akıllı bir adamın İslam gibi bir dini tanımaması ne garip! Resulullah “Halid nerede?” diye sorunca, “Allah onu getirecektir” diye cevap verdim. Bunun üzerine Hz. Peygamber şunları söyledi: “Onun gibi bir insanın İslam’ı tanımaması ne tuhaf! Keşke o gayret ve kahramanlıklarını, Müslümanların yanında müşriklere karşı gösterseydi, ne kadar hayırlı olurdu kendisi için. Biz de kendisini başkalarına tercih ederdik.” Kardeşim! Birçok hayırlı fırsatı kaçırdın, seni bekleyen fırsatı artık kaçırma!” [3]
Hz. Peygamber’in hakkında söylediklerini okuyan Halid (ra)’in içi sevinçle dolmuş, Mekke’den ayrılma düşüncesi kök salmaya başlamıştı kalbinde. O günlerden şöyle söz ediyordu sonraları, “O sıralarda rüyamda kendimi sıkıntılı, dar ve susuz bir yerden, geniş ve yeşillikli bir yere çıkmış gördüm. Kendi kendime, işte bu rüya gerçektir dedim. Medine’ye geldiğimde, rüyamı Ebû Bekir’e yorumlatırım diye düşünüyordum. Rüyamı anlattığımda şunları söyledi; ‘Senin çıktığın yeşil yer, Allah’ın seni hidayete erdirdiği yerdir; sıkıntılı yer ise şirk üzere bulunduğun yer.’”
Halid (ra), Osman b. Talha’yla Medine’ye gitmek üzere yola çıktı. Hedde mevkisinde Amr b. Âs’a rastladılar ve hep beraber mesafe katettiler aydınlık şehre doğru. Nihayet menzillerine ulaştılar ve en güzel elbiselerini giyip huzura çıkmaya hazırlandılar. Kardeşi, “Haydi acele et! Geldiğini haber vermişler, çok memnun olmuş, sizi bekliyor!” diyordu heyecanla ağabeyine. Hızlı hızlı yürüyerek Mescid-i Nebevî’ye girdi Halid (ra). “Önünde duruncaya kadar bana bakıp tebessüm etmeye devam etti” diyerek betimledi sonraları o ânı. Hz. Peygamber, huzurunda kelime-i şehadet getiren Halid (ra)’e şöyle dedi: “Seni doğru yola ulaştıran Allah’a hamdolsun! Senin yalnızca hayra ulaştıracağını umduğum bir aklın olduğunu biliyordum.” Halid (ra), günahlarının bağışlanması için dua istedi Hz. Peygamber’den. “İslâm daha önceki günahları siler” cevabını verdi Nebî. Halid (ra), “Öyle de olsa” diyerek dua etmesini istedi yeniden Rasûlullah (sav)’tan. Aynı cevabı alınca, “Öyle de olsa ya Rasûlullah dua buyursanız” diye ısrar etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber arzusunu gerçekleştirdi Halid (ra)’in: “Allah’ım! Daha önce yaptıklarından dolayı Halid’i bağışla!” [4]
Müslüman olmadan önce on dokuz yıl savaşmıştı İslam’la Halid (ra); Müslüman olduktan sonra ölene kadar savaştı Müslümanlarla savaşanlarla. On dört yıl taşıdığı unvanın hakkını vermeye çalıştı: Allah’ın Kılıcı. Hz. Peygamber askeri dehasına tam olarak tanık olmadan “Allah’ın kılıcı” unvanını vermişti Halid (ra)’e. [5] Bu Kâinatın Efendisi’nin sezgilerine işaret ettiği gibi gizli bir duaydı belki de.
Ka’b b. Umeyr el-Gıfârî (ra)’nin başında olduğu on beş kişilik bir tebliğ heyetinin Hz. Peygamber tarafından Zatu Atlah bölgesine gönderilip orada oklanarak şehit edilmeleriydi Mute gazvesini tutuşturan. Ka’b (ra) yaralı olarak kurtulmayı başarıp Medine’ye döndüğünde olanları anlatmış, Rasûlullah (sav) bu zulme seyirci kalmayacağını belirtmekle birlikte Müslümanların ilkelerinden taviz veremeyeceğini anlatmıştı ashabına.
Mute savaşına gönderirken savaş fıkhını öğretiyordu komutanlarına Hz. Peygamber; İslam’ı kabul edenlerle savaşmamalarını, sözlerinde durmalarını, aşırı gitmemelerini, çocukları, kadınları, yaşlıları ve manastırlara çekilmiş münzevileri öldürmemelerini, hurmalıklara zarar vermemelerini, ağaçları kesmemelerini ve binaları yakmamalarını emrederek yeryüzünün en şefkatli savaşçılarını hazırlıyordu fetihler için. [6] Bu savaşta Halid b. Velid (ra) komutan değil, neferdi. Üç bin kişilik bu orduya “Ceyşu’l-Umerâ/Komutanlar ordusu” denilmişti üç komutana işaret edildiğinden. Zeyd b. Hâris (ra) ölürse Cafer b. Ebî Tâlib (ra), o ölürse Abdullah b. Revâha (ra) komutanlık edecekti orduya, o da şehit olursa aralarından komutan seçeceklerdi. Böyle emretmişti Hz. Peygamber orduyu uğurlarken. [7]
Üç komutanın sırayla şehadetinden sonra ordu dağılmaya başladı. Bedir ehlinden Sâbit b. Akram (ra), Hz. Peygamber’in Zeyd b. Hârise (ra)’ye teslim ettiği beyaz sancağı alıp geri çekilen Müslümanların önüne geçti; sancağı yere dikerek, “Ey Ensar! Ey insanlar!” diye bağırdı. Bunun üzerine askerler sancağın etrafında toplanmaya başladılar. Sâbit (ra), şu uyarıda bulundu onlara: “Müslümanlar! Aranızdan birisinin kumandanlığında anlaşınız!” Askerler, “O sensin!” dedilerse de “Ben bu işi yapamam!” diye kabul etmedi Sâbit (ra). Sonra Halid b. Velid (ra)’e bakarak, “Ey Ebû Süleyman, sancağı al!” diye bağırdı. Müslüman bir nefer olarak ilk savaşına katılmış olan Halid b. Velid (ra), yaşlı ve tecrübeli bir Bedir gazisi olan Sâbit’in komutanlığının daha doğru olduğunu söylediyse de Sâbit (ra), “Ey kahraman, sancağı al! Allah’a ant olsun ki ben onu sana vermek için almıştım” dedi. Sonra Müslümanlara dönerek, “Halid’in komutanlığında anlaşıyor musunuz?” diye sordu. Müslümanlar Halid (ra)’de ittifak ettiler.
Halid (ra) sancağı aldıktan sonra orduyu geri çekerek toparladı. Düşmanın sayıca üstünlüğüne karşı psikolojik bir harekâta girişen Halid (ra), geceleyin ordunun sağ kolundaki askerleri sola, sol kolundakileri sağa, öndekileri arkaya, arkadakileri öne alarak toz duman ve gürültü çıkartarak takviye almış izlenimi uyandırdı. Ve sabahleyin erkenden saldırdı Rumlara. Dokuz kılıç parçalandı elinde Halid (ra)’in o gün. Bizanslılar bozguna uğratıldı. Karşılarında değişik askerleri görünce şaşırmışlar, ani hücumları karşısında gece yardım aldıklarını düşünmeye başlamışlardı.
Halid (ra)’in hedefi düşmanın moralini bozduktan sonra İslam ordusunu güvenlik içinde geri çekmekti. Başında bulunduğu ana birlikler şiddetli bir şekilde savaşırken sağ ve sol koldaki birlikler ağır ağır çekilmeye başladı. Daha sonra merkezdeki birlikler de çekildi. Düşman askerleri Müslümanları takip etmeye cesaret edemediler.
Hz. Peygamber, mucizelerinden biri olarak Mescid-i Nebevî’de ashabına olanları bir pencereden seyreder gibi bildiriyordu: “...Abdullah b. Revâha’dan sonra sancağı Halid b. Velid aldı. İşte şimdi tandır tutuştu (savaş kızıştı).” Sonra iki parmağını kaldırarak, “Ey Allah’ım! O senin kılıçlarından bir kılıçtır! Ona yardım et!” diye dua buyurdu. Buharî’nin rivayeti ise şöyledir: “Sancağı Zeyd aldı, öldürüldü; sonra onu cafer aldı, o da öldürüldü; sonra sancağı Abdullah b. Revâha aldı, o da öldürüldü. Bunları haber verirken, Rasûlullah’ın gözlerinden yaşlar akıyordu. Sonra sancağı, emir tayin edilmemiş olan Halid b. Velid aldı; ona fetih müyesser oldu.” [8] Halid (ra) bu savaşta, İslam ordusunu Bizans ordusunca imha edilmekten kurtarmıştı. Bir insanı diriltmek bütün insanlığı diriltmek anlamına geliyordu madem, İslam ordusunu yok olmaktan kurtarmak neden fetih olmasındı!
Hz. Peygamber’in komutanlığındaki ilk seferi Mekke’nin fethiydi Allah’ın Kılıcı’nın. Ordunun öncü birliği Süleym kabilesindendi ve bin kişilik bölüğün başında Halid b. Velid (ra) vardı. Halid (ra) uzaktan görününce, Hz. Peygamber Ebû Hureyre (ra)’ye, “Bu gelen kimdir?” diye sormuş, “Halid b. Velid’dir” cevabı üzerine, “Bu gelen Allah’ın iyi kullarından biridir” buyurmuştu. Uzaktan görünen adamı merak eden yalnız Hz. Peygamber değildi. Ebu Süfyan da ilk birliği görünce Hz. Abbas’a komutanını sormuş, “Halid b. Velid” cevabını alınca, “Çocuk ha!” diyerek şaşkınlığını gizleyememişti. Halid b. Velid (ra) ise birliğinin başında Ebû Süfyan’ın hizasından geçerken hakkında konuşulanlardan habersiz üç kez, “Allahuekber!” diye tekbir getiriyordu.
Hz. Peygamber Mekke’yi sulhla, kan dökülmeksizin teslim almak istiyordu. Ancak Handeme mevkisinde şiddetli bir mukavemetle karşılaştı Halid (ra) ve onu bertaraf etti. Fakat kaçanları takip etmeyerek kendi hallerine bıraktı. Hz. Peygamber’in fethi intikam günü değil, merhamet günüydü. Bu yüzden şöyle seslenmişti Allah’ın Elçisi Mekkelilere: “Öyle ise ben de Yusuf’un kardeşlerine dediği gibi söylüyorum: Bugün size kınama yok... Haydi, gidiniz, serbestsiniz!” [9]
Mekke’nin fethinden sonra Kureyş’in en önemli putlarından Uzza’yı yıkma görevini Halid (ra)’e verdi Hz. Peygamber. Otuz süvariyle Uzza’yı yerle bir eden Halid (ra) dönüşte bir hatırasını anlattı Peygamber’e: “Ben babamın seçtiği deve ve koyunları Uzza’ya götürüp kurban ettiğini, orada üç gün kalıp yanımıza döndüğünü görürdüm. Şimdi babamın ne üzerine ölüp gittiğini, hangi anlayış içerisinde yaşadığını, görmeyen, işitmeyen, zararı ve faydası olmayan bir taş için kurban kesecek kadar aldanmış olduğunu düşünüyorum.” Hz. Peygamber’in son askeri seferi olan Tebük Seferi’nde Dûmetu’l- Cendel’de bulunan Vedd adlı putu yıkma görevi de Halid (ra)’e verilmişti.
Fetihten sonra Mekke çevresindeki kabileleri İslam’a davet eden seriyyelerden birinin başında yine Halid b. Velid (ra) vardı. Benî Cezîme olayında Halid (ra)’in, söz oyunu yaparak şirklerini gizlediklerini düşündüğü otuz esiri öldürtmesi Hz. Peygamber’i büyük bir üzüntüye sevk etmiş ve “Allah’ım! Halid b. Velid’in yaptığından sana sığınırım!” [10] diye dua ettikten sonra Hz. Ali’yi Benî Cezîme’ye göndererek ölenlerin yakınlarına diyet ödetmiş, mal zararlarını karşılamıştı. Şiddetle kınamasına rağmen niyetinde bir bozukluk görmediği için komutanlık görevinden azletmedi Halid (ra)’i Rasûlullah (sav).
Hz. Peygamber’in başkomutanlığında yapılan Huneyn Gazvesi’nde öncü birliğin komutanı da Halid (ra)’di. Müslümanlar, sayılarına güvenerek gevşediklerinden başta bozguna uğramışlar, Halid (ra) de önce kaçıp sonra geri dönenler arasında yerini almıştı. “And olsun ki Allah, birçok yerde ve çokluğunuzun size kendini beğendirdiği, fakat size faydası olmadığı, bütün genişliğine rağmen yeryüzünün dar gelip de arkanızı dönüp kaçtığınız Huneyn savaşında size yardım etmişti” [11] ayeti kalplerdekini açığa çıkarmış, Müslümanlar bu aynaya bakıp kendilerine çekidüzen vermişlerdi. Savaşta yaralanan Halid (ra)’in sağlığını merak eden Hz. Peygamber, “Halid’in yerini bana kim gösterecek?” diye sormuş, onu devesine yaslanmış bir şekilde istirahat ederken bulmuş, yarasına bakıp şifa nefesiyle dua etmişti Halid (ra)’e. [12]
Rasûlullah (sav)’la beraber katıldığı son gazve Tebük’tü Halid b. Velid (ra)’in. Ancak bu seferde savaş olmamış, Hz. Peygamber, bir askerî birliğin başında Dûmetülcendel’e, Ukeydir b. Abdülmelik’in üzerine göndermişti onu. Görevinden yüz akıyla dönen Halid (ra)’e, bir başka davet vazifesi verdi Hz. Peygamber: Necran’daki Hâris b. Kâ’b kabilesini İslâm’a çağıracaktı bu kez. Halid (ra), kabilenin Müslüman olduğunu, bundan sonra ne yapması gerektiğini Rasûlullah (sav)’a yazdığı bir mektupla sormuş, aldığı yazılı emir üzerine kabileden bir heyetle Medine’ye dönmüştü. Heyet mensuplarını evinde on gün kadar ağırlayan Halid (ra) yalnız dünya değil, ahiret azığını da paylaşmıştı onlarla.
Veda Haccı’nda Hz. Peygamber’in yanındaydı Halid (ra). Rasûlullah (sav) başını tıraş edince ona kâkülünden vermiş, hayatı boyunca bu saç tellerini sarığının içinde muhafaza etmişti. Yermük Savaşı’nda sarığı düşünce, “Sarığım! Sarığım!” diyerek telaşlanmış, etrafındakiler, “Ey Ebû Süleyman! Savaşın en şiddetli ânında sarığı aramanın sırası mı!” diye şaşkınlıklarını ifade edince Halid (ra), “Sarığımda Rasûlullah’ın mübarek saçları vardır; ben o başımdayken birine hücum ettiğimde direnemez. Onun için sarığımı arıyorum” cevabını vermişti. [13]
Müslüman olduktan sonra üç yıl kılıcını Hz. Peygamber’in emrine veren Halid (ra), Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer döneminde kınına koymadı kılıcını. Hz. Peygamber’in ahirete göç edişinden sonra yalancı peygamberler türemiş, Hz. Ebû Bekir, bu irtidad hareketlerine karşı dört bin kişilik bir ordu hazırlayarak başına Halid b. Velid (ra)’i geçirmişti. İşte Hz. Ebu Bekir’in, Halid (ra)’i savaşa gönderirken kurduğu cümle: “Şereften kaç ki şeref seni takip etsin; ölümü arzu et ki sana hayat verilsin!”
Yalancı peygamber Tuleyha’yla savaşında bir ara Müslümanlar dağılınca atından inip askerlerin arasına karıştı Halid (ra). “Ey Ensar topluluğu, haydi Allah Allah!” diyerek yüreklendirdi orduyu. Halid (ra)’in yaya savaştığını gören Müslümanlar, “Allah Allah, sen ordunun kumandanısın, ilerlemen ve ortaya çıkman doğru değildir” diye onu uyardılar. Halid (ra) ise şu cevabı verdi onlara: “Vallahi dediklerinizi biliyorum, ancak Müslümanların çekilmesi karşısında, korkarak beklemeyi doğru bulmuyorum!”
Buzâha’da yapılan bu savaşı kazandı Müslümanlar; yalancı peygamber Tuleyha b. Huveylid sırra kadem bastı. Tuleyha’nın adamlarından biri yenilgiden sonra arkadaşına şöyle diyordu: “Niye yenildiğimizi ben sana söyleyeyim. İçimizde arkadaşının kendisinden önce ölmesini istemeyen bir tek kişi yoktur. Hâlbuki biz öyle bir toplulukla karşılaştık ki her biri arkadaşından önce ölmeye can atıyor!”
Sahte peygamberlerin ardı arkası kesilmiyordu. Secah adındaki bir kadın da bu kafileye katılmış, ancak Halid (ra)’in mürtedlere aman vermediğini görerek bir başka sahte peygamber olan Museylimetulkezzab’ın yanına giderek onunla evlenmişti. Karı-koca iki peygamberi etraflarına açıklamakta zorluk çekeceklerini düşünmüş olacak ki peygamberlik iddiasından vazgeçmişti Secah. Sıra, vahiy aldığını iddia eden Müseylime’deydi. Butâh’tan Yemâme’ye hareket eden Halid (ra), Müseylime ve kabilesinin Akrabâ adlı yerde buluştuğunu haber alarak baskına uğrattı mürtedleri. Vahşi, Müseylime’yi öldürdü. Halid (ra)’in kazandığı bu zaferin bedeli altı yüz şehitti.
İsyanlar bastırıldıktan sonra Halid (ra)’i, Sasani İmparatorluğu ile savaşmakta olan Müsennâ b. Hârise’ye yardım etmesi için Irak’a gönderdi Hz. Ebû Bekir. Hz. Peygamber ile yaptığı antlaşmayı bozan Ükeydir b. Abdülmelik’in yola getirilmesini istiyordu aynı zamanda Halid (ra)’den. Bundan sonra Suriye’ye geçebilirdi. Halid (ra), Dûmetu’l-Cendel’i ikinci kez fethettikten sonra yetmiş mil uzaklıktaki Kurâkır’a gitti. Sekiz yüz kişilik bir süvari birliğini Râfi‘ b. Âmire’nin kılavuzluğunda içinde hiç su bulunmayan Süvâ çölünden beş günde geçirebilmesi, askeri dehasının ve cesaretinin en parlak belgelerinden biriydi. Çölün orduyla geçilemeyeceğini söyleyen Râf‘i’ye şöyle haykırmıştı Halid (ra): “Yazıklar olsun sana! Allah’a yemin olsun ki geçmek zorundayım çölü. Müminlerin Emiri’nin buyruğudur bu!”
Halid (ra)’in kararlığından korkan Râfi‘, yirmi semiz deve istedi Müslümanlardan ve onları, iyice susayana kadar susuz bıraktı. Sonra suyun başına getirdi onları ve kana kana içmelerini sağladı. Bir günlük yolculuktan sonra bu develerden dördü kesilerek karınlarındaki sular alındı ve atlara içirildi. Askerler de yanlarına aldıkları suları içtiler. Dört gün aynı işlemler tekrarlanarak devam edildi yolculuğa. Bir şairin mısralarına şöyle yansıdı bu ölümcül yolculuk:
Allah için söyleyin
Kurakır’dan Süva’ya bizi götüren
Râfi‘nin gözleri ne kadar keskin!
Geçmeye çalışanları korkudan ağlatan bir çöldür bu
Vaki değildir senden önce kimsenin geçtiği.
Halid (ra) büyük ve kalıcı fetihler armağan etti insanlığa. Müslümanlar dünyayla tanışarak sahip oldukları güzellikleri, fethettikleri yerlerin halkıyla paylaştılar. Bir kez niyet etsin yeter, sessizliğiyle de teslim alıyordu beldeleri Halid (ra). Enbar kalesinden ok yağdırınca İranlılar, ok menzilinin dışından gerçekleştirmişti kuşatmayı. Müslümanların sessizce beklemeleri Acemleri şaşırtmış, bir süre sonra da endişeye sevketmişti. Nihayet bu bekleyişin ruhen yorduğu Şirzad barış teklifinde bulundu. Halid (ra) şartları beğenmediğinden kabul etmedi anlaşmayı ve beklemeye devam etti. Bir ara yiyecek sıkıntısı çekmelerine rağmen sabırla sürdü bekleyiş. Sonunda Şirzad bir kere daha teklif etti barışı. Böylece Enbar, sulhla ele geçirilmiş oldu. Fakat her zaman sessizlik yetmiyordu. Suriye-Arabistan çölünün birleştiği yerde kurulmuş önemli bir ticaret merkezi olan Aynuttemr’i kılıç şakırtıları içinde kazandı Halid (ra). Basra körfezinden Aynuttemr’e uzandı fethedilen topraklar.
Aynuttemr, Hasîd, Hanafis, Senâ, Bişr, Firaz derken Şam’a geldi sıra. Durmak bilmiyordu Halid (ra). Ömür kısa fethedilecek yerler çoktu. Ecnadin’in ele geçirilmesinden sonra Dımaşk/Şam kuşatıldı. Üç aylık bir muhasaradan sonra fethedildi Dımaşk. Rumlar büyük patriklerden birinin oğlunun doğumu dolayısıyla eğlenceye dalmışlar, Müslümanlar bu sırada surlara halatlar atarak ele geçirmişlerdi kaleyi. Rumlar daha sonra Fahl ve Humus’ta şanslarını yeniden denemek istemişlerse de Halid (ra), her iki mevkide de yeni hezimetlere uğratmıştı Bizans’ı.
Müslümanların art arda kazandığı zaferler Rumlara korku salmış, yeni bir ordu oluşturmak için köy köy, kilise kilise dolaşarak adeta seferberlik ilan etmişlerdi. Nihayet Yermuk’ta karşı karşıya geldi ordular. Halid (ra)’in, otuz altı bölüğe ayırdığı İslam ordusunun her bölümünün başında ayrı bir komutan bulunuyordu.
Yermuk Savaşı’nda Rum komutanı Cerece, Halid b. Velid (ra)’i görmek istedi. Saflarından ayrılarak yan yana geldiler. Atlarının boyunları neredeyse birbirine değecekti. “Halid (ra), bana doğruyu söyle, hür kimse yalan söylemez” diye başladı söze Cerece ve sordu; “Tanrı peygamberinize gökten bir kılıç indirmiş, O da sana vermiş kılıcı. Karşında kimse tutunamazmış o kılıcı çektiğinde. Doğru mu?” “Hayır” dedi Halid (ra). “Peki, sana neden Allah’ın kılıcı deniyor?” Halid (ra)’in uzun uzun anlatacak zamanı yoktu. Fakat hakikati duymaya ihtiyacı vardı Cerece’nin. Allah’ın, toplumlarına bir peygamber gönderdiğini ve toplumun bu çağrı karşısında ayrıştığını belirttikten sonra şöyle dedi Halid (ra), “Ben yalanlayıp uzak duranlar arasındaydım. Daha sonra Allah gönüllerimizden, perçemlerimizden tutarak bizi hidayete eriştirdi. Biz de O’na bağlılık sözü verdik. İşte o vakit bana, ‘Sen Allah’ın kılıçlarından bir kılıçsın’ dedi.” [14] Cerece, “Bana İslam’ı öğret!” deyinceye kadar sorularını cevaplamaya devam etti Halid (ra). Sonra onu çadırına götürdü. Üzerine bir kırba su döktükten sonra kendisine iki rekât namaz kıldırdı. Rumlar Cerece’nin Halid (ra)’le döndüğünü görünce Müslümanlara öyle bir saldırdılar ki birkaç birliğin dışında geri çekilmek zorunda kaldı Müslümanlar. İşte o vakit Halid (ra)’le Cerece atlarına binip orduyu hücuma geçirdiler. Rumlar önce eski yerlerine çekildi. Sonra Müslümanların üzerlerine yürümesiyle kılıç kılıca bir savaş başladı. Halid (ra)’le Cerece şafaktan gün batımına kadar kılıç salladı. Cerece şehid düştü. Müslüman olduktan sonra kıldığı tek namazdı, Halid (ra)’in çadırında kıldığı iki rekât.
Bir asker savaşta, “Rumlar ne kadar çok, Müslümanlar ne kadar az” deyince, “Aksine Rumlar ne kadar az, Müslümanlar ne kadar çok! Askerin çokluğu ve azlığı zaferiyle ölçülür. Düşmanı yenen az asker çok, mağlup olan büyük ordu da az sayılır” diye cevap vermişti Halid (ra).
“Ben harp meydanında cihattan ve mücadeleden aldığım zevki düğün gecesinden dahi almadım” diyen bir adamın hayatında askerlik dışında bir şey olmayacağı düşünülse de doğru değildi bu. Zira bir insandı o her şeyden önce. Yüzünde çocuk yaşta yakalandığı çiçek hastalığından kalma izler olmasına rağmen yakışıklı bir adamdı Halid (ra). Evlendi, çocukları oldu. Kendisine tahsis edilen küçük bir evde oturdu. Evin darlığından şikâyet edince, şu cevabı aldı Rasûlullah (sav)’tan: “Binayı semaya doğru yükselt ve Allah’tan da genişlik iste.”
Savaşmaktan başka da sorumlulukları vardı Halid (ra)’in. Bir tulum şarapla yanından geçen adama, “O nedir?” diye sordu bir gün. Adam, “Bal” dedi. Halid (ra), “Allah’ım onu sirke yapıver” diye dua etti. Adam arkadaşlarının yanına döndüğünde , “Size öyle bir şarap getirdim ki Araplar onun gibisini içmemiştir” diyerek tulumun ağzını açtı. Baktılar ki sirkeye dönüşmüştü şarap. Adamın dudaklarından, “Vallahi Halid’in duası değdi!” cümlesi dökülüverdi.
Siyaset, karakteriyle bağdaşmıyordu Halid (ra)’in. Kararlarında ve görüşlerinde ısrar eder, kolay kolay geri adım atmazdı. Başına buyruk mizacı yüzünden zaman zaman arkadaşlarıyla çekişirdi. Ammar b. Yasir (ra)’le tartışırken sert konuşunca Rasûlullah (sav)’a şikâyet etmişti Ammar Halid (ra)’i. Hz. Peygamber, “Halid (ra), Ammar’a ilişme! Çünkü Ammar’a buğzedene Allah buğzeder, Ammar’a lanet okuyana Allah lanet eder” [15] buyurmuş, Ammar (ra)’ın şikâyetini ağlayarak bir kez daha tekrarlaması üzerine bu kez Ammar’ı uyarmıştı: “Bir insan kin tutarsa Cenab-ı Hak da ona kin tutar.” Bu uyarılar üzerine barışmıştı iki dost.
Hz. Ebû Bekir, Halid (ra)’in azli için birçok kere Hz. Ömer’le istişare etmiş, her defasında Hz. Ömer muhalefet ederek azle mani olmuş, “O Allah’ın kılıcıdır, bu kılıcı kınına sokmak doğru değildir” demişti. Fakat bir gün kendisi azletti onu. Hem de bir kuşatma sırasında. Halid (ra)’in azledildiğini, kendisinin onun yerine kumandan olarak atandığını bildiren mektup Ebû Ubeyde (ra)’ye daha önce gelmiş olmasına rağmen, o mektubu Halid (ra)’e okumaktan utanarak şehrin fethini bekledi. Sulh Halid (ra)’in adına yapıldı. Anlaşma onun ismine yazıldı. Bundan sonra Ebû Ubeyde, kendisinin kumandanlığını ve Halid (ra)’in azledildiğini ilan etti. Sert tabiatına rağmen azli olgunlukla karşılamış, işini bitirip emre teslim olmuştu Halid (ra).
Başkomutanlıktan azledildikten sonra da Halid b. Velid (ra) bir nefer olarak İslam için savaşmaya devam etti. Ebu Ubeyde (ra)’nin komutasında hareket etmekten asla yüksünmedi. Dımaşk kuşatması sırasında Ebu Ubeyde Halid (ra)’e, “İnsanlara namazı kıldır; sen buna layıksın; çünkü bana yardım için geldin” demiş, bu teklif üzerine Halid b. Velid (ra), “Kendisi hakkında Rasûlullah’ın, ‘Her ümmetin bir emini vardır, bu ümmetin emini ise Ebu Ubeyde’dir’ buyurduğu bir insanın önüne geçip de namaz kıldırmam” diye cevap vermişti. [16]
Ebû Ubeyde (ra), Suriye’deki fetihlerine devam ederken Halid b. Velid (ra)’i Maraş’a gönderdi. Maraş kalesini kuşatan Halid (ra), halkın kaleyi boşaltmasını istedi. Daha sonra da kaleyi yıktırdı. Bizans İmparatoru Heraklius’un askeri üslerinden biri daha devre dışı bırakılmış, fethedilen bölgelerin çevresi emniyet altına alınmış oldu.
Hz. Ömer halifeliğinde vali ve komutanlar başta olmak üzere görev verdiği herkesi kontrol ederdi. Halid (ra) ise bir komutan olarak sahada bazı tercihleri yapma hakkının olduğunu düşünerek zaman zaman halifeden bağımsız kararlar alırdı. Bu yüzden Hz. Ömer savaş ganimetlerinin dağıtımında Halid (ra)’in tercihlerini uygun bulmamış, görevinden azlettikten sonra yanına çağırarak bu konuda bilgisine müracaat etmişti. Ancak Halid (ra)’in hakkında yanlış bir kanaat oluşmasını engellemek için hakikate işaret etmekten geri durmamıştı mektuplarında: “Ben Halid’i, ona kızdığımdan veya ihanetinden dolayı azletmiş değilim. Fakat insanlar onun yüzünden sınandılar. Ben onların yalnız Halid’e güvenmelerinden ve onun yüzünden hesaba çekileceklerinden korktum. İstedim ki onlar, her şeyi yapanın Allah olduğunu bilsinler ve böylece fitneye maruz kalmasınlar.”
Ebû Ubeyde (ra)’nin vefatından sonra başka bir komutanın emri altına girmeyen Halid b. Velid (ra), Humus’ta öldü. Ölüm döşeğinde şöyle dediği anlatılır:
“Amellerim arasında ‘Lâ ilâhe illallah’tan sonra, sağanak halinde yağan yağmur altında kalkanım elimde kâfirlere baskın yapmak için sabaha kadar beklediğim bir geceden daha ümit verici bir amelim yoktur... Onlarca harbe katıldım. Bedenimde savaş yarası almamış bir karış yer yoktur. Ya bir ok ya bir kılıç ya bir mızrak... Savaşta öldürülmek isterdim. Fakat bakın halime, develer gibi yatağımda ölüyorum.”
1. ez-Zehebi, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ’: es-Sîretü’n-Nebeviyye, C. 2, s. 115.
2. Kur’ân-ı Kerîm, el-Feth, 1.
3. İbn-i Kesîr, el-Bidâyetü ve’n-Nihâye, C. 6, s. 406.
4. A.g.e., C. 6, s. 408.
5. ez-Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ’, C. 1, s. 209.
6. A. el-‘Akkâd, Mevsû‘atu ‘Abbâs Mahmûd el-İslâmiyye, Beyrut, el-Kitabu’l-‘Arabi, 1971, C. 2, s. 873.
7. İbn-i Asâkir, Târîhu Medîneti Dimeşk, C. 2, s. 8.
8. el-Buhârî, Sahîhu’l-Buhâri, s. 218. (1246. hadis)
9. M. İbn-i Kayyim, Zâdu’l-Ma‘âdi fî Hedyi Hayri’l-‘İbad, ed. Şuayb el-Arnaût, ve Abdülkadir el-Arnaût, Beyrut, er-Risâle, 1998, C. 3, s. 359.
10. el-Buhâri, Sahîhu’l-Buhâri, s. 1277. (7189. hadis)
11. Kur’ân-ı Kerîm, et-Tevbe, 25.
12. İbn-i Hanbel, el-Müsned, C. 14, s. 378. (18982. hadis)
13. ez-Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ’, C. 1, s. 374-375.
14. İbn-i Kesîr, el-Bidâyetü ve’n-Nihâye, C. 9, s. 563.
15. İbn-i Asâkir, Târîhu Medîneti Dimeşk, C. 43, s. 401.
16. ez-Zehebi, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ’, C. 1, s. 12.