Sonpeygamber.info yayın danışmanı H. Hümeyra Şahin, Akşam Gazetesi'nde Mecid Mecidi'nin son filmi "Hz Muhammed: Allah'ın Elçisi" üzerine değerlendirme yaptı.
Vahiy katibi Zeyd b. Sabit (ra)’e Hz. Peygamber’in vefatından sonra O (sav)’nu anlatması söylendiğinde, Zeyd’in söylediği şu cümle dikkate değer; ‘Eğer bütün hallerinden ve sözlerinden sual ederseniz, O (sav) kıyısı olmayan bir denizdir.’
İnsanlığın Efendisi Hz. Peygamber Aleyhisselam'ı anlatmak, tarih boyunca eli kalem tutan her Müslüman’ın zihnini ve kalbini yücelten bir çaba olmuştur. Tarihçi, edebiyatçı, şair ya da yazar, kendi bilgi ve adanmışlığı nispetinde O (sav)'nu anlamaya ve anlatmaya çalışmıştır. Bu nedenle, Hz. Peygamber'i anlatmaya yönelik her çaba değerlidir ama tabiatı itibarıyla bir yönüyle eksiktir.
Dünyada başka kimsenin hayatı Hz. Peygamber'inki kadar çok anlatılmamıştır. Binlerce rivayet, kılı kırk yaran bir çaba ile ele alınmış, O (sav)'nu anlatmak üzere, müstakil bir disiplin olarak 'siyer' ilmi doğmuştur.
Tarihi kaynakların ihtilaflı durumları ya da yorum farkından doğan boşluklar, biraz da müellifin tahayyül sınırları içinde şekillenmiştir.
Bugüne gelindiğinde, artık tarihçi ve edebiyatçıların çabasına senaristleri ve film yönetmenlerini de eklemeliyiz. Her ne kadar Hz. Peygamber ile ilgili, belli başlı prodüksiyon olarak şimdiye kadar sadece Çağrı filmi yapılabilmiş olsa da, Mecidi'nin filmiyle artık sinemanın şekillendirdiği Peygamber algısı konusunda da yeni bir sayfa açılmıştır.
Her şeyden önce şunu ifade etmek lazım ki, Mecidi'nin filminin, uzun bir aradan sonra yapılan ilk film olmasına duyduğumuz takdir hissi, Mecidi'nin eserinin eksiklerini görmemize engel olmamalıdır. Bu filmin, bir başka filme ya da çabaya, hatta çabasızlığa nispetle değil, kendi bağlamında müstakil bir çalışma olarak değerlendirilmesi daha yerinde olur. Öte yandan, filmin, siyer geleneği içinde Peygamber algısını nasıl dönüştürdüğünü tahlil etmek gerekir.
Tarihi bir mevzu söz konusu olduğunda, edebiyatçı ya da senarist metinler arası bir dil kurar. Kurguyu yaparken, yığınla rivayet ve anlatı içinden, bazılarını seçer, bazı şeyleri ise dışarıda bırakır. Bu yönüyle, her tarih çalışması bir yorumdur. Kurguya neyin dâhil edileceği, eser sahibinin kişisel tercihleri, kültürel geçmişi ya da ideolojik yaklaşımı ile şekillenir. Mecidi'nin filmine bu açıdan baktığımızda, doğal olarak senaryoda Mecidi'nin içinden çıktığı kültürün çok derin izleriyle karşılaşırız.
Mecidi'nin bazı ideolojik/politik tercihlerde bulunduğu da göz ardı edilemez. Sözgelimi, Rahip Bahira ile olan sahnenin, manastır içinde, yoğun İsevi etkilerle biçimlendirilmesi tamamen öznel bir 'tercih'tir. Zira tarihi rivayetler o sahnenin, sözgelimi bir ağaç altında, manastır fonda kalacak şekilde kurgulanmasına da imkan verecek esnekliktedir. Elbette bu tercihlerden rahatsız olanlara, kendi doğruları üzerinden bir prodüksiyon yapma gayretine girişmeleri gerektiği söylenmelidir. Zira film, izlenmesini teşvik ya da men etmeyi gerektirecek bir iman konusu değildir.
Ehl-i sünnet geleneği içinde, Hz. Peygamber'i tanıyıp bilen birine dozu kaçmış görünen şeyler, toplamda kültürel bir arka planın ve bazı ideolojik tercihlerin ürünüdür. Filmde Hz. Muhammed (sav)'in yüzü gösterilmemiş olsa da, bedeninin bir surete büründürülmüş olması, çoğumuz için tasvip görmez. Her ne kadar, Mecidi'nin birtakım hassasiyetler gözettiğini fark etmiş olsak da, 'doz iyi ayarlansaydı, film, Hz. Peygamber'in insanlığı dönüştürücü gücü, insani vurguları, sinematografisi ve görsel etkileriyle daha iyi bir film olabilirdi' demekten kendimizi alamayız.
Bundan sonra asıl merak konusu olan, Mecidi üçlemesi içinde, İslam tarihinin çok çarpıcı vakalarının geçeceği risalet döneminin nasıl ele alınacağıdır. Bu noktada beklentiler, Mecidi'nin daha evrensel bir dil yakalaması noktasında düğümlenmektedir.
* H. Hümeyra Şahin'in "'Allah'ın Elçisi' Filmi Üzerine" başlıklı yazısı 8 Kasım 2016 tarihinde Akşam Gazetesi'nde yayınlanmıştır.