Amellerin Değeri

25 Aralık 2009
 
'Niyet' ve 'karşılık' bu hadisin anahtar kavramlarıdır. Niyet, "kişiyi harekete geçiren, eyleme yönelten iç saik / etmen / güdü / motivasyon / amaç / gaye" demektir. Niyet "bu işi neden yaptım / neden yapıyorum / neden yapacağım?" sorusunun cevabıdır.
 
Niyet, tikel olarak ele alındığında ortaya konacak eylemin hedef ve amacını, eyleme yönelmenin nedenini zihinde tasarlamak, kalp ve gönülden geçirmektir; genel olarak ele alındığında ise yaşam felsefesinin amaç ve hedefini ortaya koyan düşünsel bir olgu, hayata ve eylemlere anlam katan ruhtur. Onun içindir ki, hayatın gidişatına yön veren unsurlar, yaşam amacının merkezine yerleştirilen değerlerdir.
 
Niyet; hayatı programlamak, her anı şuurlu ve gayeli yaşamaktır. Niyet; rasgele, gelişi güzel değil, hayatı farkına vararak yaşamaktır.
 
Niyet, atılacak adımın önceden doğru olup olmadığının muhasebesini yapmaktır. Başımıza gelen çoğu olumsuzluklar, niyetsiz yaşamaktan, hayatı tesadüflere bırakmaktan ileri geliyor. Niyetli yaşamak tevafuklara / uygunluklara / niyetin hadiselerle örtüşmesine, niyetsiz yaşamak ise tesadüflere gebedir. Böyle yaşayanların hayatına kişinin kendi iradesi değil, olaylar hâkim olur.
 
Niyetle yaşam arasında vazgeçilmez bir bağ vardır. Yaşam amacı ve felsefesi niyetlerin rengini belirlerken, niyetler de yaşamın rengini, mecrasını ve gidişatını belirler. Bir örnekle ifade etmek gerekirse, Müslüman'ın genel manada yaşam amacı bellidir. Şuurlu yaşayan bir Müslüman'ın her eylemi, yaşam amacı ve niyetine göre şekillenir. Her eyleminde Allah'ı ve ahireti hesaba katmak gibi gönüllü bir tercihi vardır. Bunu yapmaz veya yapamaz ise, niyet ve amacının dışına çıkmış olur.
 
İster Allah katında olsun, ister insanların değerlendirmelerine göre olsun, her eylem niyete göre değer kazanır ve yine niyete göre karşılık bulur. Fiziksel anlamda sonuçları farksız gözüken iki eylem karşısında, daha öteden bakıldığında, farklı sonuçlar, farklı değerler ve farklı karşılıklarla karşılaşılabilir. "Şöyle geçerken uğradım" diyerek birine gerçekleştirilen bir ziyaretle, "sizi özel olarak ziyarete geldim" diyerek gerçekleştirilen ziyaretin değeri, ziyaret edilenin nazarında her halde aynı değere sahip değildir.
 
Allah'ın rızasını amaçlayan birinin eylemlerini tayin eden değer yargıları ile hayattan sadece dünyevî mutluluğu hedefleyen birinin eylemlerini tayin eden değer yargıları bir olmadığı gibi, aynı sonuca da götürmezler. Birincisi, attığı her adımda Allah'ın irade ve rızasına uygunluğu esas almak durumunda iken, diğeri ise takip ettiği yolu çok fazla önemsemeden, daha çok sadece mutluluğunu elde etmeyi dikkate alır.
 
Realite olarak herhangi bir fiile yöneliş, gayesiz olmadığına göre, eylemleri ulvî bir gayeye bağlamak, erdemli yaşamanın bir ifadesidir. Bu hadiste Allah'ın Rasûlü, eylemlerin niyete göre değer ve karşılık bulacağını belirterek, amaçsız yaşamama, amaçları da ulvî gayelere bağlama konusunda niyetleri saflaştırarak muhatabın şuur altını eğitmektedir.
 
Peki, hangi amaçlar ulvîdir? Hayatımız ve ölümümüz Allah için olduğuna göre (En'am, 6/162), Allah'ın rızasını amaçlayan her niyet ve eylem ulvîdir. Mükâfatı da büyüktür. Amellerin niyete göre değer ve karşılık verilmesindeki amaç da hayatı ulvî gayelere yönlendirmektir.
 
Hayatını niyetle programlayanlar ve gayelerini ulvî değerlerlere bağlayanların yiyip içmeleri, yatıp uyumaları bile ibadettir. Çünkü hayat ve ölüm Allah içindir.
 
Allah'a adanmış bir hayat, düşünülmeden, niyetlenmeden, programlanmadan rasgele yaşanmaz. Bilinçli olarak haram işlenmez, haksızlık yapılmaz, yaratılış amacının dışına çıkılmaz. Çünkü "Allah için" haram işlenmez. Yapılan her eylemde Allah'ın rızasına uygunluk aranır.
 
Aynı fiili yapan iki ayrı kişi, niyetlerindeki farklılık nedeniyle birbirine zıt karşılık görebilirler. "Siz içinizde olanı açıklasanız da, saklasanız da, Allah onu bilir ve onunla sizi hesaba çeker. (Sonra da ameline ve niyetine göre) dilediğinin günahını bağışlar, dilediğine azap verir. Allah'ın kudreti her şeye yeter." (Bakara, 2/284).
 
Herkesin yaptığı işin karşılığını niyetine göre alması şu gerçeği vurgular ki, yapılan bir ibadet veya herkesin takdirini kazanan bir hizmet, görünüş bakımından kusursuz olabilir; ancak o ibadet ve güzel hizmetin samimi bir niyetle ve sadece Allah'ın rızasını kazanmak maksadıyla yapılmıyorsa, insanlara bir yarar sağlıyor olsa da, Allah katında bir değeri olmaz. Her şeyin merkezinde O vardır. Yüzü ve amacı O'na yönelik olmayan, O'na doğru akıp gitmeyen hiçbir eylemin bir değeri yoktur. Bütün eylemler O'nunla varlık bulur, O'nunla anlam kazanır.
 
"Kim ahiret kazancını istiyorsa, onun kazancını çoğaltırız. Dünya kazancını isteyene de dünyalık veririz; ama onun ahirette bir nasibi olmaz". (Şûra, 42/20)
 
Sonuç olar şunu söylemek gerekir ki, hiçbir eylem amaçsız değildir. O halde eylemler ulvî / aşkın amaç ve değerlere bağlanmalıdır. Böyle yapıldığı takdirde Yaratıcının iradesine ters düşmeyen her an, müminin hanesine artı bir değer / sevap olarak kayda geçecek, kıyamette de mükâfat olarak karşısına çıkacaktır.