Yakından uzağa, insanlara bir şey anlatmak istediğimizde amacımız konuyu doğru bir şekilde iletmek midir, muhatabımızı ikna etmek mi? Konuyu doğru bir şekilde iletmekle yetineceğimiz zaman nasıl olur üslûbumuz; illa ki ikna etmek istediğimiz zaman nasıl?
Anlatacağımız konunun Allah'tan gelen bir mesaj olduğunu düşünelim. Rabbimiz bu mesajın en güzel ve eksiksiz şekilde ulaştırılmasını mı istiyor bizden; yoksa ne yapıp edip insanları ikna etmemizi mi?
"Tebliğ" mesajın ulaştığına emin olacak şekilde gerçeği duyurmaktır. Bunun gerçekleşmesi için tebliğ edilen hakikatin çokça tekrarlanması gerekebilir. Ama tebliğin bir sen-ben davasına; ikna etmeyi, son sözü söyleyen olmayı, susturmayı amaçlayan bir güç gösterisine dönüşmesine asla sebep olunmamalıdır.
Bunu başarabilmek için; Allah'ın bize "inandırmak" gibi bir görev yüklemediğini sık sık hatırlamak ve gelen itirazlar (ne kadar şiddetli olursa olsun) asla inatlaşmaya girmemek, bu itirazların bazılarımızın konu üzerinde düşünme biçimi olduğuna inanmak gerekir.
Genellikle de ilk itirazlar çok şiddetli olur. Bu, inanmayacakları anlamına gelmez. Mesela çocuğunuza bir şey söylersiniz. İlk önce çok şiddetle itiraz eder. Eğer siz inatlaşırsanız o da inatlaşır. Ama inatlaşmaya girmeden sadece ondan daha iyi bildiğiniz bir gerçeği soğukkanlı bir şekilde onun şahsiyetini de ezmeden anlatabilirseniz birkaç gün sonra sanki kendi fikriymiş gibi kabul eder. Bu nasıl olmuştur? İlişkinizin geçmişindeki güvenden başlayarak onun şahsiyetine tanıdığınız seçme ve karar verme hakkı, başka pek çok faktörle birleşerek gerçeği kabul etmeyi kişiliğinin ezilmesi gibi algılamamasına yardım etmiştir de ondan.
İşte bu ve bunun gibi nedenlerle insanlara (bu insanlar isterse çocuklarımız olsun) düşünme payı bırakılmalıdır. Peygamberimiz de hemşehrilerini İslam'a davet ederken onlara aceleyle reddetmemelerini, isterlerse bu konu üzerinde düşünmelerini teklif etmiş, İslam'ı kabul edenlerden Hazreti Ebû Bekr (ra) hariç diğerleri de böyle bir mühleti istemişlerdir.