Arak'ta Fatıma'nın Bizi Beklemesi

22 Ağustos 2012

Dünya kadınları bu topraklara ilk kez adım attığından önce şehri gezdiriyor ev sahipleri. Sai parkı büyüleyici, çiçekler coşmuş, sonra kutular, kolyeler, eşarplar, dokunulacak tarihî duvarlar… İşlemeli kutulara sinen emeğe temas ederek bambaşka bir kültüre aşina olma zamanı. Zamanda hızla akıyoruz ve neler oluyor demeden Cameran köyü. İmam Humeyni’nin yaşadığı, hutbelerini irad ettiği yerdeyiz. Hollanda’dan Liselotte Buitelaar’ın heyecanına tanık oluyorum. Rehberin bir kelimesini bile kaçırmak istemiyor.

Arjantin, Uruguay, Kenya, Endonezya, İsveç, Yunanistan, Almanya, Kanada gibi ülkelerden gelen çoğu birkaç yıl içinde ihtida etmiş kadınlarla birlikte İmam’ın penceresinden içeri bakmak hiç yadırgatıcı değil sanki, öte yandan dünyanın dört bucağından bizi aşan bir iradeyle derlenip  bir araya gelmemiz  ürkütücü, dünyanın kolayca dürülüp bükülebileceğinin kıyametin göstergesi çünkü. Kitap, ayna, rahle, şemsiye, saat, halı, battaniye ve kanepeden müteşekkil tefrişat kalplere sürûr ve itminan veriyor. İnsanlar farklı ama kalpler hep aynı: İyiliği ve tevazuyu ışık hızıyla içine alıp emebiliyor. Fatıma bugün şimdi mümkün mü, bunu görmeye geldik bir bakıma. Hıristiyan dünyanın Meryemleri, Fatıma ile buluşmaya gelmiş. Bize açlık, sefalet, yoksunluk vaat eden bir kadının çağrısına “buradayım!” diyerek cevap vermek istiyorlar.

İran’ın kırsalını aşıyoruz, uzun bir otobüs yolculuğu. Tanzanya’dan gelen bir kadın durmadan Kur’ân okuyor yatışmak için kim bilir, birazdan açılış olacak ve Fatıma zuhur edecek sanki. Ümidi var ve sarsılarak yoluna gidiyor kalp hızına yetişemeyen otobüsün içinde.   

Arak, İnkılab Meydanı, Cihad Meydanı ve bahçeler, bahçeler… Kum ile İsfahan arasında onlara komşu, batıda var olmuş bir şehir. Sıcaklık otuz beş dereceyle eksi yirmi beş arasında seyrediyor; yani uçlara kadar sınırlarını yoklayan, her mevsimin yaşandığı yemyeşil bir belde. Duvarlarda yazılı ayetleri görünce, şehir meydanındaki fıskiyelere dalınca, dokunulan kutuların ve eşarpların, resimlerdeki aslanların, kartalların, âşıkların sızıyı andıran kokusu geliyor hafızaya.  Yasemin, menekşe, karanfil kokulu ağırbaşlı insanlar önümüzden geçerken “evet! devrim olmuş bu ülkede, büyük bir şey geçmiş başlarından.”   

Kadınlardaki heyecana ve hissiyata bakılırsa Fatıma hayatta ve hepimizi içine alacak salonun kapısında bizi karşılayacak mahzun ama güzel bir elbise giyinmiş olarak. Ya da biz onu sırayla küçük bir odada ziyaret edebileceğiz. Bir film sahnesi gibi göz açıp kapayana kadar da olsa tadacağız bu anı, Van Gogh sarısının amansız hüznü kaplamış olacak her yanı, hiç konuşamadan hatta gözlerimizi açıp bakmaya bile cesaret edemeden, bir görünür gibi oluyor, bir görünmüyor acısı içinde geçecek sayılı an. Kadınların sevgisini görünce biz onu o kadar sevmiyoruz diye dışarıya düşüyorum dehşete gark olarak, birden “kim onu çok sever ve hayatına sokarsa onundur Fatıma” düşüncesi kaplıyor benliğimi ve elimden kayıp gidiyor, Ali Şeriati’nin “onu sevmeyin, anlayın” nidası Demokles’in Kılıcı.   

Bizi Arak’a götüren otobüs eski ve sıkışık. Bir otobüs dolusu dünyalı kadının konuşmaları: İşten nasıl izin alındı, çocuklar kime bırakıldı, kocalar hangi ince metotlarla ikna edildi… Şoför delinin teki, yolu açmak için herkesi çılgınca teğet geçerek solluyor, bizi sağa sola sallıyor ve türlü çeşit sarsıntılarla hızla Fatıma’ya yol alıyoruz. O yüzyılların derinliklerinden çıkıp gelecek ve bize bir şey verecek, küçük meşin ya da tahta kutular belki. Uzun yolda hava karardı, ekinler duruldu, neşemiz susmaya durdu, bitkilerin tefekkür sesleri duyuluyor çünkü, neler olduğunu anlamak için kalplerin kanının son damlasına kadar kendini zorladığı an.

Kur’ân’ın Meryem’e verdiği emsalsiz kıymet büyülüyor Hıristiyan kadınları. Müslüman olunca yine İsevi ve Musevi olmayı da sürdürmemiz akılları baştan alıyor gerçekten. Kopma olmadan İslam’la yola devam etmek, bütün peygamberleri sevme hakkıyla, göreviyle Müslüman olmak ve aralarındaki ruh ikizliğini kardeşliklerini görmek eşsiz bir duygu.

Genelde refah içinde yüzen ve ellerinde son model kameralarla yola çıkan kadınların süngüsü düşmüş, rengi solmuş. Vazgeçmeyi, feda etmeyi, tevazuyu, vazgeçmemeyi, dünyayı aradan kaldırmayı, yıkmayı ve yeniden yapmayı, en çok da vermeyi öğrenmeye gidiyorlar.  

Arak’ta toplantının yapılacağı kültür merkezi çiçeklerle donatılmıştı. İlahî esrar, Peygamber yadigarı bir kadın için. Her an kapıdan girecekmiş gibi özenle hazırlanmıştı her şey. Envai çeşit çiçeklerin içinde oturuyorduk. Çiçek seven bir halk İranlılar, aslında her toplantıyı canlı çiçekle bezerler.

Kur’ân tilaveti ağlattı kadınları. Derilerden içeri işledi. Meryem suresi okunuyordu. Kur’ân’ın Meryem’e verdiği emsalsiz kıymet büyülüyor Hıristiyan kadınları. Müslüman olunca yine İsevi ve Musevi olmayı da sürdürmemiz akılları baştan alıyor gerçekten. Kopma olmadan İslam’la yola devam etmek, bütün peygamberleri sevme hakkıyla, göreviyle Müslüman olmak ve aralarındaki ruh ikizliğini kardeşliklerini görmek eşsiz bir duygu. Fatıma, Meryem ve Asiye’nin hikâyelerini işitmişti ve onların tecrübesine vakıftı mesela. Onların ruhunu da ruhuna katmıştı genç yaşta.

Şelale gibi içimize akıyor

İlk gün konuşmacıların çoğunun erkek olması, ellerine verilen kâğıtlara aldırmadan hatta inadına lafı uzatmaları ne kadar şiirsel de olsa kadınlara sözü bir türlü bırakmamaları çok can sıkıcı. Şikâyet ediyorum mihmandarlara, mollalara toz kondurmuyorlar tabii, Fatıma sevgisi onların kendilerini konuşmaktan alamamalarına sebep oluyormuş. Güvenlik görevlisi üniformalı genç adamlar ağlıyor bu esnada gerçi kelimelerin kuvvetinden.  

Farsça çalışmışlığı olmayan biri olarak neredeyse anlıyorum konuşmaları, gözyaşlarına sebep olan kelimeleri içime doldurmaya çalışıyorum: Ali, Murtaza, Fatıma, Ümmü Ebiha, Mustafa, Didar, Kemter, Hazin, Şecaat, Belagat, Beyyinat, Mihnet, Hörmet, Hüccet, Muhabbet, Cesaret, Alamet, Velayet, Mecra, Sema, Feda, sonra Cevelan, Suzidil ve Pervane…

Sonunda ilk söz alan kadın, Avustralya’dan gelen Zeynep Taylor, “Fatıma’sı olan kadınlara ne oluyor ki kendilerini mazlum hissediyorlar” diyerek başlıyor sözlerine. Kendine Fatıma ismini koyan bir İngiliz kadın bakın neler söylüyor Fatıma için: “İçimize şelale gibi akıyor, sonra bir anda bulut olup dağılıyor, sonra beklenmedik bir anda gündoğumu gibi yeniden geliyor, hilal olup kaşlarını çatıyor bazen.”

Hz. Fatıma geçmişin değil geleceğin kadını. Büyük olan bir şey onun küçük kalbinden geçti. Bu esrarı, bu dilemmayı çözmeye gücümüz yetmez. Annesi Hatice olan bir kız. Çevresine bakalım: Ömer, Ebû Bekir, Osman. Can yoldaşı Ali. Eğlencesi, babasını dayanılmaz hücumlar karşısında teselli etmek. Göz aydınlığı eşsiz yavrusu Hüseyin’in başına gelenleri görmekten esirgedi yüce Allah onu.

Yunanlı bir Müslüman, Fatıma’nın Fatıma olduğu zamanı anlatıyordu Tekvir suresinden ilk dokuz ayeti anarak.

“Güneş dürüldüğü zaman
Yıldızlar kararıp döküldüğü zaman
Dağlar yürütüldüğü zaman
On aylık gebe develer başıboş bırakıldığı zaman
Vahşi hayvanlar bir araya toplandığı zaman
Denizler kaynatıldığı zaman
Nefisler çiftleştiği zaman
Ve sorulduğu zaman o diri diri toprağa gömülen kıza
Hangi günahı yüzünden öldürülmüş”

O tam da bu günlerde odaya girdiğinde saygı ve muhabbetinden babasının ayağa kalktığı bir kız. Buna günümüzde devrim deriz ama bu kavramsallaştırma can yakan baba kız keyfiyetinin insanlık inkişafının yanından bile geçemez.

Hz. Fatıma geçmişin değil geleceğin kadını. Büyük olan bir şey onun küçük kalbinden geçti. Bu esrarı, bu dilemmayı çözmeye gücümüz yetmez. Annesi Hatice olan bir kız. Çevresine bakalım: Ömer, Ebû Bekir, Osman. Can yoldaşı Ali. Eğlencesi, babasını dayanılmaz hücumlar karşısında teselli etmek. Göz aydınlığı eşsiz yavrusu Hüseyin’in başına gelenleri görmekten esirgedi yüce Allah onu. Dünya çökerken o yükseliyor. Yakıcı güneşlere karşı gölgeliğimiz. Ona doğru hareket etmemiz lazım. Onun mütevazı ve büyük ruhuna yükselme azmimiz olmalı. Ondan doğru bir özgürlük ve kurtuluş rüzgârı esiyor.  Fatıma desen herkes sevdiğini söyler. İslam toplumlarında Fatıma’yı sevmek yerine bilmek için bir çaba olsaydı kadınlara şiddet ya da haklarının çiğnenmesi bu denli yaygın olabilir miydi. İslam’dan bu kadar uzak düşebilir miydik. Bilene anlayana o bütün kız çocuklarını annelerini babalarını mübarek kılıyor. Eşitlikçi, iyilikçi duyguları harekete geçiren bir ilham. Müslümanlığın ne olup ne olmadığını ayan beyan gösteren bir hale. Onu anlatacak bir kamış ve mürekkep bulup bir araya getirmek muhal. Yazılsa bir yağmur damlası dağıtıyor kelimeleri. Onun özgürlüğü teslim olma teslim alınamama özgürlüğü. Hür bir kadın ve mümin olmanın timsali.

Ona gelen kadınların bir kısmı kendini siyah giymek zorunda hissetmeseydi keşke. Herkes aynı olmasın belli olsun geldiği yer. Varlığımız çeşitlensin rahmet her yandan ayrı bir güzellikle essin.  

Kenyalı bir kadın ergenliğe yeni adım atmış olan kızını da yanında getirmesini açıklarken Fatıma ile kuvvetlensin, başka şehre okumaya giderken onunla dolsun istedim diyordu. Öyle uzun boylulardı ki ana kız zarif iki zürafa gibi dolaşıyorlardı Fatıma gezegeninde.  

Sempozyum sona erince bizi doğru Mahallat şehrindeki kaktüs bahçesine götürdüler. İran çölleri de olan geniş bir ülke. Yeryüzünün adeta bütün kaktüs çeşitlerinin yetiştirildiği sergilendiği yer bu park. Fatıma ile dolmuşken dikenlerin bin bir çeşidini görmek de neyin nesi. Bu dikenleri neye yormalı, hangi manalara açılmalı. Erbabı bir yorum getirsin içinden sessizce.  

Arak şöyle, dünyadan şehirden ve mekândan sonrası benim için. Latin harfli bir tek tabela olmaması, dışa açılmaması ve gözü açılmadan gönlü açılarak kana kana Fatıma’yı beklemesi, budur böyle anılacaktır hayatımda.