Aşı Mevsimi

24 Haziran 2015

“Oruç kalkandır. Biriniz oruç tuttuğu gün kötü söz söylemesin ve kavga etmesin. Şayet biri kendisine söver veya çatarsa ‘Ben oruçluyum’ desin.” (Buhâri, Savm, 9)


Temmuza rastlayan bir Ramazan’da tanışmıştım onunla. Hava çok sıcaktı ve ben yol yorgunuydum. Dinlenecek bir gölgelikti aradığım. Köy yolunun kurak patikalarında ilerlerken bir bahçe ilişti uzaktan gözlerime. Sevinçle ve ümitle ilerledim. Dikenli çalılarla örülü bir bahçe ve onların arasında iki büklüm bir ihtiyar. Selam verdim. Elini beline dayayarak güçlükle doğruldu. Etrafına bakındı. Sesin nereden geldiğini bulmaya çalıştı. Biraz daha yaklaştım. “Kolay gelsin amca” dedim. Ter içinde kalmış alnını silerken “Aleykümselam evlat” dedi, “kolayca yapılacak zamanı çoktan geçirdik.” Sonra tekrar eğildi ve elindeki bıçakla dikenli çalıları kesmeye devam etti.

Bahçeyi kalın bir duvar gibi çepeçevre kuşatmış çalılar yolu daraltıyordu. Elbisemi toplayarak yukarı doğru yürüdüm. Ahşap kapı yarı açıktı. İçeri girdim. Meyve ağaçları ve çiçeklerle dolu bir bahçe dikenlerle yağmalanmış. Geldiğimi fark edince yanıma geldi. Elbisesi parça parça olmuştu. "Gel" dedi, şöyle oturalım. Birlikte elma ağacının altına gittik. "Bu sabah temizledim burayı" dedi, "misafirim gelirse oturacak yer olsun istedim."

El dokuması kilimle örtülü bir sedir üzerine oturduk. Renklerindeki canlılığı, desenindeki doğallığı hayranlıkla seyrettiğimi fark edince "Çok mu beğendin?" diye sordu. "Çok, hem de pek çok!" diye cevap verdim. Her motif, hayat bahşeden bir nefes dokunsa hemen canlanacaktı sanki. “Etrafına bak” dedi. İçimden geçenleri okumak istercesine dikkatle yüzüme bakıyordu. Şaşkındım. Bahçe, boydan boya canlı bir kilim. Üzerinde oturmuyor, elimle dokunmuyor olsam saçlarıma dokunarak geçen esintinin hayat bahşeden o nefes olduğunu düşünebilirdim. Şu farkla ki bahçedeki ağaçların ve çiçeklerin etrafı dikenlerle kaplıydı, kilimdeki kuşlar da yoktu orada.

Soğuk ayran çorbasıyla yaptık iftarı. O gece, elma dallarının arasından süzülen ay ışığının aydınlığında, içinde pişmanlıklar, geç kalmışlıklar barındıran birçok hikâyeler dinledim ondan. Kötü huyların, zararlı duyguların, aşırılıkların, kaba saba tavırların zamanında terbiye edilmediğinde gönül bahçesini dikenli çalılar gibi nasıl yağmaladığını, insanı nasıl çoraklaştırdığını anlattı bana.   

Eliyle işaret ederek “Görüyorsun ya evlat, her yeri kapladı bu dikenler” dedi. Bahçenin etrafını çevreleyen dikenli çalılar içlere kadar sokulmuş, ağaçları ve çiçekleri cılız bırakmıştı. “Elimi çabuk tutmazsam bu meyveler de kalmayacak bahçede.” Geç kalmışlığın verdiği pişmanlık ve yorgunluk vardı sesinde. “Amca” dedim, “sana yardım edecek kimse yok mu?” Derin bir iç çekti. Gözleri buğulandı. “Vardı evlat lakin ben onun kıymetini bilemedim. Ne zaman bana, “Bey, gel şu dikenlere gül aşılayalım. Bak onlar hızla büyüyor, biz de yaşlanıyoruz. Sonra güç yetiremeyiz” dese onu işime karışmakla suçlar, “Bahçe benim değil mi, ne zararı var kenardaki çalıların? Sana sıkıntı vermesin istiyorsan onlara dokunmazsın olur biter” diyerek sustururdum. O zamanlar geçtim tabii, dikenler de fidandı. Günler geçtikçe büyüdüler, güçlendiler." Sustu. Acı kapladı yüzünü. Açılmasını engellemek ister gibi birbirine kenetliyordu dudaklarını.

Kilimin motiflerine kaydı bakışlarım. Üzerindeki çiçeklerden, her ilmiğindeki sabır ve sevgiden bir demet yapıp sunmak istedim amcaya. “İşte burada, bütün varlığıyla burada, üzülme” deyip kalbindeki acıyı söküp atmak istedim. İçimden geçenleri anlamış gibi baktı yüzüme. “Biliyorum” dedi.

Soğuk ayran çorbasıyla yaptık iftarı. O gece, elma dallarının arasından süzülen ay ışığının aydınlığında, içinde pişmanlıklar, geç kalmışlıklar barındıran birçok hikâyeler dinledim ondan. Kötü huyların, zararlı duyguların, aşırılıkların, kaba saba tavırların zamanında terbiye edilmediğinde gönül bahçesini dikenli çalılar gibi nasıl yağmaladığını, insanı nasıl çoraklaştırdığını anlattı bana.   

“Evlat, aşı mevsimidir. Dikenlere gül aşılamayı ihmal etme” dedi yolcu ederken beni.