Ve’l asr…
Işıkla başlamış benim körlüğüm. Kamaşmış olmalı gözlerim. İçinde yüzdüğüm saf gerçeği görmez olmuşum. Duymaz olmuşum varlığın sancılı akışını. İnkâra vardırmışım işi. Yok saymışım saatlerin sesini. Göğsümde inip kalkan sarsıntılara sağırlaşmışım. Susturmuşum kıyamet uğultularını. Sığ hazlara dayamışım kulağımı. Oyuna dalmışım çıkmaz sokakta.
Tanık olsun zaman…
Taşları düşeyazarmış ömür binamın, ben sabahların neşesinde oyalanmışım. Gecenin kuytusuna yaslanmışım. Siyah-beyaz bir film şeridi gibi tükeniyorken geceler gündüzler; ben renklerin büyüsüne kanmışım. Önünden ardından yırtılırken huzur gömleğim, uzak hülyaların, uzun emellerin kucağına baş koyup uyumuşum. Ayaklarımın altından çekilirken yeryüzü, çoğaltarak var olacağımı sanmışım.
Tanık olasın zamanın akışına…
Devrilirken vaktin sütunları, yavaşlığın sarhoşluğunda salınmışım. Yıkılırken kumdan kalelerim, her şey yerinde duruyor sanmışım. Veda uçurumlarından uzak edemezken ayaklarımı, kendimi düz ovada saymışım.
Kanıyorum. Tükeniyorum. Eksiliyorum. Eskiyorum. Her şeyin yerinde duruşuyla avunuyorum. Görüntülere takılıyorum sadece. Olan’ı görmeye cesaret edemiyorum. Yaranın yüzünde dolaşıyorum; kanlı gerçeğe dokunamıyorum.
Olağan seyrinde aktığını sandığım zaman ırmağı birden uçuruma düşüyor. Sessizlik yırtılıyor. Çırpınıyor sular. Rahatı kaçıyor ırmağın. Bir çağlayan uğultusu iniyor nabzıma. Asr’ı okuyorum. Asr’a d/okunuyorum.
Ve’l asr…
İçimde bekleşen rüzgârlar uyanıyor. Ateş çemberleri kuruluyor önümde. Toprağımda saklı acılı nüveler patlıyor. Bir yol sevdasına kapılıyorum. Toza dumana bulanıyor an. Göç telaşıyla titriyorum. Kalacak yer yok burada. Ne sığınacak bir liman ne oyalanacak bir gölge. Dağılıyor topladıklarım. Çözülüyor tutkularım. Yakamı çekiştiriyor ayrılıklar. Yanağıma vuruyor dağ başı yalnızlıkları. Sönüyor anlık pırıltılar. Kaçıyor hayal perileri. Dökülüyor biriktirdiklerim. Kırılıyor vurulduğum aynalar. Soğuyor dokunduğum tenler.
Düşüyor vaktin suları. Bir deli çağıltıya katılıyorum. Bıçak sırtına varıyorum. Var-yok arası sarkaçlanıyorum. Zamanın dal uçlarında sararıyor ümit çiçeklerim. Yatağına kırgın ırmaklar gibi taşıyor, boz bulanık sellere dönüyorum. Kalamıyorum bu yerde. Hep bir yerden hep bir yere’yim. Sabitem yok. Uçuşuyor her şey gözümde. Hasat vaktim gelmiş gibi. Kabuğumdan soyunuyor, yerimden ediliyorum. Alışkanlık köklerim kopuyor. Dallarım sarsılıyor. Daldığım rüyadan dürtülüyorum. Işığın parmak uçlarında yırtılıyor uzun gecem. Çekiliyor uyuduğum yastıklar başımın altından. Uyanışa çağrılıyorum.
Tanık olsun ki zaman[ın akışı]. Kesin; hüsran[da]dır insan.
Eridiğini bilmeyen bir kar’ım ben. Yitiğini aramayan bir divane. Dünyanın dert duvarını aşamayan gönüllü tutsak. Ayrılışlara hüküm giymiş garip yolcu. Sürgüne gönderilmiş kalbim. Batıya seyahat eden Zülkarneyn’im. Gözümde batırıyorum güneşleri. İbrahimce sancılar iniyor kalbime; “terk edenler sevilmez” ağlayışındayım.
…hüsrandır insan.
Bir denizim ben; içimde ayrılıklar kaynıyor. Bir ırmağım ki vedalara akıyorum. Bir dağım ki yamaçlarımda heyelanlar bekleşiyor. Bir hüzün gölüyüm; derinlerimde sarsıntılar uyuyor. Gökyüzüyüm ben ki, sükûnetimde alev topları dolaşıyor, yıldızlı yangınlar oynaşıyor. Çekiyor duvağımı yüzümden Asr seslenişi. Saklandığım masa altından çıkarıyor beni zamanın elleri… Kırışıyor sükûnetin yüzü. Ciddileşiyor an! Tenimde derinleşmeye başlıyor görünmez bir bıçak ucu.
…kesin hüsrandadır insan.
Akan zamandır. Akan zamanı unutan ise insan. Akan zamandan ve unutan insandan arta kalan ise sadece hüsrandır. Akan zaman, unutan insan ve kalan hüsran… Hesap bu kadar sade. Tartışmasız kayba çıkıyor sonuçlar.
Ve gelir bir “illâ…” çıkışı. Hesabı bozar. Düşüşler kesilir birden. Bahara döner güzler. Sabaha bırakır yerini gece. Hüsrandan kâr çıkarır insan. Yitiklerinden sonsuz kazançlar ummaya başlar.
illellezine…
“Başka” bir yere kapı açılır asr’ın kıyılarından. Yırtarım belki dünyanın gömleğini, Yusuf güzelliğinde cennete dokunur ellerim. “İllâ” istisnasına kurarım mutluluk otağımı. Hüsran çölünde bir vaha bulurum belki. Söz’ün ucunda müjde var. Teşhisin sonunda elbet bir tedavi planı var. Çaresizliğimi dillendiren belli ki katında benim için bin çare saklar. Derdimi fısıldayanın elinden gelir elbet derman.
İman edenler ve imanlarına uygun geçerli eylemler ortaya koyanlar başka…
…onlar emindirler haktan, gerçeğin yanındadırlar. Onlar eylemleriyle sabra tutunurlar. Onlar sabrın altın sütununu ayakta tutarlar.
…ve hakkı ve sabrı tavsiye ederler
Hakkın hatırına sabır yükle bana ey Rabbim. Sabrımın terli avuçlarından gerçeği içir.