30 Ocak 2024

İslami ilimler terminolojisi, iki temel kaynak olan Kur’an-ı Kerim ve hadis ile doğrudan bağlantılıdır. Örneğin İslam tarihinin başlangıç noktasını teşkil eden cahiliye terimi, Kur’an kaynaklıdır. Hz. Peygamber’in vefatı ile Emevîler arasındaki dönemi ifade eden Hulefa-i Raşidin terimi ise hadis kaynaklıdır. Asr-ı saadete gelince Hz. Peygamber dönemini ifade eden bu terimin kaynağı Kur’an ve hadis temelli neşet eden Müslüman topluma karakteristik özelliklerini veren tevhid, güzel ahlak ve insani erdemlerdir. Asr-ı saadet, Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretle kurduğu ve vefatına değin 10 yıl boyunca bilfiil yönettiği yapıyı iki kelime ile bir çırpıda özetler. Hane-i saadet, hücre-i saadet gibi Hz. Peygamber’le ilgili özel terimlerin arkasına “saadet” ifadesini eklemeyi çok seven necip Türk milletinin oldukça rağbet ettiği bu tabir, sosyal ve siyasi yaşama dair her türlü konuda kuvvetli bir olumlama içerir. Çünkü asr-ı saadet, inanç, ibadet, ahlak, maneviyat, hukuk, sağlık, eğitim vb. akla gelebilecek her alanda öncesinden yani cahiliyeden kıyas mümkün olmayacak derecede uzaklaşmış, çok kısa sürede tarihte eşi benzeri görülmemiş değişimlere sahne olmuştur. İşte asr-ı saadetin saadet veren yönünden en çok istifade eden kesimlerden birisi kadınlardır. Asr-ı saadette kadın, cahiliyeden ve cahiliye zihniyetinin yeniden canlandığı tüm zamanlardan farklı olarak önce Resulullah’ın nezdinde, sonra onun güzel örnekliği ile şekillenen toplumun diğer kesimlerinde son derece olumlu ve elverişli bir ortamda yaşamıştır.

Bi’set öncesi dönemde cahiliye toplumuna has her türlü kötülükten kendisini uzak tutmayı başaran Allah Resulü, hanımı Hz. Hatice’yi, kızları Zeyneb, Ümmü Gülsüm, Rukiye ve Fatımatüzzehra’yı el üstünde tutmuştur. Ailesindeki kadınlara kendilerini değerli hissettirmiştir. Onun Hz. Hatice ile evliliği, “İdeal bir evlilik nasıl olmalıdır?” sorusunun cevabı niteliğindedir.

Asr-ı saadette kadını anlamak için öncelikli olarak cahiliye döneminde Mekke’deki kadını iyi tanımak gerekmektedir. İslam öncesi dönemde yani cahiliyede Mekke kadınları, mensubu bulundukları kabile ve kabile içerisindeki konumlarına göre değişen şartlarda yaşamışlardır. Sayıca ve nüfuzca güçlü kabilelere mensup asil ve zengin ailelerin kadın üyeleri hem akrabalarından hem de toplumdan saygı görmüş; mal sahibi olup mallarını yönetebilme, eş seçebilme, evlenme ya da boşanma gibi hususlarda söz sahibi olabilmişlerdir. Mekke’nin alt tabakaya mensup ailelerinin kadın fertlerine ise bırakın yukarıda zikrettiğimiz hususlarda imtiyaz sahibi olabilmeyi, bazı şart ve durumlarda hayat hakkı dahi tanınmamıştır. Hak aramak için başvurulacak müesseselerin olmadığı cahiliye döneminde alt tabakaya mensup kadınlar, ailenin erkeklerinin insafına bırakılmış durumdadır.

Her ne kadar ikisi de Hicaz bölgesinde yer alıyor olsa da cahiliye döneminin Medine’de, Mekke’dekinden farklı yaşandığının altını çizmek önemlidir. Mekke tarım ve hayvancılığın yapılamadığı, geçimini tamamıyla Kâbe’nin kutsallığından ötürü bölgeye gelen Araplar için kurulan panayırlar ve Arap Yarımadası’nın dört bir yanına gönderilen ticaret kervanlarının kazancı ile sürdüren bir şehirdir. Medine ise volkanik araziler üzerinde kurulu olup başta hurma tarımı olmak üzere çeşitli sebze ve meyvelerin yetiştirildiği, hayvancılık yapılabilen bir yerdir. Mekke ticaret, Medine ise tarım toplumudur. Mekke’de geçimi sağlayan kesim, tehlikeli ticari yolculuklara çıkarak eve kazançla dönmeye gayret eden erkektir. Medine’de ise aile fertleri kadın, erkek, çocuk ayırt etmeksizin, sahip oldukları arazi ve bahçelerde bir arada çalışarak geçimlerini sağlamaktadırlar. Mekke’de kabileler arasında Kâbe hizmetlerinden ötürü kendisini ayrıcalıklı gören, “Kureyş kabilesi ve diğerleri” şeklinde bir ayrım mevcuttur. Kureyş’in kolları içerisinde başka hiyerarşik sıralamalar da vardır. Medine’de ise kabile hiyerarşisi bu denli keskin değildir. Tarım yapılabildiği için aileler arasındaki maddi uçurumlar da Mekke’deki kadar derin değildir. Bu vb. özelliklerden dolayı cahiliye döneminde Mekke’de zengin ve asil ailelere mensup olmayan kadınların sahip oldukları dezavantajların doğrudan Medine’de bir karşılığı bulunmamaktadır. Medineli kadınların, sosyal hayatta var olabilen, aile içinde ağırlığını hissettiren bir konumda oldukları anlaşılmaktadır.

Bi’set öncesi dönemde cahiliye toplumuna has her türlü kötülükten kendisini uzak tutmayı başaran Allah Resulü, hanımı Hz. Hatice’yi, kızları Zeyneb, Ümmü Gülsüm, Rukiye ve Fatımatüzzehra’yı el üstünde tutmuştur. Ailesindeki kadınlara kendilerini değerli hissettirmiştir. Onun Hz. Hatice ile evliliği, “İdeal bir evlilik nasıl olmalıdır?” sorusunun cevabı niteliğindedir. Allah Resulü’nün sergilediği tavır ve davranışlarla hanımının gönlünü kazandığının en açık göstergesi, ilk vahiy sırasında Hz. Hatice’nin söylediği sözlerde gizlidir. Allah Resulü, Hira Mağarası’nda Cebrail’den “Oku!” emrini işitmesinin ardından, korku ve endişe içerisinde evine gelip üstünün örtülmesini istediğinde Hz. Hatice, sükûnetini koruyarak sevgili eşine, kendinden emin bir şekilde, “başına gelen şey her ne ise bunun şer olamayacağını” izah etmiştir. Gerekçe olarak da Allah Resulü’nün cömertlik, misafir ağırlama, akrabalarını gözetme, muhtaç ve mağdurlara yardım, adalet, doğruluk, güvenilirlik gibi özelliklerini sıralamıştır. Bir kadının, kocasından kaynaklı bir stres anında, soğukkanlılığını koruyup “Eminim başına gelen şey kötü değildir, çünkü sen şu şu vasıflara sahip şahane bir insansın.” mealinde sözler söylemesi, ancak ona duyduğu sevgi, saygı, bağlılık ve hayranlık sayesinde mümkün olabilir. Hz. Hatice’nin bu tavrı, Allah Resulü’nün on beş yıllık evliliği boyunca hanımına değer verdiğini, sevgisini ve saygısını kazandığını açık bir şekilde göstermektedir.

Bi’set sonrasında Allah Resulü, ailesindeki kadınlara sergilediği müşfik ve hoşgörülü tavrın toplumun geneline yayılması için gayret göstermiştir. Bunu yaparken de cahiliyeye has Mekke Medine, üst tabaka alt tabaka vb. ayrımları ortadan kaldırarak kadını ait olduğu kabileye, şehre veya eve gelir getirip getirmemesine göre değil, yaratılış açısından değerli gören bir anlayışı yerleştirmeye çalışmıştır. Resulullah’ın tebliğinde, kulun Allah katındaki değerini belirleyen unsurun cinsiyet değil iman ile amel olduğunu bildiren ve kadınla erkeğin birbirlerinin eksikliklerini gidermek, tamamlamak için yaratıldıklarını ifade eden ayetler önemli bir yer tutmaktadır.[1] O, her şeyden önce toplumdaki yeri ve nüfuzu ne olursa olsun, kadınların kendisine ulaşabildiği bir peygamberdir. Bu, cahiliyede kendisine hak arama mercii bulamayan kadınlar için çok önemli bir kazanımdır. Kadınlar gerek aile içinde gerekse başka nedenlerle yaşadıkları her türlü sorunu Allah Resulü ’ne iletebilmişler, onun sunduğu sadra şifa çözümlerle yürekleri genişleyerek huzurundan ayrılmışlardır. Rivayetler, Medine’deki 10 yıl boyunca kadınların, kocalarından gördükleri şiddetten haksız boşanma taleplerine, evladından ayrı kalmaya mecbur tutulmaktan ekonomik sıkıntılara ve dahi özel hâllerine kadar her türlü konuyu korkmadan ve çekinmeden Allah Resulü ’ne taşıyabildiklerini göstermektedir. Bir grup kadın sahabenin, “Bizler, erkekler kadar senin sohbetinden istifade edemiyoruz.” deyip kendileri için bir gün ayırmasını istemeleri üzerine Resulullah’ın, kadınlara özel bir gün belirlemesi bu bağlamda son derece önemlidir.

Asr-ı saadette kadının sahip olduğu en önemli ayrıcalık, hakkını arayabileceği bir muhatap bulabilmesinin yanında, Allah Resulü’nün her fırsatta kadınlara değer verilmesine yönelik sahabeye tebliğde bulunmasıdır. Allah Resulü’nün kadın konulu nasihatlerinden birisi, “Sizin en hayırlınız, kadınlarına karşı en hayırlı olanınızdır.”[2] şeklinde kayda geçmiştir.

Hz. Peygamber İslam’ı bizzat yaşayarak tebliğ eden bir peygamberdir. Dolayısıyla onun eşlerine ve çevresindeki kadınlara yönelik olumlu tutum ve davranışları kulaktan kulağa yayılarak kadınlar arasında gündem olmuştur. Bu vesileyledir ki kadınlar, eşleri ya da çocuklarından gerekli değeri görmedikleri durumlarda Allah Resulü ’nü referans göstererek hak arama mücadelesine girişebilmişlerdir. Örneğin Hz. Ömer’e karısı, “Hayret bir şey, hanımların sana hiç muhalefet etmesinler istiyorsun, oysaki Hz. Peygamber’in hanımları, ona itiraz edebiliyorlar.” diye tepki göstermiştir.

Asr-ı saadette kadının sahip olduğu en önemli ayrıcalık, hakkını arayabileceği bir muhatap bulabilmesinin yanında, Allah Resulü’nün her fırsatta kadınlara değer verilmesine yönelik sahabeye tebliğde bulunmasıdır. Allah Resulü’nün kadın konulu nasihatlerinden birisi, “Sizin en hayırlınız, kadınlarına karşı en hayırlı olanınızdır.”[2] şeklinde kayda geçmiştir. “Hanımlarımızın bizim üzerimize ne tür hakları var?” şeklindeki bir soru karşısında Hz. Peygamber’in, “Ekonomik kazancınıza uygun olarak yiyeceğini ve giyeceğini temin ediniz, vurmayınız ve incitici kötü sözler söylemeyiniz.”[3] dediği bildirilmiştir. Allah Resulü ’nün, sahabeyi, kadının aile kavramı açısından taşıdığı önem ve değere dikkat çekmek suretiyle şiddetten uzak durmak noktasında sık sık uyardığı görülmektedir. İbn Ömer, asr-ı saadetteki bu değişimi şu çarpıcı sözlerle ifade etmiştir: “Hz. Peygamber döneminde biz kadınlara karşı haksızlık yapmaktan ve şiddete başvurmaktan hakkımızda ayet iner de uyarılırız endişesiyle çekinirdik. Resulullah vefat ettikten sonra bu çekince ortadan kalktı ve artık dikkat etmez olduk.”

Hz. Peygamber döneminde kadınların aileyi çekip çeviren, evi yuva hâline getiren eş ve anne olmalarının yanı sıra farklı uğraş ve yeteneklerle de temayüz ettikleri görülür. Yapılan çalışmalar göstermektedir ki asr-ı saadette kadınlar, ticaret hayatının içinde aktif bir şekilde yer almışlar, mal alıp satmışlar, sağlık hizmetlerinde bulunmuşlar, tarım alanında çalışmışlar, çarşı pazarlarda denetleme memuresi olarak görev almışlar, sağlık hizmetlerinde bulunmuşlar, savaşlara katılıp su taşıma, yaralıları tedavi etme, yeri geldiğinde silahla kendini savunma ya da saldırıda bulunma vazifelerini ifa etmişlerdir. Asr-ı saadette kadın, mescitlerin vazgeçilmez bir unsurudur. Hz. Peygamber sıklıkla sahabilerini, eşlerinin vakit namazlarına gitmelerine mâni olmamaları hususunda uyarmıştır. Kaynaklarımızda kadınları, mescitte gruplar hâlinde oturup sohbet ederken, Allah Resulü ’ne selam verirken ya da sohbetinde onu dinlerken tasvir eden pek çok rivayet bulunmaktadır. Kısacası asr-ı sadette kadın, evinde, mescitte, tarlasında, çarşı pazarda, cephede, seyahatte yani hayatın her alanında var olmuş, değer görmüş, değer kazandırmıştır.[4]


Dipnotlar:

  1. Bakara, 2/18; Nisa, 4/1, Tevbe, 9/71; Hucurat, 49/13.
  2. Tirmizi, Radâ, 11.
  3. Ebu Davud, Radâ, 41; İbn Mace, Nikâh, 3.
  4. “Hz. Peygamber döneminde Kadın” konusu ile ilgili detaylı bilgi için: Fatımatüz Zehra Kamacı, “Hz. Peygamber Döneminde Kadın Olmak,” Kadın Olmak, İslam, Gelenek, Modernite ve Ötesi (ed. Şule Albayrak), İz Yayıncılık, 2. Baskı, İstanbul 2019, s. 175-243.

(Makale, Diyanet Aylık Dergi’nin Kasım 2023 sayısından alınmıştır.)