Hadisçi Ebu Dâvud 'un tespitinden öğrendiğimize göre Peygamber kuş yavrularının yuvalarından alınmasını yasaklamıştır. Bir yuvadan aldığı yavruları torbasına doldurup şehre getiren birisine Allah Elçisi: Onları hemen analarının yanına, aldığı yuvaya iade etmesi, uyarısında bulunarak o burada - yine bir başka münasebetle de dile getirdiği gibi- kaynağı Rahman olan kâinatta yaygın ve külli bir merhamet olgusunu dile getirir. O bu sözlerinde; Allah’ın kullarına ve ananın yavrularına olan merhamet ve sevgisinden söz eder. Böylece onlar kendi tabii ortamlarında ve ana merhametiyle büyümeğe terk edilirlerken hadisten anlaşıldığına göre ana da bu evlatlarını kaybetme acısından kurtarılmış olur. (Ebû Davud, Cenâiz,1) Yine bir sefer sırasında bazı kimseler kuşun yavrularını alırlar da ana kuş da onlara doğru yukarıdan dalışlar yapıp dururken Peygamber duruma muttali' olunca: “Kim bu kuşu yavruları yüzünden ızdırap içine sokup bağırtıp durmaktadır? O yavruları analarına iade edin” der. Yine aynı seferde bir karınca yuvasının da ateşe verildiğini gören Allah Rasûlü (sav) bunu kimin yaptığını sorar. Eski zihniyet ve alışkanlıklarının kendilerine çok tabii gösterdiği o davranış için, bunu yapanlar "Biz" deyince Peygamber uyarısı: “Ateş ile ancak ateşin Rabbi azab edebilir” ( Ebû Dâvud, Edeb, 176, ra. 5268; Cihâd, 122, ra. 2675) şeklinde olur ki onun bu tür bir sözünü başka bir münasebetle de görmüş olduk. Bu son Allah Elçisi: “Ana ile çocuklarını birbirinden ayıranı kıyamet günü Allah da sevdiklerinden ayırır” (Tirmizî, Buyû, 52; Dârimî, Sünen, Siyer, 39) derken görünen o ki bu sözleriyle o, insanlardan ve öteki canlılardan olan ana ve evlat beraberliğinin gerekliliğini birlikte dile getirmiş oluyorlar. Nitekim onun az önce değinilen kuş yavruları ile ilgili söz ve uyarılarına bakılırsa burada ikisini birleştirmek rahatlıkla mümkün olur. Onun bazen bir vesileyle geneli kapsayan bu şekilde külli kaide ve külli ahlaki ilkeler ortaya koyar ki bu az rastlanan bir şey değildir. Kur'ân'da da durum böyledir. İşte o böyle bir peygamberdir ve gerektiği yerde o, hayata yukarıdan genel ve bütüncül bakıp ona göre de ahlaki veya hukuki düzenlemeler yapar. Bizim görevimiz bunları ve bu boyutları anlamaktır ki çevrecilikte de buna çok ihtiyaç vardır.
Bu yukarıdaki hadisin getirdiği kaide sebebiyledir ki; eşler ayrıldığında veya koca öldüğünde Peygamber'in uygulama ve kararı çocukların, ana yanında büyütülmesi yönünde kendini gösterir. (bak. Ebû Dâvud, Talâk, 35; Ahmed, Müsned, II, 203) İslam fıkhında bu, bağrında/ kucağında bulundurup yetiştirme anlamına gelen “hıdâne hakkı” olarak tartışmasız tespit edilen bir hüküm olmuştur ve çocukların nafaka ve geçimleri de yine baba tarafınca karşılanmak durumundadır. Ancak burada tartışılan buluğdan sonra çocukların kimin yanında kalacağı meselesidir. Uzmanları daha iyi bilirler herhalde anacı diğer canlılar da duygusal olarak buna aynı şekilde ihtiyaç duyuyor olmalıdırlar. Kuşlarla ilgili bu yukarıdaki hüküm bize genel avcılık ahlaki konusunda da bir rehber olabilir. Buna göre; bir ananın yavrusuna olan sevgi ve ilişki bağının devamı süresince veya o yavru durumundaki hayvanların kendi başlarına bağımsız oluncaya kadar avlanılmaması hükmü getirilebilir. Yavru konumundakilerin avlanamayacağı ilkesi mantıki olarak yavrusu olan ananın da avlanamayacağı hükmünü elbet beraberinde getirecektir. Avcılık yasağı konulan Medine yasak bölgesinde kuş tutan bir gencin elinden, Peygamber'in yasağı hatırlatılınca, babanın onu alıp salıvermesi gibi kaynaklara geçen vakalara da şahit oluruz. (bak. Ahmed, V, 317) Yine Peygamber bir başka zaman, “Kuşları yuvalarında rahat bırakın” çağrısında da bulunmuştur. Bu uyarı kuşların uçuşlarından kehanet/ falcılık adına anlam çıkarılması ve bu maksatla da onların, gün ağarmamış olsa bile, rahatsız edilerek yuvalarından uçmalarını sağlama çabalarına karşı yapıldığı söylenir. Hatta bazıları bundan gece avcılıklarının da dinde istenmeyen bir tavır olduğu hükmünü çıkarırlar. (Hadis ve şerhi için bak. Ebû Dâvud, Dahayâ, 21, dip ra.1) Peygamber, kuşların peşine düşüp onlarla oynama yolunu seçenler için de iyi şeyler söylemez. (İbn Mâce, Edeb, 44; Ebû Dâvud, Edeb, 65) Biz diğer zamanda onun bir sefer sırasında ağacın gölgesinde uyumakta olan bir ceylan görünce; ona zarar verilmemesi yönünde kendisiyle birlikte olanları uyardığını görürüz. (İ. Canan, Kütüb-ü Sitte Tercümesi ve Şerhi, VI, 287) Herhalde en güzeli her canlı türün kendi tabii ortamında serbestçe kendi fıtratına uygun hayatını yaşaması olmalıdır.
Mekke haram bölgesinde bir hacı adayının kazara da olsa deve kuşu yumurtasına verdiği zararın cezası Peygamber tarafından her biri için bir günlük oruç veya bir yoksul doyurma olarak takdir edilmiştir (Ahmed, Müsned, V, 58) ki tabiata verilen bu tür zararlar orada elbet hac yasakları içerisinde yer alırlar. Bu sırada malum av ve bitkilere verilen zararlar ayrıca bu tür cezalarla tecziye edilmişlerdir. Oraya gelecek milyonlarca kişiye bunlar serbest bırakılsa her halde orasının tabiatı bunu kaldıramaz.
Hz. Peygamber'in tebliğ ve uyarıları doğrultusunda İslâm hukukçuları yazdıkları eserlerine avlanma hukukuna ilişkin bir bölüm koymayı da ihmal etmemişlerdir. Peygamber'in öğretilerini toplayan hadis kaynaklarında da bunlara ilişkin “ez-Zebâıh ve's sayd: Hayvan kesimi ve avcılık” veya sadece “es-Sayd: Avcılı adı altında özel bölümler bulunmaktadır. Hatta biz Peygamberi tabiatla ve canlıların hukuku ile ilgili sözlerini hadis kaynaklarının, Edeb, ilim ve yine yüksek ahlak anlamına gelen el-Birr gibi bölümleri içerisinde de görebilmekteyiz. Bizatihi avcılığı bir zevk haline dönüştürmek ve yine bu çerçevede mesela kaçan bir avı ısrarla peşinden kovalamak bunlar Peygamber’in “Kim av peşine düşerse gafil olur” söz ve uyarısıyla bağdaşmaz.(Ebû Dâvud, Sayd, 4)
İslam Fıkhında avcılık/sayd durumlara göre deşik hükümler almıştır. Şöyle ki:
1- Kitap ve Sünnetteki açık hükümlere göre ilk olarak avcılık mubahtır.
2- Ev halkına geçimde; rızıkta biraz genişlik katma söz konusu olduğunda avcılık yapmak teşvik görür ve fakat bu durum kişiye bir mecburiyet getirmez.
3- Hayatta kalmak için zaruret olduğunda avlanmak fazdır.
4- Avcılıkla oyalanma ve gönül eğlendirme söz konusu ise bu mekruh görülmüştür.
5- Faydalanma ve diğer hiçbir maksada yönelik olmadan öylesine avlayıp öldürmek ise haramdır. (ed-Dureyni, el-Fıkhu’l-İslami el-Mukarren) Bunlar etleri yenilen canlılar için söz konusu olmuştur. Ötekilere gelince Hz. Peygamber'in ilgili bazı sözlerine bakarsak onlardan zararı olmayan veya zararından kaçınmak mümkün olanları her hangi iktisadi bir faydalanma söz konusu olmadan öldürmenin de haram olacağını söyleyebiliriz. Aslında buraya bence 6. bir madde daha eklemek gerekir ki o da; Tabiatta genelde canlı varlığının çeşitli sebeplerle azaldığı yer ve durumlarda avlanmanın haram olacağıdır ki özelde bu durum bazen belli türler için de söz konusu olur. Bu durumlarda Kur'ân'daki genel iktisadilik ilkesi ve israf yasağı hükümleri devreye girerler. Fakihlerin bu hükümleri koyduğu dünyada tabiat bu derece kirlenmiş ve canlı hayat bu derece tehlikeye düşmüş değildi.
Bütün bunlardan anlaşılan şudur ki; Müslüman kişinin yalnız insanlar karşısında değil tabiat ve hayvanlar karşısında da uyması gereken bir edebi ve onlar için yapması gereken şeyler vardır ve o en yüksek ahlâka ancak bir bütün içinde ulaşabilir. Bu bölümlerden öğrendiğimize göre avlanma bir kıyım ve vahşete dönüşmeden sâdece bir ihtiyacın teminine yönelik olmalı veya iktisadilik ilkesine uygun bulunmalıdır. Gerçekten İslam fıkhında gelişmiş bir avlanma hukuku ve tabiat varlıklarının korunması konusunda gelişmiş bir ahlak vardır. Hayvanlara vahşi duygularla yaklaşanların insanlara yaklaşımları da vahşi olabilir. İnsan elbet gereken yerde, avlanmanın hukuk ve ahlakına uyarak ayın ve tüm tabiatın nimetlerinden faydalanacaktır. Önceden de söylediğimiz gibi Hz. Muhammed (sav)'in bildirimleri içerisinde hayvanlara da haklar tanınmıştır. Onun bu tebliği sebebiyledir ki İslam Fıkhı/hukukunda hayvan haklarının son derece gözetilmesi istenmekte ve hayvanlardan af dileyip onlarla helalleşmek mümkün olmadığından, öteki hayatta bunun mutlaka cezasının çekileceği hatırlatılmaktadır. (en-Nahlavi, Halid b. Abdulkadir, el-Hazar ve’l-İbana, 271)
Bu tasnif ile alakalı diğer dikkat çekici şey de Hadis biliminin önde gelen üstatlarından ve iyi bir sınıflandırıcı olan Buharalı İmam Buharî (ö. 256 h/869 m)'nin canlılarla ilgili Peygamber'in bazı söz ve öğretilerini; “Yaratılışın başlangıcı: Bedevi-halk” adını verdiği bir başlık altına kaydetmiş olmasıdır ki burada "halk" genel canlılar anlamına gelmektedir. Hadisleri kendi anlayışına ve ilgili gördüğü konu ve bilimlere göre başlıklandıran Buharî her halde bu başlık ile önce en basitlerin yaratıldığını ve onların biz insana kadar derecelenen canlıların hayatı için bir zemin teşkil ettiğini anlatmak istiyordu. Böylece o, insanların dikkatini ilk başa çeviriyor ve belki bizim için bu basitlerin ve aşağıların gereksiz değil çok gerekli olduklarını anlatmak istiyordu.
Hz. Peygamber, Medine çevresinin belli bir kesiminde her tür avcılığı yasaklayarak buradaki hayvan ve bitki varlığını kesin korumaya almış ve Mekke'yi fethettikten sonra, aynı uygulamayı orada da başlatmıştır. (Ebû Yusuf, Kitabu’l-Harac, 112) O’nun, hâkim olduğu bölgelerde gecikmeden böyle bir uygulama başlatması tabiatın korunmasına verdiği önemi gösterir. Ebû Hureyre (ra) Medine'deki yasaktan sonra gerek bu kırda ve gerek Medine içinde yayılıp duran ceylanlar görülse onların ürkütülemeyeceğini söylerken Ebû Sa’id el-Hudrî (ra) Peygamber’in vefatından sonraki zamanlarda, birinin elinde kuş görse, bu yasaklar çerçevesinde onun ipini çözdürüp serbest bıraktırmaktaydı. (Müslim, Hac, 471-72, 478)
Hz. Peygamber, hayvanların yüzlerine vurulmasını, yüzlere (kulak hariç) damga vurulmasını, hayvanların, birbirleriyle rakipleşmeye itilmesini (Müslim, Libâs, 106) ve yine o, hayvana kahredici bir beddua olarak lânet okunmasını da yasaklar. (Ebû Dâvud, Cihâd, 50) Binek ve yük hayvanlarına hız kazandırma ve olağanüstü güçlerini ortaya koymalarını temin amacıyla, sırtlarına hafif dokundurma yerine, onların yüz ve başlarına vurulması Peygamberce hiç ahlaki bulunmayarak yasaklanır. Burada Peygamberin, hayvanın bile yüzünü, onun korunması gereken bir kişiliği olarak gördüğü söylenebilir. Yüz ve baş, hayvanda bile, onun şahsiyet ve kişiliğinin tam tezahür alanı olarak görülmüş olmalı ki onlara el uzatılması istenmemiştir. Hayvanın da elbet bozulabilecek bir ruh hâli/ psikolojisi olmalıdır. Bu yasağın sebebi bir yandan kişi ahlâkına ve öte yandan hayvan hakkına aykırılıkla beraber, söz konusu davranışların hayvanlarda ruh halini/ psikolojiyi bozucu olması da düşünülebilir. Bizim dilimizdeki “at sahibine göre kişner” sözü her halde bu durumu anlatıyor olmalıdır. Hayvanın yüzüne vurdurmayan ve ona küfredip lanet edilmesine izin vermeyen Allah Elçisi'nin bu tavrı karşısında, bütün bunları, sıradan sebeplerle, insana reva görenler her halde burada düşünmelidirler. Şimdi biz günümüzde: Hayvanlar karşısında ne kadar Müslüman ya da ne kadar insanız, diye bunu kendi kendimize sormalıyız.
Peygamber zorluk çıkarma huyu olan bir binek deveyi eşi Hz. Aişe (r.anha)’ye verince ona, hayvana nazik davranmasını tembihler ve şöyle ekler: “Rifkat: incelik ve şefkat herhangi bir şeyde bulunursa, o ona ziynet ve güzellik vermekten/ güzellik katmaktan başka bir şey yapmaz. Şefkat ve inceliğin kendisinden koparılıp söküldüğü bir şeyi de bu kabalık ve sertlik durumu onu muhakkak çirkinleştirip kötüleştirir.” (Müslim, Birr, 78-79; ayrıca bak. Ebû Dâvud, Cihâd, 1)
O’nun bu sözleri şüphesiz her türlü karşılıklı ilişkiler ve eğitim bilimi için de geçerlidir. Hz. Peygamber'in, gördüğümüz bütün bu ilgili öğreti ve uygulamaları; hayvanlara hiçbir hak tanımayan zihniyetlerin O’nun tarafından yıkılmak istendiğini gösterir. Şimdi biz şunu sorabiliriz: Hayvanlar karşısında ne kadar Müslümanız, ya da ne kadar insanız? Hatta biz aynı soruyu bitki varlığı ve tüm çevre için de sormalıyız. Yeri gelmişken şunu da söylemeliyiz ki hayvanlara yaptıkları veya yapmadıkları yüzünden elbet bir ceza verilemez.