Göklüdür ay. Ama yere bakar. Ötelerin ışığına elçilik eder. Nur'un kaynağını tilavet eder. Güneşi izler, sabahı özletir. İncelir bazen: Hilâl olur. Susar. Lâl olur. Bedir olur; bütünlenir. Geceye aydınlık taşırır ümit sabahından. İçten içe tutuşan uzak şafakların közünü serper geceye. Yumuşacık mehtaplarda suların tenini okşar. Dağ yamaçlarına tatlı ürpertiler bırakır. Sözsüz şiirlerin düğümünü atar yeryüzüne. Kederli inleyişlerin, ümitli yakarışların toprağını süt beyaz ışığıyla besler.
İçimizin göğe asılı sevdalarına ay'nadır ay.
Güzel'in üzerimize düşen gölgesidir. Asl'a dikkat çeker! Kendisine değil, başkasına baktırmak için dolanır başımızda. Arza bağlı semaya asılı bir gece yolcusudur. Miracın göğe vuran resmidir. Bir arzlının semalara ağışının nişanesidir. Miracın ipeksi siluetini tamamlar. "Gece yürüyüşçüsü"nün hatırası. İsrâ şavkıdır.
Sema'ya ağan bir arzlının işaret parmağıyla bölündü ay. Ancak o vakit çekildi güneşin önünden. Kırıldı birden. Kabuğunu çatlattı. Kendi yüzünü terk etti. Özünün adresini verdi gözlere. Işığın da perde olabileceğini itiraf etti. Nurdan öte nur olduğunu söyledi. İki parçası iki kanat oldu. "Kâb-ı Kavseyn" fotoğrafı verir. Birbirine bitişik iki yay… En güzel hâle yoğruldu. Var eden ile var edilenler arasındaki biricik noktanın nöbetine durdu. Bura ile öte arasındaki bir noktalık temasın gözcülüğünü yaptı. Görünenlerin gömleğinde bir yırtılışa işaret etti. Görünmeyen hakikatin teninden süt beyaz haber oldu.
Nasıl ki ay semaya asılı olup yere bakar; İsra yürüyüşçüsü ve Mirac yolcusu Peygamber de arza basar ama semaya ağar. Rasûlü Ekrem'in göklere hükmeden, âlemler Rabbinin sözcüsü olduğuna işarettir ay yarılması. Gökten yere bakar. Mirac ise yerden göğe bakışın hatırasıdır. İnsan fıtratının dal uçlarından göğe ağan kadîm sancıların meyvesidir. Arz'ın semaya taşmasıdır.
Ay gibidir Allah'ın Elçisi. Arza bağlı semaya asılı…
Önce lâl: Dünyanın gürültüsünden el etek çekmiş keskin bir suskunluktur. Yeryüzünün ateşli telaşlarını kesen soğuk bir isyandır. Sonra hilâl: Dünya gecesini yırtan ince sızılı rüyalara uyanır. Kederli inzivaların çeperini zorlayan sabah ışıklarına açılır gözleri. Ümitli bekleyişlerin avuçlarını dolduran berrak sezişlere kulak kesilir.
Ve sonunda, en sonunda, bedir olur. "Ayın on dördü"ne evrilir. Dünyanın gecesini dağıtan nur sütunu olarak inişi başlar. Hira'nın göğsünden şehirlerin ufkuna Söz yağmuru düşürür. Hakikat sabahını dünya gecesinin gündemine taşıyan "İkra!" hitabını indirir insanlığın nasibine. Yeryüzünün bencil gündeminden kaldırır başları. Dünyanın karanlık önceliklerinin üzerine yükselir nefes nefes. Dünyayı ahirete taşırmaya başlar. Evvel'i Âhir'e bağlar.
Ay gibidir Allah'ın Elçisi. Dünya gecesinin yüzüne mahşer sabahının gözlerini koyar. İnsanın "anılmaya değer bir şey olmadığı o uzun unutuluş gecesi"nin karasını "duhâ müjdesi" ile ağartır. Gecenin sonuna sabah haberi ulaştırır. Kışın gönlünde gizli baharı uyandırır. Aklın toprağına göklü Söz'ün ziyasını yetiştirir. Ümitsizlik soğuğundan ebedi bahara filizler devşirir.
Peygamberlik göğünün en olgun, en ışıklı, en berrak, en nurlu ay'ıdır Son Peygamber. Anlam arayan insanlığın kör beyazına siyah gözbebeğidir. Gecenin siyahını yırtan hilâldir. Beka Yusuf'unun gömleğine uzanan eldir.
Ay'dır Allah'ın Elçisi. Mahbubiyet göğünün en gözde sakinidir. Âlemlerin Rabbinin makbuliyet makamına kabul edilmişi, cümle âlemin övüncüdür, fahridir, sevincidir. İnsanlık adına 'ben' kabuğunu kırarak, En Sevgili olmaya doğru uzanan kurtuluş dalıdır. Yeryüzünde kan döküp fesat çıkaracağı aşikâr olan Âdemoğlunun özünde saklı cevherini işleyen ümitli dokunuştur. Göklü Söz'ün insanı yeniden doğuruşunun miladıdır.
Kendini sevdire sevdire miraca kabul edilmiştir Son Peygamber. Kulluğuyla yerli bir cismi gök yolculuğunun eşiğine taşımıştır. Gök ehline ve yüceler meclisine, insandan umulanın gerçekleştiğinin delili olarak arz edilmiştir mirac yolculuğunda.
Ki mirac 'en çok seven' olunca, 'en çok sevilen' olunacağının belgesidir. Ki mirac, ‘en çok sevilerek’ yaratılan insanın ‘en çok seven’ olabileceği ümidini diri tutan yürüyüş yoludur. Bir arzlı olarak Son Peygamber bu yürüyüşün gerçekleşebileceğinin ete kemiğe bürünmüş hali, cisimleşmiş ispatıdır. Demek ki her kul arza bağlıdır ama semaya asılı sevdaların başlangıcıdır. Demek ki yola çıkana yol açıktır.
“Arza bağlı ama semaya asılı” insana böyle böyle ay/na oluverir ay. En sevilen kulun parmak uçlarında ikiye ayrılır. Arza bağlana bağlana göğe asılı ümitlerini unutmuş insanlara pare pare çağrı olur. Son Peygamber'in işaretiyle ikiye yarılırken, Son Peygamber'in işaret ettiği gerçeği gösteren işaret parmağı oluverir. Yere bastığı için yerli kalan, dünya kuyusunda boğulan insanlara kurtuluş çerağı olarak yeniden doğar. Gönül göğünde hiç batmamacasına asılı kalır.
Parçalanmış ay Son Peygamber'in asıl resmini getirir biz dünyalıların göğüne. Göklü işaret parmağı olup Son Peygamber'i gösterir. Bölünmüş ay gibi iki kanadı vardır O'nun da: Risalet ve velâyet. Elçilik ve kulluk. Elçiliği gökten yere doğrudur. Allah'tan kula doğru yönelir. Kulluğu yerden göğe doğrudur. Kuldan Allah'a yükselir. Ay bölünmesi, göklü elçiliğinin arza eğilişidir. Mirac yürüyüşü, yerli kulluğunun göğe yükselişidir.
Oradadır hep 'şakk-ı kamer'. Ayetin seslendirdiği ebedî gündem olarak Söz'ün göğünde süzülür. Hâlâ iki parçadır. "Şakk-ı kader"imiz olmuştur "şakk-ı kader" olayı. Orta yerinden kaderimizi bölmüştür Son Peygamber'in parmağı ucunda gerçekleşen mucize. Bir O'ndan öncesi vardır artık ömrümüzün, bir de O'ndan sonrası.
Arza bağlı bizi, iki kanatlı bir 'hilâl' olarak hece hece semaya çağırmaktadır. Dünya toprağında uyuyakalmış sevdalarımızı, ahiret göğüne dal budak uzatmak için yerli kabuğumuzu parçalamaktadır.
Peygamberlik göğünün nurlu kandili ay yüzlü Peygamber gece yürüyüşündedir hâlâ. Yanına bizi de hece hece katarak. 'En sevilen' olmamız için alınlarımızı secde secde sonsuz kabul göğünün altında tutarak. "Arza bağlı, semaya asılı" sevdalarımızı ‘bölünmüş ay’ın iki kanadına yükleyerek…