Peygamberler, insanın akıl ve duyu organlarıyla ulaşamayacağı Allah, ruh, yaratılış, ölümden sonraki ebedî hayat gibi alanlarda insanoğluna vahye dayalı olarak bilgi vermiş ve onları aydınlatmışlardır, (Bakara 2/151). İnsanlara Allah katından bilgi getirmek yanında onlara örnek olma ve eğitme görevi ile de yükümlü olduklarından insanlar arasından seçilmişler, insanüstü fevkaladelikler taşımamışlardır. (İsra 17/95)
Allah Rasûlü’nün bütün söz, fiil ve tavır alışları vahye dayalı ise tamamının bağlayıcı olduğunu söylemek gerekir. Aksine, davranışlarından bir kısmı O’nun beşerî tabiatından ileri geliyor yahut rey ve içtihada dayanıyorsa bu takdirde davranışlarının bağlayıcılık açısından incelenmesi ve kategorize edilmesi gerekir. Konu ile ilgili âyet ve hadislerde her iki görüşü de destekleyen ifadeler yer almaktadır.
O’nun her davranışının vahiyden kaynaklandığını ifade eden “O kendiliğinden bir şey söylemez; söylediği ancak kendisine gönderilen vahiydir.” (Necm 53/3-4), “…(parmağı ile ağzını göstererek) hayatım elinde olana yemin ederim ki buradan ancak hak çıkar..” (Ebû Davud, İlim, 3) gibi metinler yanında O’nun beşer özelliğini ortaya koyan ve her davranışının vahye dayanmadığını gösteren metinler de vardır: “Ben ancak bir beşerim, size dininize ait bir şey emredersem bunu uygulayın, size şahsi görüşten bir şey söylersem ben ancak bir beşerim”, bir başka rivayette “…siz, dünyanızın işini daha iyi bilirsiniz.” (Müslim, Fedail, 140-141)
Buna göre Peygamber'in dine ait söz, fiil ve tavırları bağlayıcıyken dünyaya ait olan bağlayıcı değildir. Hz. Peygamber’in özellik ve yetkilerini açıklayan âyet ve hadisler ile sahabe uygulaması birlikte değerlendirilince “dünyaya ait olan söz ve davranışlarını” da ikiye ayırmak gerekmektedir:
a) Müsbet ilimlerin, teknik ve teknolojinin sahasına giren konular,
b) İnsanların fert ve toplum halinde eğitilip, yönetilme ve yönlendirilme sahasına giren konular.
Bunlardan birincisi hadiste kastedilen “dünya işleriniz” sahasıdır ve bu saha ile ilgili rivayetler bağlayıcı değildir. İkinci sahadaki söz ve davranışların bir kısmı ise dine dahildir ve bağlayıcıdır. Çünkü ya vahye dayanmakta, yahut da –içtihada dayansa bile- vahyin sözlü veya sükût şeklinde onayından geçmiş bulunmaktadır. Bunların birbirinden nasıl ayrılacağı ise aşağıda ele alınacaktır.
Allah Rasûlü’nün söz, fiil ve tavırlarının, vahye bağlılık ve bağlayıcılık açısından tasnife tabi tutulması daha O’nun hayatındayken başlamıştır. Ashab O’nun davranışlarını bu açıdan ayırıma tabi tutar ve tereddüde düştükleri zaman “vahiy mi, rey mi” diye sorarlar ve ona göre hareket ederlerdi. Sahabenin bu anlayış ve davranışı sonraki nesillerde de devam etmiş, fıkıh ve usûl ilimlerini tedvin eden ilk müçtehidler bu konuyu ele almış ve çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir.
İlk olarak Şihabuddin Ahmed b. İdris el-Karâfî (v.684/1285) Hz. Peygamber’in davranışlarını bağlayıcılık açısından ilmî bir yöntemle tasnif edip “el-İhkam” ve “el-Furuk” isimli eserlerinde Peygamberimiz'in beşeriyet dışında kalan davranışlarını “tebliğ, fetva, kaza (yargı) ve imamet (devlet başkanlığı)” olarak dörde ayırmış ve bunları bağlayıcılık bakımından incelemiştir. Tunus’lu müceddid alim Muhammed et-Tâhir b. Âşur ise, bu tasnifi daha da geliştirerek onikiye çıkarmıştır.
O’nun önde gelen vazifesi tebliğdir ve davranışlarının çoğu tebliğ mahiyetindedir. Sözlü vahyin gelmediği konularda da yine Allah’ın irşadı ile dini tamamlayan bilgi ve hükümler getirir. Peygamberimiz'in bu konudaki yetkisine dair ifadeleri olduğu gibi bu sıfatına bağlı fiil ve sözlerini diğerlerinden ayırmak için yaptığı vurgulamalar da vardır.
Dini tebliğ ve tamamlama mahiyetinde olan fetvanın bir önceki kategoriden ayrılmasının sebebi hükmün soru üzerine açıklanması ve bu açıklamada soru soranın şartlarının dikkate alınmasıdır.
Yargı, muhakeme sonunda verilen hüküm ise fetva gibi bir tebliğ ve teşri (kanun koyma)dir ve bağlayıcıdır. İsbat delillerine göre adaletin sağlanması amacını güden yargı ise tarafların isbatta başarılı olmasına bağlı olduğundan isabetli de, hatalı da olabilir. Hz. Peygamber bu hususta tarafların kendisini de yanıltabileceğini ifade etmiş ve manevi sorumluluğun yanıltanda olduğunu belirtmiştir.
Hz. Muhammed (sav)’in peygamberlik ve fetva verme yetkisine dayanan davranışları bütün ümmet için geçerli ve bağlayıcıdır; bunların yürütülmesi ve bağlayıcılığı başka bir makamın iznine veya hükmüne bağlı değildir. Devlet başkanı sıfatıyla yaptıkları ise hem diğer başkanları bağlamaz, hem de devrin başkanı izin vermedikçe benzeri haklar müminler tarafından resen elde edilemez. Bir önceki başkanın yaptıklarını sonra gelen başkan –amme menfaatini gözeterek- değiştirebilir.
Bu alanda müçtehidler arasında peygamberin hangi davranışlarının tebliğ amacıyla, hangisinin de devlet başkanı sıfatıyla yaptığını ayırt etme noktasında ihtilaf meydana gelmiş ve mezheplerin farklı görüşleri de bu ihtilaftan ortaya çıkmıştır.
Ayet ve hadislerde geçen talepler onların kesinliklerini bildiren karineler olmadıkça farz, vacib ve haram hükmünü ifade etmezler; teşvik olarak kabul edilirler. Güzel ahlakı teşvik eden, cennetliklerin vasıflarını anlatan ve nafile ibadetlerin sevabını dile getiren hadisler böyle yorumlanmıştır.
Barış sağlamak için aracılık yapmak, bir hakimin tarafların iddialarını isbat yoluyla hükmetmesine benzemez. Aracılar daha ziyade tarafları karşılıklı fedakârlık ve anlayışa çağırırlar ve bu durum başka anlaşmalara emsal teşkil etmez.
Burada Rasûlullah kendisine danışılan bir problemin çözümünde yol gösterici olarak hareket etmekte, bir yargıda bulunmamaktadır. Bu davranışın anlamı ifadelerin bağlayıcı olmadığı, daha ziyade “bana sorarsanız şöyle yapmanız daha iyi…” manasına geldiğidir.
Peygamberimiz, haram ve yasak olmamakla beraber uygun bulmadığı bir davranış veya girişime şahit olduğu zaman ilgililere öğüt vermek, doğru ve uygun olanı söylemek suretiyle nasihat etmiştir; bu da kesin ve bağlayıcı olmayan davranışları çerçevesine girmektedir.
Rasûlullah, ashabı ve ailesinin eğitimi ve onların takvasının geliştirilmesi için hukuki açıdan helal olan bazı davranışları onlara yasaklamıştır. Hicretten hemen sonra Ensar'ın mallarının Muhacirlerle paylaştırılması, kızı Fatıma’nın kolundaki bir bilezik sebebiyle evine girmemesi, kendisinden dünya nimetlerini talep eden hanımlarına ayrılmayı teklif etmesi bunlardan bazılarıdır ve sadece onlara mahsus hükümlerdir.
Sahabenin hepsi anlayış ve kavrayışta eşit değillerdi. Hz. Peygamber’in kişisel tercihi olan yaşam şeklini onlar da kendi anlayışlarına göre yorumlamışlar ve bazıları bu kişisel tercihlerin bağlayıcı olduğunu sanmışlardır.
Müçtehid, Hz. Peygamber’in sözlerinden teşvik ve sakındırma amacıyla söylenmiş olanlarla hüküm bildirenleri karinelerden yararlanarak ayırmak mecburiyetindedir.
Günah ve yasak çerçevesine girmemek kaydıyla dinî ve dünyevi yaşantısında her insanda bulunan ihtiyaç ve alışkanlıklara bağlı davranışları bu guruba girer. Yeme, içme, yatma, yürüme, binme şekli, bu konulardaki zevk ve tercihi gibi tamamen müsbet ilmin, tekniğin ve teknolojinin konusu olan dünya işleri de böyledir. Ümmeti için bağlayıcı değildir. Şüphe yok ki Hz. Peygamber’in asıl vazifesi ve Allah tarafından eğitilerek insanlığa gönderilmesinin sebebi peygamberliktir, tebliğdir ve rehberliktir; bu sebeple de davranışlarının çoğu bu sıfatına dayanmaktadır. Bunun en açık işareti de herkesin duyması için gayret sarfetmesi, herkesin gözü önünde uygulaması, buna uygun üsluplar kullanmasıdır. Ancak verilen ve çoğaltılması mümkün bulunan örnekler O’nun başka sıfatlarla ve bağlayıcı olmayan davranışlarda da bulunduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu davranışlarının önemli işaretlerinden biri herkesin duyması için gayret göstermemesi, uygulamada ısrar etmemesidir.
1)Örnekler için kaynağın aslına bakılabilir.