Peygamberimiz’in Mısırlı Kıptî bir cariye olan Mariye’den doğan oğlu İbrahim henüz sütannedeydi. Onu sütannenin kocası demirci Ebu Seyf’in evinde ziyaret ediyor, öpüp kokluyordu. Hastalanan bebeği ziyarete gittiğinde gördü ki bebek son nefeslerini veriyor. Peygamberimiz’in gözünden yaşlar akmaya başladı. Yanında bulunan Abdurrahman bin Avf “Sen de mi ya Rasûllallah’ dedi; belli ki gözyaşını zaaf olarak görüyordu. O ise ağlamayı sürdürerek “Bu merhamettir” dedi; “Şüphesiz göz ağlar, kalp üzülür, biz sadece Rabbimizi razı edecek şeyler söyleriz, ey İbrahim biz senin gidişinle mahzunuz” buyurdu. Ölümle pençeleşen henüz on sekiz aylık küçücük bir bebek karşısında katı bir kalple durmak nasıl mümkün olabilir. İfrat ve tefrit, ikisi de nasıl uzak ondan. Bu dünyadaki fizikî varlığı sona eren, bir daha kucaklaşamayacağımız dertleşemeyeceğimiz yakınlarımız, dostlarımız, evlatlarımız gidince nasıl hüzünlenmesin yaşayan bir kalp.
* * *
İbn Abbas anlatıyor: Peygamberimiz ölmek üzere olan kızı Zeynep’i kucaklamış, dizlerine yatırmıştı. Yanında bulunan Ümmü Eymen feryat etti. Peygamberimiz “Allah’ın Rasûlünün yanında mı ağlıyorsun” dedi ona. O da “Ben senin ağladığını görmüyor muyum” diye cevap verdi. “Ben feryat ederek ağlamam, bu gözyaşları rahmettir. Mümin her halinde daima hayır içindedir. Ruhu, içinden çekilip alınırken o Allah’a hamdeder” buyurdu.
Bir gün kızı Zeynep babasını çağırmıştı, oğlunun ölümcül haline bakıp. Peygamberimiz torunu kucağında can çekişirken gözlerinden yaşlar aktı. Bu ne hal diyenlere “Allah sadece merhametli kullarına merhamet eder” buyuruyordu kalp katılığına geçit vermeyerek.
Ümmü Gülsüm’ü de gözyaşlarıyla kabre koymuştu. Kızlarını oğullarını Arasat’ta buluşmak üzere yolcu etmiş olan hüzünlü bir baba. Bütün bu yaşananlardan sonra nasıl çok gülüp az ağlayabilirdi ki zaten.
Mısırlı yazar Ebu Muhammed Humeys Peygamberimiz’in Ashabının onun gözyaşlarına sokakta, minberde kabirlerde her zaman tanık olduklarından söz eder. Erkekler ağlamaz önyargısıyla kalbi öldürmek yerine, bir nimet olan gözyaşının ne uğruna akıtılması gerektiğini öğrenmemiz lazım.
“İşte bunlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler; Ademin soyundan, Nuh ile birlikte (gemide) taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail’in (Yakub) soyundan, doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerdendir. Onlara rahmanın ayetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı”. ( Meryem, 58)
Ağlamak derinden gelen bir teslim olma ve ayetlerin büyüklüğü karşısında ürperme iken, duydukları hakikat ve öncekilerin haberleri karşısında cehalet ve inatla alay etmeyi seçenlerin hali inceden yüzlerine vurulur: “Şimdi siz bu söze mi şaşıyorsunuz! Hep gülüyorsunuz ama ağlamıyorsunuz”. (Necm, 59-60)
Peygamberimiz çok ağlayan, Kur’ân’ı okurken huşu ve tevazu içinde dehşete kapılan biri idi ve bu hali hayretle karşılanıyordu, bütün günahları affedilmiş olduğu halde bu kadar çok ibadet edip gözyaşı dökmesinin sebebini soranlara “Şükreden bir kul olmayayım mı” demişti.
Bir seferinde ibn Mes’ud onun isteği üzerine Nisa Suresi’ni başından itibaren okumaya başlamış, 41. ayete gelince şimdilik bu kadar yeter diyerek susturmuştu onu. “Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onlara şahit gösterdiğimiz zaman halleri nice olacak” nidası gözlerinden yaşlar akıtan kelimeler.
Ebu Zer’den bir rivayette O diyor ki: “Ben sizin görmediklerinizi görüyor, duymadıklarınızı duyuyorum. Gök uğuldadı nasıl uğuldamasın! Orada Allah’a secde etmek için meleklerin alnını koyabileceği dört parmaklık bir yer bile kalmamıştı. Vallahi eğer benim bildiklerimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız... Allah’a tazarru ederek dağlara çıkardınız”.
Vahiyle bilgilenmek beslenmek ne büyük nimet. Peygamberimiz’in vefatında neden bu kadar ağladığı sorulan bir sahabe kadın, Ümmü Eymen, “Ben Allah katındakinin, Allah Rasûlü için daha hayırlı olduğunu bilmediğimden ağlamıyorum, semadan vahyin kesilmiş olmasına ağlıyorum” demiş, onu ziyarete gelen Hz. Ömer ve Hz. Ebubekir’i de ağlatmıştı.
Peygamberin Yufka Yüreği
Hz. Hamza; Uhud kahramanı… Ensar kadınları savaşta şehit olan kocalarına ağlıyorlardı. Peygamberimiz Hamza’nın ağlayanı da yok buyurdu, hüzünlendi, ağladı. Mute Gazvesi’nde Zeyd, Cafer ve İbn Revaha sırayla şehit oldular. Daha haberleri gelmeden durumu ümmete bildiren Peygamberimiz’in gözlerinden yaşlar süzülmüştü.
Mescitte otururlarken bir zamanlar Kureyş’in bir giydiğini bir daha giymeyen şımarık çocuğu Mus’ab bin Umeyr gelmişti. Mekke’nin en güzel kokan insanı olarak bilinirdi. Bütün eğlence ve bolluk önünde olan biri. Şimdi üzerinde bir deri parçası ve uzatılmış abadan başka hiçbir şey yoku. Dünya tahtını terk eden adamın hali etkileyiciydi, Peygamberimiz eski şatafatlı günlerden sonra iman kuvvetiyle geldiği bu tevazu dolu hale bakıp ağladı, ibret ve memnuniyet ağlamasıydı bu.
Yanındakilere “Siz sabah ayrı, akşam ayrı yepyeni elbiseler giydiğinizde, önünüze tabakların biri gidip biri geldiğinde, evlerinizi Kâbe’ye örtülenler gibi örtülerle döşediğinizde nasıl olacaksınız” diye sordu. Oradakiler “Ey Allah’ın Rasûlü, o gün bizim için daha hayırlıdır, kendimizi ibadete verir, elimizdeki rızık ile yetiniriz” dediler. “Hayır sizin için bugün o günden daha hayırlıdır” buyurdu. Bu, Mustafa Kutlu’nun gördüğü bazı hallere binaen “Müslümanlar keşke hep yoksul kalsaydı” demesini hatırlattı bana.
Arkadaşları için içi titreyen bir Peygamber olarak onu ağlatanlardan biri de Osman bin Ma’zun oldu. İslam’a girenlerin on dördüncüsü, Medine’ye hicret edilirken şehre girenlerin ilklerinden ve muhacir olarak ölenlerin ilkiydi. Vefat ettiğinde Peygamberimiz yanına gitti, yüzünü açtı, üzerine eğilip onu öptü ve ağladı. Hz. Ayşe gözyaşlarının yanaklarına döküldüğünü gördüğünü söylüyor. O, iki kez muhacirdi. Habeşistan’a gidenlerin başında lider, sonra da Medine’ye gelenlerin ilklerinden. Peygamberimiz’in “Ne iyi selefimizdir o bizim” dediği kişi. Müslümanların Medine’de kurdukları ilk mezarlık olan Cennetü’l Baki’ye yolu düşenler onu da hatırlamalı.
S’ad bin Ubade, İkinci Akabe Biatı’nda Müslüman olmuş, oradan Medine’ye dönerken Mekkeli müşriklerce yakalanmış, ağır işkenceler görmüştü. Biatta Ensar’ın liderlerindendi. Ölümcül bir hastalığa yakalandığında Peygamberimiz ziyarete gitmiş ve başında ağlayıp orada bulunanları da ağlatmıştı. “Beni dinliyor musunuz” diyordu; Allah, gözyaşı döktü hüzünlendi diye azap etmez, ancak bundan dolayı -dilini göstermişti- azap ya da merhamet eder.”
Mekke döneminin en zor ve azim günleri. Onu himaye eden amca ağır tehditler altında zorlanıyor. Amcası ona, “Kardeşimin oğlu, bana da kendine de acı, altından kalkamayacağım bir işe salma beni” dediğinde bir hüzün kapladı içini, amcasının onu terk edeceğini düşündü. “Bir elime ayı bir elime güneşi koysalar vazgeçmem, ya Allah bu dini hâkim kılar ya da bu uğurda ölürüm” derken sözlerinin gücünden gözlerinden yaş gelmişti. Arkasını dönüp gidecekti ki, “Gel kardeşimin oğlu’ diye seslendi amcası. Amca bu kararlılığı görünce “Git istediğini yap Allah’a yemin ederim ki ne olursa olsun seni kimseye teslim etmem” diyordu.
İki göz var ki onlara asla ateş dokunmaz dediği haller: Allah korkusuyla ağlayan göz, Allah yolunda nöbet bekleyerek geceleyen göz. Acaba neden dünya için dünyevi kayıplar için ağlayan göz övülmüyor.
Bir Ağacın Altında
Bedir savaşı aslında cahiliye karanlıkları ile İslam’ın getirdiği hakkaniyet ve kendini bilme arasındaki farkların billurlaştığı ve apaçık görüldüğü, tam bir yol ayrımı günü. Bu günün ve yanındaki canların bütün sorumluluğunu omuzlarında taşıyan Peygamberimiz, bir ağacın altına çekilmiş namaz kılıyor ve ağlıyor. Allah’ın yardım vaadi, savaşın şiddeti ve dünyevi hesaplara gelmeyen matematiği, hak yolunda onunla birlikte can vermeye gelmiş dostları... Ne azim ne sarsıcı bir durum. Kim bilir neler görüyor, duyuyor ve hissediyordu o an. Bu gözyaşlarının sırrını kimse bilemez.
Ölüm onun kalbinin, aklının, bedeninin bir parçasıydı. Yanında ashabından kimseler yürürken, mezar kazan adamlar gördüler. Hemen gidip mezarın başına çömeldi, toprak gözyaşlarıyla ıslanana kadar ağladı. Sonra dostlarına dönüp “Kardeşlerim böyle bir güne hazırlanın” dedi. Kabir çukuru, üzerine tefekkür etmeyi en çok hak eden şeylerdendi elbet.
Onu ağlatan olaylardan biri de güneş tutulması. Bunu görür görmez bu mucizevi uyarı karşısında haşyete kapılmış, namaza durup kıyamda uzun süre beklemişti. Sonra da rükûda epeyce kalmıştı. Bu küsuf namazı olarak biliniyor. Secdede ağlamış ve üflemişti bir yandan. “Bana cennet gösterildi, elimi uzatsam meyvelerini toplayacaktım, cehennem de gösterildi, ateşin sizi kaplaması korkusuyla söndürmek için üflemeye başladım” diyordu. Güneş ve ay Allah’ın ayetleriydi ve tutulduklarını görünce Allah’ı zikre koşmamız gerekirdi.
Depremlerin de bir açıklaması var elbette ama mesela ibn Mes’ud Kûfe’de deprem olduğunda “Ey insanlar Rabbiniz sizden razı olmak istiyor, onu razı edin” demişti. Bu, depremle cezalandırılmayı ima etmekten çok bütün insanlık olarak kendimizi gözden geçirmemizi imliyor.
Ensarın Bir Anlık Gafleti
Bir de Peygamberimiz’in ashabını ağlatması var ki hepimizi sonsuza kadar gözyaşına boğacak nadide sözler sarfedilmiş. Mekke’nin fethinden sonra yeniden birleşen ve toparlanan müşriklerle Mekke ve Taif arasındaki Huneyn mevkiinde bir savaş yaşanmıştı. Düşmandan epeyce ganimet kalmıştı. Peygamberimiz Kureyşlilere İslam’a yeni girmiş olan Arap kabilelerine ganimetten paylarını vermiş, birlikte savaşan Ensar’a hiçbir şey vermemişti. Bu, onlara dokundu. “Rasûlullah kabilesine kavuştu” diyenler bile oldu. Kulağına gelen sözler üzdü onu, topladı arkadaşlarını.
“Ey Ensar topluluğu! Fani dünya malı için bana gücendiniz demek. Ben bazı kişilerin kalplerini İslam’a ısındırmak istedim, sizin Müslümanlığınıza güvendim. Siz, şu insanlar koyunlar ve develerle dönüp giderken, Allah’ın Rasulü ile yurdunuza dönmeye razı değil misiniz? Nefsimi elinde tutan Allah’a yemin olsun ki Hicret olmasaydı da Ensar’dan bir fert olurdum, Allah’ım sen Ensar’a, oğullarına ve torunlarına rahmet et” buyurunca ganimet isteyen mübarek gaziler sakalları ıslanana kadar ağladılar, taksime razıyız diyorlardı. Kalp, durup düşününce, akledince ne güzel oluyor…
Kaynakça:
M. Yusuf Kandehlevi, Hayatüs Sahabe, Kalem Yayınevi, 1979, İstanbul.
Kur'ân-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2007, İstanbul.
Ebu Muhammed Humeys, Rasulün Ağladığı Anlar, Selis Yayınları, 2007, İstanbul.