Günlük hayatın içinde küçük küçük işler için öteye beriye koşturup dururken insanların hangi yönleri daha çok etkiler bizi? İş yerinde veya evde günlük zorunluluklar akıp giderken insanlardan bize bizden insanlara ulaşan, birike birike çevremizde bizimle ilgili bir kanaat oluşturan nedir? Ne kadar okumuş biri olduğumuz mu? Bildiklerimiz mi? Makam ve mevkiimiz, soyumuz sopumuz ya da ömrümüzü uğruna tükettiğimiz diğer kazançlarımız mı? Yoksa karakterimiz mi? Alçakgönüllü, iyi niyetli, güler yüzlü (ya da gerektiğinde onurlu, dikkatli, ciddi) bir insan olmanın bırakacağı izlenim diğerlerinin hangisiyle sağlanabilir?
Karakter esastır. Donanım o karakterle birleştiğinde önem kazanır. İman dahi sağlam, güvenilir, düzgün karakterin üzerine inşa edildiğinde hedefine ulaştırır insanı. Bu yüzdendir ki yalan söyleyen bir imanlı, imansız bir yalancıdan daha çok tiksindirir bizi.
Bazı siyer kitapları cahiliye döneminden bahsederken şirkin hâkim olduğu dünyanın kötücüllüğünü anlatmak gayesiyle öylesine vahşi, ilkel ve hiçbir insani değer taşımayan bir toplum çiziyorlar ki okur nasıl olup da bu insanlardan sahabenin çıktığına şaşıyor. Müellif bunu İslam'ın mucizevi iyileştirici vasıflarına bağlayıverince de bizim bugün ıslah-ı hâl etmemiz mucizelere kalıyor.
Oysa Efendimiz Buhâri ve Müslim'in ittifakla rivayet ettiği bir hadiste "Sizin cahiliyede hayırlı olanınız, dinin ahkâmıyla amel etmek kaydıyla İslam'da da hayırlıdır" buyurarak özdeki iyiliğe işaret etmiştir. (Riyazu's-Salihin, Takva, 69)
Hz. Ebû Bekir (ra), Hz. Ömer (ra) , Hz. Hatice (r.anha) ve daha niceleri İslam onlara anlatıldığı zaman dahi emsallerinden üstün bir ahlaka sahiptiler. Bunu vurgulamakla İslam'ın bir fark oluşturmadığını söylemiyoruz hâşâ. Söylemek istediğimiz kişiliğin, ahlakın, karakterin her şeyden ve ilahi lütuflardan da önce bizim çabalarımızla güzelleşmesi gerektiğidir. Haktan gelecek ikramlar da ona göredir. Buna "liyakat" (layık olma) denir. Ve tamamen bir kesb (kazanım) işidir.